Giriş
Antiokheia, Phrygia-Pisidia sınırında, Sultan Dağları’nın uzantısı olan batı bakışımlı bir tepenin üzerinde kurulmuştur[1] . Günümüzde, Isparta ili Yalvaç ilçesinin sınırları içerisinde kalan kentin, Antik Dönem’deki konumunu Coğrafyacı Strabon şu şekilde tanımlar: “Paroreia’nın doğudan batıya doğru uzanan bir dağ silsilesi vardır. Onun eteklerinde her iki tarafta geniş bir ova uzanır ve onun yakınında kentler vardır: kuzeye doğru Philomelion ve öte tarafta Pisidia yakınındaki denilen Antiokheia bulunur. İlki tamimiyle ovada uzanırken öteki tepededir[2] .” Kentin teritoryumunu oluşturan geniş ovanın kuzeyi Sultan ve batısı Karakuş Dağlarıyla çevrilidir. Ortalama yüksekliği 2000 metrenin üzerinde olan bu dağ silsilesinin, birleştiği noktada bulunan Gelincikana sivrisi 2610 metre rakımlıdır. Kış aylarında yoğun kar yağışı alan dağlardan çıkan suların oluşturduğu fazla derin olmayan vadiler, Neolitik Dönem’den itibaren yerleşim alanları olarak tercih edilmiştir[3] . Yerleşimlerin kıyısına kurulduğu çaylar, ovanın ortasında bulunan Hoyran Gölü’nde toplanmaktadır. Su konusunda sıkıntı bulunmayan Bitek Ova, tarım ve bağcılığa; ovayı çevreleyen alüvyon topraklarda oluşmuş genç sıradağları da özellikle küçükbaş hayvancılığına oldukça elverişlidir[4] . Tarımın yaşamsal bir gereklilik olarak Antik Dönem’de Antiokheia ve ona bağlı yerleşim yerleri için vazgeçilmez olduğunu ve kentin geçim kaynaklarının başında geldiğini, Antiokheia kazılarıyla belgelenmiş tarım aletleri ve tarımsal mahsullerin kalıntıları ortaya koymaktadır. Bu çalışmada, kazılarda açığa çıkarılan tarım aletlerinden ve pithoslarda bulunan tarım ürünlerinden[5] yola çıkılarak Antik Dönemde, Antiokheia ve çevresinde yapılan tarım ve bağcılık faaliyetleri ele alınarak, bulunan “Tarım Aletleri” tanıtılacaktır.
“Isparta İli Yalvaç, Gelendost ve Şarkikaraağaç İlçeleri Arkeolojik Yüzey Araştırması” projesi kapsamında Yalvaç ilçe sınırları içerisinde Tunç Çağı ve öncesine tarihlenen 40 adet höyük tespit edilmiştir[6] . Günümüz köylerinin tamamı bu höyüklerin üzerinde ya da yanı başında kurulmuştur. Ovadaki vadilerin içerisinden akan çayların kıyısına kurulmuş, Tunç Çağı ve öncesine ait köyler/kasabalar verimli, geniş tarım arazilerine sahiptirler. Höyüklerin üzerine kurulmuş olan günümüz köylerinin sınırları ile Antik Dönem sınırları hemen hemen aynı olmalıdır. Tarım arazileriyle birlikte bu höyük yerleşimlerini birbirine bağlayan yol ağları da kullanılmaya devam edilmektedir. Değişen tek şey yol yapım teknolojisidir. Höyüklerin üzerinde ve çevresinde bulunan ezgi taşlar ve taş değirmenler, yetiştirilen ürünler hakkında, bu ürünlerin üretim yöntemleri ve faaliyetleri konusunda bilgi vermektedir. Su kenarları bağ ve bostan için kullanılırken diğer alanlar başta buğday olmak üzere, arpa, nohut, mercimek gibi kuru tarım ürünlerine ayrılmış olmalıdır. Tunç Çağı ve öncesinde Yalvaç Ovası’nda yoğunluğu çoban ve çiftçilerden oluşan bir nüfus yaşıyor olmalıydı. Demir Çağı ile birlikte ortaya çıkan güvensiz ortamda yerleşimler, ovayı çevreleyen dağların eteklerine ve üzerine taşınmıştır[7] . Kale ve kulelerin yaygın bir biçimde ortaya çıktığı bu dönemde tarımın yapıldığı ovanın, insan yaşamındaki değerinden bir eksilme olmamıştır.
Demirin yoğun kullanılmaya başlanması; başta silah sektörü olmak üzere tarım aletlerinde de büyük bir devrim yaratmıştır. Çeşitlenen tarım aletleriyle üretim kolaylaşmış ve artmıştır. Bu dönemde ortaya çıkan kazma, kürek vb. aletlerin formları neredeyse hiç değişime uğramadan Doğu Roma İmparatorluğu’nun son dönemine kadar kullanılmıştır.
Helenistik Dönem’e kadar bölgede büyük kentlerin olup olmadığı konusunda epigrafik veriler şimdilik yetersizdir. Seleukos Krallığı’nın bölgeyi işgal etmesiyle (MÖ 3. yüzyıl başı) kolonileştirdikleri ve kralın adıyla andıkları Antiokheia, bölgede bilinen gerçek anlamdaki ilk kent olma özelliğini taşımaktadır[8] . Strabon, Helenistik Dönem yazarlarına atıfta bulunarak kent hakkında; “…(Antiokheia) öteki tepededir ve bir Roma kolonisine sahiptir. Burayı Maiandros yakınındaki Magnesliler iskân eder[9] .” demiştir. Verdiği bu bilgilerden kente ve bölgeye dışarıdan muhtelif halkların getirildiği anlaşılmaktadır. Nüfusun kozmopolitleştiği bu dönemde taştan ve mermerden inşa edilen kentler, teknolojinin geldiği seviyeyi göstermesi açısından oldukça önemlidir. Helenistik Dönem, tarımda ve tarım aletlerinde büyük gelişmelerin olduğu ve tarım aletlerinin iyice çeşitlendiği bir dönemdir. Antiokheia, konumundan dolayı her ne kadar askerî bir kolini olarak düzenlenmiş olsa da kentte, tarım ve hayvancılıkla uğraşan köylerin/köylülerin yaşantısından pek bir şey değiştirmemiştir.
Seleukos Hanedanlığı’ndan sonra, Antiokheia’nın Roma İmparatorluğu tarafından yeniden düzenlenip bir askerî üsse dönüştürülmesi (MÖ 25) kentin konumunun stratejik önemini ortaya koymaktadır. Ancak, Antiokheia’nın askerî stratejik konumu yanında önemsenip, tercih edilmesinde geniş tarım arazilerine ve hayvancılığa uygun yaylalara sahip olması da etkili olmuştur[10]. Kente yerleştirilen askerlerin beslenme ve bürünme gibi doğal ihtiyaçları, kentin teritoryumundan sağlanmış olmalıdır. Robinson başkanlığındaki Amerikan ekibinin 1924 yılı kazısında Tiberius Forumu’ndan çıkardıkları ve literatüre “Rusticus Yazıtı” olarak geçen yazıtta; kentte, iklim değişikliklerine bağlı olarak gerçekleşen tarımsal faaliyetlerdeki olumsuzluklar hakkında tarihi bilgiler bulunmaktadır[11]. Yazıtın tamamı şu şekildedir:
“İmparator Caesar Augustus Domitianus Germanicus’un Legatus Augusti’si (askeri vali) L. Antistius Rusticus buyurur ki; çok parlak Antiocheia Colonisi’inin yüksek memurları ve senatörleri bana sert geçen kıştan dolayı tahıl fiyatının ateş pahası olduğunu yazdıkları için halkın bir miktar hububata sahip olmasını sağlamak amacıyla, uygun bir zamanda herkes; Antiocheia Colonisi’nin ya çiftçileri yada sakinleri otuz gün içerisinde benim aldığım karar uyarınca nerede ne kadar tahıla sahip olduğunu, kendi ailesine yıllık ya yiyecek veyahut tohum olarak ne kadar götürmeye (ihtiyacı olduğunu), geriye kalan tahılın hepsinin Antiocheia Colonisi’nin tüccarlarına satmaya fırsat oluşturması için Antiocheia Colonisi Yüksek memurlarına (başvurarak) beyan edeceklerdir. Bu satın alma işinin 1 Ağustos olmasını kararlaştırıyorum. Ve eğer her kim ki bu karara uymamışsa ve her ne olursa olsun benim kararıma karşı gelerek saklamışsa, bilsin ki ben suçunu tespit ettikten sonra haber verenlere sekiz ölçek tahılı ödül olarak vereceğim; suç işleyeni de cezalandıracağım. Bu uzun sert kıştan önce tahıl fiyatının Coloni’de sekiz ve dokuz assis olduğunu ve onların vatandaşının açlığının herhangi birine kazanç olmasının büyük haksızlık olduğu bana bildirildiği zaman, tahılın ölçeğinin bir denarios’tan yüksek olmasını yasaklıyorum[12].”
Metinden, sert geçen kıştan sonra tahıl fiyatlarında meydana gelen artışa ve karaborsacılığa karşı sert önlemlerin alındığı anlaşılmaktadır. Bu yazıt, Antiokheia tarımının ve üretilen ürünlerin yaşamsal önemini açık bir biçimde ortaya koymaktadır. MS 8. yüzyıla kadar askerî konumu ön planda tutulan Antiokheia, Arap akınları, yol ağının değişmesi ve yeni kentlerin kurulmasıyla tamamen tarım ve hayvancılıkla uğraşan bir kent konumuna dönüşmüştür[13]. Özellikle Halife Velid Dönemi’nde, Mesleme komutasındaki Arap ordusunun 713 yılının ilkbaharında kenti ele geçirerek şehre verdiği zarar o kadar büyüktü ki bu tarihten sonra Antiokheia bir daha eski haline gelemedi ve küçülüp bir harabeye dönüştü. Kentte yapılan kazılarda 8. ve 9. yüzyıllara ait sikke ve yoğun arkeolojik verilerin bulunmaması kentin içine düştüğü durumu çok iyi anlatmaktadır[14]. Mimari olarak da kentte bu yüzyıllara ait büyük yapılar görülmemektedir. Bu dönemde çoğunlukla, moloz taşların kullanıldığı, devşirme malzemelerin öne çıktığı basit yapılar inşa edilmiştir. Ancak, 10. yüzyıla gelindiğinde İslam dünyasında yaşanan karışıklıklar ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun yönetimine II. Basileios gibi kudretli bir İmparatorun geçmesi Doğu Roma İmparatorluğu’nun, Antiokheia da dâhil olmak üzere Anadolu’nun birçok yerinde yeniden bir güvenli ortam oluşturmasına imkân vermiştir[15]. Kentte yapılan kazılarda özellikle nymphaeumun önünde açılan ve “Bizans Mahallesi” olarak isimlendiren alanda bu dönemi yansıtan oldukça yoğun arkeolojik materyale rastlanılmıştır[16]. Buluntular, Antiokheia’nın MS 10. yüzyılın sonları ve 11. yüzyılda önceki yüzyıllara göre nispeten daha iyi bir durumda olduğunu belgelemektedir. Ancak, kentte yapılan kazılarda özellikle MS 10. ve 11. yüzyıllara tarihlenen katmanlardaki yapılarda askerî teçhizattan çok tarım aletleri açığa çıkarılmıştır[17]. Bu yüzyıllarda kent yaşamında büyük bir değişikliğin meydana geldiği, kırsalda yetiştirilen ürünlerle yetinilmediği ve kentte ikamet edenlerin de kenti çevreleyen verimli arazilerde tarımsal faaliyetler sürdürdüğü anlaşılmaktadır[18]. İslam ordularının akınlarıyla tahrip edilen ve küçülen kentlerin büyük oranda onarılamadığı ve bu yüzyıllarda kentlerin hayvancılıkla birlikte tarım ve bağcılığa yönlendiği, Anadolu’nun farklı bölgelerinde yapılan kazılarla ortaya konulmuş durumdadır. Tarımın yaygın olduğu iç bölgeler dışında Batı Anadolu’da başta üzüm ve zeytin ürünlerinin üretiminde büyük artışlar olmuştur[19]. Bu yüzyıllar, Anadolu kentlerinin Doğu Roma İmparatorluğu egemenliğindeki son parlak dönemi olarak nitelendirilebilir.
67 hektardan oluşan Antiokheia kent merkezinin sadece %10’u kazılmış durumdadır. Kazılan alanlarda Batı Kapısı meydanını çevreleyen dükkânlarda, Salutaris, Cardo Caddelerinde ve Cardo Caddesi’nin batı portikosunda, Merkezi Kilise’de, Aedilicus Tepesi Kilisesi’nde ve Atriumlu Ev’de tarımda ve bağcılıkta kullanılan çok sayıda demir alet bulunmuştur. Bulunan tarım aletleri arasında saban parçaları, dolabra, kazma, kürek, orak ve öğütme taşlarını sayabiliriz. Balta, tahra, çapa, bağ makası gibi bağcılıkta kullanılan aletler ile çok sayıda kesici, delici, kazıyıcı aletler yanında keser, çekiç, çivi ve bunları keskinleştirmede kullanılan eğe gibi yardımcı aletler de bulunmuştur. Bunlar dışında ticari faaliyetlerde kullanılan farklı büyüklükteki terazi aksamları ve ağırlıkları da sayısal olarak dikkate değer niteliktedir.
Kentte Bulunan Tarım Aletleri
Kazma ve Kürek: Sabanla birlikte ekim ve dikimde kullanılan aletlerin başında kazma ile kürek gelmektedir. Antiokheia kazılarında, 1 adet kazma, 2 adet kürek ele geçmiştir. Kazma; döküm ve dövme tekniğinde yapılmış, monolit yapılıdır. Ahşap sapın geçtiği zıvana yuvarlak formluyken gövde, keskin ağza doğru genişleyerek yelpaze formunu almaktadır. Kenarları ile uçları kırık ve eksik olan kazmanın gövde formu bozuk, yüzeyi ise yoğun korozyonludur (Fig. 1). Kazmanın kullanım amacı toprağı deşmek olduğundan şekilsel olarak günümüz örneklerine de benzemektedir[20]. Örneğin Deutschlandsberg Kalesi Müzesi’ndeki metal buluntulardan Geç Demir Çağı’na ait tarım aletleri içerisinde Antiokheia’daki kazmaya benzer bir alet bulunmaktadır[21]. Toprak, kum, tohum, ot, saman gibi maddeleri kaldırmaya ve atmaya yarayan kürekler Antiokheia’da iki farklı tipolojiye sahiptir. Bunlardan birisi yuvarlak gövdeli (Fig. 2), diğeri ise dikdörtgen gövdelidir (Fig. 3). Küreklerin ağızları içe doğru hafif bükümlüdür. Sap kısımları kırık ve eksik olan küreklerin gövde formları bozuk, üzerleri de yoğun korozyonludur. Örneğin Sardis[22], Keszthely-Fenékpuszta[23] ile Macaristan’da bulunan tarım aletleri arasındaki küreklerin[24] Antiokheia’daki küreklere benzedikleri izlenilmiştir. Kentte bulunan bu 2 kürek ile 1 kazmanın buluntu konteksi, aletlerin MS 10-11. yüzyılları arasında kullanıldıklarını göstermektedir.
Çapa: Bahçe, tarla, bağ gibi alanlarda toprağı eşelemek ve tohum ekme işlemelerinde kolaylık sağlayan çapalar, tarihin her döneminde kullanılmış aletlerdir[25]. Çapa; Antik Yunan’da Dikella ve Makella olarak iki farklı isimde tanınmaktadır[26]. Dikella[27] iki sivri uçlu, Makella ise tek uçlu mala gibi düz ağızlı olanlardır[28]. Palladius’a göre çapalar (lat. Sarculum) iki tiplidir. Bunlar: Tek Bıçaklı (Simplex) Çapalar ve Çift Çatallı (lat. Bicorne,) Çapalardır[29]. Antiokheia kazılarında 4 tane çapa ele geçmiştir. Formlarından yola çıkılarak nitelendirilecek olunursa; Antik Yunan tarım terminolojisine göre Makella Tipli Çapalar, Palladius’a göre ise Tek Bıçaklı Çapalar grubuna girmektedir. Antiokheia çapaları, döküm ve dövme tekniğinde yapılmış, silindirik kısa saplı, içe doğru eğimli tek bıçaklı düz ağızlıdırlar. Gövde formları bozuk, kenarları ile uçları kırık ve eksik, üzerleri ise yoğun korozyonludur (Fig. 4-7). Kentin Batı Kapısı kazı çalışmalarında açığa çıkarılan iki adet çapa, (Fig. 4, 5) buluntu konteksi kapsamında MS 7. yüzyıl içerisinde yani Herakleios Dönemi’ne, diğer çaparlar ise (Fig. 6, 7) MS 10-11. yüzyıllar arasına tarihlendirilmektedir. Antiokhei çapaları, Arykanda çapalarına hem form hem de işlevleri açısından benzerlik gösterir. Silindirik saplı, perçin delikli ve tek bıçaklı olmaları her iki kentin çapalarının ortak özellikleridir[30]. Yine Alexsandria Troas kazılarında bulunan tek bıçaklı çapalar[31] ile Antiokheia çapaları analojik olarak benzer özellikler taşınmaktadırlar.
Orak: Bronz Çağı’ndan itibaren görmeye başladığımız metal oraklar, tarım ve ormancılıkta kullanılan kesici aletlerin başında gelir[32]. Roma İmparatorluk Dönemi’nde ise demirden üretilmiş orakların arazide kullanım alanlarının çeşitlenmesiyle farklı uzunluklarda ve formlarda yapılmaya başlanılmıştır[33]. Oraklar Akadça niggallum[34], Kültepe yazıtlarında mina ve šeqel[35], Antik Grekçede ∆ρεπανε (Drepane) olarak isimlendirirken[36]; Romalılar Falx/Falces olarak isimlendirmişlerdir[37]. White, yazılı metinler aracılığıyla yaptığı araştırmalar neticesinde orakların on iki ayrı türünün olduğunu belirlemiştir[38]; bunlardan bazıları isimleriyle bazıları da formlarıyla yazılı metinlerde geçmektedir[39]. White’ın gruplandırmasına göre oraklar Falx Arboraria adını taşımaktadır[40]. Antiokheia’da toplam 4 orak ele geçmiştir (Fig. 8-11). 3’ü Falx Arboraria’ya göre Falx Vericulata[41] yani büyük boy oraklar içerisinde değerlendirilebilir (Fig. 9-11). Bu gruptaki oraklar genelde arazideki büyük boy otları, arpa, buğday vb. tahılları biçmek için kullanılır. Diğer orak ise daha küçük boyutludur (Fig. 8). Bu orak, ekin biçmekten çok küçük boy otların biçilmesinde kullanılmış olmalıdır.
Antiokheia oraklarının tamamı, döküm ve dövme tekniğinde yapılmıştır. Gövdeleri yay şeklinde, uçları çengel, gövdeleri yassı ve dar kalıplıyken, sap kısımları silindirik[42] formludur. İç kısımları yani bıçak ağızları keskindir. Tamamının gövde formu bozuk, kenarları ile uçları kırık ve eksik, üzerleri ise yoğun korozyonludur. Buluntu kontekslerinden yola çıkılarak büyük oraklar (Fig. 9-11) MS 10-11. yüzyıla, küçük orak ise (Fig. 8) MS 5-6. yüzyıl arasına tarihlendirilmektedir. Antiokheia’daki orakların benzer örneklerine Sardis[43], Arykanda[44], Alexsandria Troas[45], Burgmuseum Deutschlandsber[46] gibi alanlarda rastlanılmıştır. Bakıldğında kentte bulunan oraklar neredeyse form olarak hiçbir değişime uğramadan günümüzde de kullanılmaktadır[47].
Tırmık: Sürülmüş ve kabartılmış toprak örtünün taşını, çöpünü ayıklamaya, ekilen tohumun üzerinin kapatılmasına ve bağ, bahçe otlarını temizlemeye yarayan seyrek dişli, uzun silindirik saplı, tarak biçimli olan aletlere tırmık denir[48]. Bu aletler ilk olarak ahşaptan[49] sonrasında ise demirden[50] yapılmıştır. Antiokheia’da 2 adet demir tırmık bulunmuştur (Fig. 12, 13). Tırmıklar, dövme ve kesme tekniğinde yapılmış dikdörtgen yassı gövdeli ve silindirik formlu zıvanası olan yuvarlak saplı aletlerdir. Dişler gövdeden kesilerek, tarak şeklinde oluşturulmuştur. Tırmık dişleri kırık ve eksik olduğundan diş tipinin nasıl olduğu anlaşılamamaktadır. Gövde formları bozuk bu tırmıkların doğal ve beşerî faktörlerden dolayı yüzeylerinde bozulmalar meydana gelmiştir. Antiokheia tırmıklarının benzer örneklerine Keszthely-Fenékpuszta’daki metal buluntuları arasında rastlanılmaktadır[51]. Antiokheia tırmıklarının buluntu konteksti, aletlerin MS 10. yüzyıl ile 11. yüzyıl arasında kullanıldıklarını göstermektedir.
X(Ğ)ırç ve Keski: Antiokheia’da 6 adet X(ğ)ırç (konik delgi) (Fig. 14-19) ile 5 adet keski ele geçmiştir (Fig. 20-24). X(ğ)ırçlar dövme ve katlama tekniğinde yapılmış, ahşap sapın takılabilmesi için içi boş konik gövdeli, uçları sivri tarım aletleridir. Bunlar genelde bahçelerde, bağlarda ya da tarlalarda toprağa oyuk açmak için kullanılan aletlerdir. Bu aletlerin tarihsel süreçleri hakkında hiçbir bilgi yoktur. Kontekstlerinden ötürü x(ğ)ırçlardan Fig. 17 ve 18’in MS 5-6. yüzyıllar arasında, geriye kalan x(ğ)ırçların da MS 10-11. yüzyıllar arasında kullanıldıkları düşünülmektedir. Antiokheia’daki keskilerden bir tanesi bıçağa benzemektedir (Fig. 20). Diğer 4 keskinin sap kısımları silindirik formludur ve içleri boştur, gövdeleri yassı şeklinde yelpaze uçlu düz ağızlıdır (Fig. 21-24). Ahşap sap takılan bu aletler arazide yabanıl otları, soğanımsı bitkileri (çiğdem vb.) kökünden çıkarmak için kullanılmaktadır. Fakat tıpkı x(ğ)ırçlarda olduğu gibi bu tip keskilerin de tarihsel bilgileri bulunmaz. Buluntu kontekstlerinden yola çıkılarak Fig. 23’ün MS 5-6. yüzyıllar arasında, geriye kalan keskilerin de MS 10-11. yüzyıllar arasında tarımsal faaliyetlerde kullanıldıkları varsayılmaktadır.
Bağcılığın, Anadolu uygarlık tarihinde tam olarak ne zaman başladığı kesin olarak belirlenebilmiş değildir[52]. Anadolu’daki bağcılık faaliyetleriyle ilgili metinlere Kültepe Yazıtlarından (MÖ yaklaşık 1975-1723) rastlanmaktadır[53]. Bu tarihten itibaren bağcılıkta -genellikle- incir, nar, meşe palamudu[54], üzüm gibi meyveler yetiştirilmiş ve Anadolu’da toplam 1256 adet üzüm çeşidinin olduğu tespit edilmiştir[55]. Üzümler hem kuru hem de yaş olarak tüketilmiştir[56]; ayrıca üzümlerden “pekmez, bulama, pestil, lokum, köfter, sirke, şarap” gibi ürünler elde edilmiştir[57]. Bu ve buna benzer bağcılıktaki ürünleri elde etmek için de farklı aletler kullanılmıştır. Örneğin kesmek ve budamak için tahra, bağ makası, bağ bıçağı, dolabra, (vb.); ezmek ve çakmak için ise çekiç, keser, tokmak gibi malzemeler büyük kolaylıklar sağlamıştır. Zamanla bu aletler, insanların ihtiyaçları doğrultusunda tekrardan şekillendirilmiş ve farklı formları sayesinde bağcılık alanındaki ürün çeşitliliği de arttırılmıştır.
Pisidia Antiokheiası’nda da bağcılıkla ilgili bazı aletler Atriumlu Ev’in kazı çalışmalarında; büyük çoğunluğu ise Nymphaeum önündeki Bizans Mahallesi’nde ve diğer kazı alanlarında bulunmuştur[58]. Bu aletler tahra, bağ makası, bağ bıçağı, dolabra, testere, balta gibi aletlerden oluşmaktadır[59]. Kentte bulunan bağ aletleri şunlardır:
Tahra: Tahra; ağaç dallarını kesmeye, budamaya, ince odunları kırmaya yarayan, satırdan biraz büyük, demir saplı, kesme aletidir[60]. Antiokheia’da Atriumlu Ev, Cardo Maximus Batı Portiko, Saluratis Caddesi’nde gerçekleştirilen 2014-2015 kazı çalışmaları ve Men Tapınağı 2018 yılı kazı çalışmaları sonucunda toplam 7 tane “Tahra[61]” ele geçmiştir. Bu tahralar kendi içerisinde 4 tipe ayrılmaktadır. Bunlar: Keski Çıkıntılı Tahra (Fig. 25, 26, 27), Büyük Tahra (Fig. 28), Küçük Tahra (Fig. 29, 30), Minyatür Tahra (Fig. 31) şeklindedir.
Malzemesi demir olan buluntuların tamamı; döküm ve dövme tekniğinde yapılmış, monolit yapılıdırlar. Yassı gövdeleri yay şekilli, uçları kavisli, ağız kısımları keskindir. Beş tanesinin sapı içi boş silindirik formlu iken iki tanesinin sapının yassı, dar kalıplı ve gövdeden uca doğru sivrilen bir yapıda olduğu izlenilmiştir. Tahraların gövde formları bozuk, kenarları ile uçları kırık ve eksik; üzerleri ise yoğun korozyonludur. Men Tapınağı’nda bulunmuş olan tahra ise minyatür şekilli[62] olduğundan bu tahranın, MS 3. yüzyıl civarında Men Tapınağı’na sunulan bir adak eşyası olduğu varsayılmaktadır (Fig. 31). Keski çıkıntılı tahraların bir tarafı budama işlerinde kullanılırken bir tarafı ince odunları kesmek için kullanılmış olmalıdır[63] (Fig. 25-27). Bu tarz tahralara Alexsandria Troas’ta[64], Mikulčice’de[65] ve Pergamon’da[66] rastlanılmıştır. MS 5-6. yüzyıllarda keski çıkıntılı tahralar Geç Roma ve Erken Bizans’ta[67] yoğun bir şekilde kullanılmışlardır. Büyük tahralar ise sıklıkla bağ budamada kullanılmış aletler içerisindedir ve kazılarda açığa çıkarılan büyük tahralar, bulundukları konteks aracılığıyla MS 10-11. yüzyıllar arasına tarihlendirilmektedir (Fig. 28). Antiokheia’daki büyük tahraların benzer örneklerine ise Mikulčice’de[68], Burgmuseum Deutschlandsberg’de[69], Arykanda’da[70], Keszthely-Fenékpuszta’da[71] rastlamaktayız. Küçük tahralar ise gündelik işlerde kullanım görmüşlerdir ve bunlar da büyük tahralar gibi MS 10-11. yüzyıl aralığına tarihlendirilmiştir (Fig. 29, 30).
Pisidia Antiokheiası’nda bulunmuş tahraların Anadolu’daki benzer örneklerine yukarıda değinilmiştir. Araştırma kapsamındaki incelemelerde tahralar ile orakların karıştırıldığı görülmüştür. Daha önce yapılmış olan bilimsel çalışmalarda tahraların tamamı “orak” adı altında değerlendirilmiştir. Fakat oraklar ile tahraların arasında büyük bir ayrım vardır. Birisi tarımda ekin biçmek için kullanılırken diğeri ağaç budamada ya da kesmede kullanılmıştır. Oraklar tahralara göre daha büyük, keski kısımları daha dar ve ince yapılı iken[72]; tahralar kısa boylu, keski kısımları oraklara göre daha geniş ve kalın saplıdırlar[73]. Dolayısıyla hem formları hem de kullanım alanlarında farklılık gösteren bu aletlerin arasında bir anlam karışıklığı bulunmaktadır. Örneğin 2018 yılı Alexandria Troas kazı çalışmaları sırasında bir pithosun içerisinde tarım ve marangozluk aletleri ele geçmiş ve bu aletlerin içerisinde Pisidia Antiokheia’da bulunan tahraların birebir örnekleri[74], E. Öztepe tarafından “tahra” olarak değil, “küçük oraklar” şeklinde tanımlanmıştır[75]. A. Oransay[76], F. Mauther[77] ve A. Gültekin[78] de tahralar ve oraklar konusunda belirli ve net bir ayrım ortaya koyamamıştır. Yukarıda da açıklandığı gibi tahralar ile orakların, formları ve kullanım alanları birbirlerinden farklıdır.
Testere ve Bıçkı: Odun, ağaç, kemik ya da benzeri malzemeleri kesmeye ve ağaçları budamaya yarayan dişleri üçgen kesimli aletlerdir. Antiokheia’da 1 adet büyük testere (Fig. 32), 2 tane de bıçkı (Fig. 33, 34) bulunmuştur. Tamamı dövme ve kesme tekniğinde yapılmış, dikdörtgen yassı gövdeli, dar kalıplı, üçgen dişlidirler. Gövde formları bozuk olan aletlerin kenarları ile uçları kırık ve eksik, üzerleri ise yoğun korozyonludur (Fig. 32-34). Buluntu konteksinden ötürü MS 10-11. yüzyıllar arasına tarihlendirilmektedirler. Antiokheia’da bulunan testerenin benzer örneğini Minerva Sunağı’nın üzerindeki bir kabartmada görmekteyiz[79].
Bağ Makası/Budama Makası: Ağaç ya da üzüm bağı gibi malzemelerin fazlalıklarını kesmeye/temizlemeye yarayan aletlerdir. Pisidia Antiokheiası kazılarında bugüne dek 1 adet budama/bağ makası ele geçmiştir. Makas döküm ve dövme tekniğinde yapılmış, çift kolludur. Kollar çaprazlama yapılıp birbirine bir vida ile sabitlenmiştir. Makasın gövdesi üçgen kesimli keskin ağızlıdır. Kol ucu çengel şeklinde kıvrımlı olan makasın gövde formu bozuk, bir kısmı kırık ve eksik, üzeri ise yoğun korozyonludur (Fig. 35). Antiokheia’da bulunmuş olan bu makasın benzer örneğine Arykanda’da rastlanılmaktadır[80]. Atriumlu Ev’de bulunan makasın tarihi; birlikte bulunduğu seramik ve diğer eserler dikkate alındığında MS 6. yüzyıl içerisinde değerlendirilebilir.
Dolabra: İtalya’daki bir mezar anıtından ismini alan bu aletlerin iki farklı işlevi vardır[81]. Bir tarafı dar ve keskin balta şeklinde, diğer tarafı eğimli, geniş ağızlı ya da sivri uçlu kazma formlu olan dolabralar “çift ağızlı baltalar” olarak da tanımlanmaktadır[82]. Antik metinlerde dolabraların kullanım alanlarıyla ilgili bilgiler edinilmektedir[83]. Bunlardan sapı uzun olanlar tarımda toprağın devşirilmesinde, kök ve yabanıl bitkilerin temizlenmesinde kullanılmışlardır. Ayrıca üzüm bağlarının temizlenmesinde de dolabralardan yararlanıldığı bilinmektedir[84]. Dolabraların, üç farklı formu bulunmaktadır. Bunlar; kazma tarafı düz, aşağıya dönük kazma ve yukarıya dönük kazma olanlar[85] şeklinde birbiri içerisinde ayrılmaktadırlar. İlki tarımda toprağı eşelemede ya da bağı kaldırmada, ikincisi madenciler (traverten, mermer, granit, tüf gibi taşları çıkarmada kullanan ustalar) tarafından tercih edilirken üçüncüsü de özellikle askerî seferlerde inşaat faaliyetlerinde kullanılmaktadır[86]. Örneğin MS 112-113 tarihlerinde Şamlı Apollodoros tarafından yapıldığı bilinen Trajan Sütunu’nun imar sahnesinde, Trajan’ın Dacia seferindeki ordusunun kale yapımı, yol yapımı ve ağaç kesimi işlemleri esnasında dolabra kullanıldıkları görülmektedir[87]. Ninive-Sanherip Sarayı’nın duvar kabartmalarında da Asurlu askerlerin yıkım faaliyetleri sırasında dolabra kullandıkları görülür[88]. Pisidia Antiokheia’sında ise 4 adet dolabra ele geçmiştir. Bu dolabralar formlarından dolayı birinci grup içerisinde değerlendirilebilirler. Tamamı döküm ve dövme tekniğinde yapılmış bir tarafı balta şekilli, bir tarafı aşağıya dönük düz ağızlı kazma şekillidir. Orta noktalarında yuvarlak bir biçimde açılmış sapın zıvanası bulunmaktadır. Gövde formları bozuk olan dolabraların tamamının kenarları ile uçları kırık ve eksik, üzerlerinin de yoğun korozyon olduğu izlenilmiştir (Fig. 36-39). Kazılar sırasında açığa çıkarılan dolabraların MS 10-11. yüzyıllar arasında bağcılık faaliyetlerinde kullanıldıkları varsayılmaktadır. Anadolu’da pek çok örneği bulunan dolabraların Antiokheia’daki benzer örneklerine Arykanda Naltepesi’nde[89], Isauria’daki Philadelphia’da[90], Kibyra’da[91], Zeugma’da[92] ve Sardis’te[93] rastlanılmıştır.
Balta: Ağaç kesmek, budamak, odun kırmak, yontmak gibi çeşitli işlemlerde kullanılan, farklı boyutları ile formları olan keskin ağızlı aletlerdir[94]. Baltanın ilk kullanımı Paleolitik Dönemlerde başlamıştır[95]. Bu dönemde yapılan aletler, ahşap bir sopaya tutturulmuş uçları ile kenarları keskin taşlardan oluşmaktadır[96]. Balta için tercih edilen taşlar, genelde dayanıklılıkları nedeniyle çakmak taşı ile obsidyendir. Zamanla insanların ihtiyaçlarının artması ve bu aletlerin doğan ihtiyaçlara cevap verememesi baltaların bakır, tunç[97] gibi malzemelerden üretilmesini gerekli kılmıştır[98]. MÖ 1200 yılı insanlığın dönüm noktalarından birisi haline gelmiştir. Demirin insan hayatına girmesiyle beraber zor işleri kolaylaştıran pek çok aletin temeli de bu dönemde atılmıştır[99]. Basit ve uzun süreli kullanıma dayanıksız olan malzemeler (taş, bronz gibi) insanın gündelik işlerinde, tarımsal faaliyetlerinde ya da kesim gibi işlemlerinde sıkıntılar çıkarmış; bu yüzden basit ve dayanıksız malzemeler yerini oldukça sert ve sağlam yapıda olan demire bırakmıştır[100]. Dolayısıyla baltanın insanlık tarihi açısından ne kadar önemli olduğunu, kesintisiz bir şekilde günümüze kadar evrilerek bir gelişim süreci geçirdiğini arkeolojik veriler doğrultusunda anlayabiliyoruz. Baltanın hem paganist inançlara hem de semavi inançların kutsal kitaplarına konu olması bunların ne derece önemli olduğunu göstermektedir[101]. Pisidia Antiokheiası’nda da toplam 3 adet balta bulunmuştur (Fig. 40-42). Baltaların tamamı döküm ve dövme tekniğinde yapılmış, yelpaze ağızlıdır. Sap kısımları kırık ve eksik olan baltaların üzerleri yoğun korozyonludur. Bir baltanın üzerinde ise kazıma çizgi tekniğinde yapılmış birbirine paralel olan iki çizgi bulunmaktadır (Fig. 40). Buluntu kontekstlerinden ötürü MS 10-11. yüzyıllara tarihlenmektedirler. Antiokheia’daki baltaların benzerlerine[102] Kibyra’da[103] ve Sardis’te[104] rastlanılmıştır.
Keser: Keserler genellikle ahşap işçiliğinde kullanılmaktadır; bununla birlikte ağaç ve tahta yontmaya, çivi çakmaya ya da sökmeye yarayan, kısa saplı, bir tarafı keskin ağızlı, bir tarafı çekiç başlı aletlerdir[105]. Keserin Antik Dönem’de tam olarak hangi tarihte kullanılmaya başladığına ilişkin kesin bir veri yoktur. Antiokheia’da Cardo Maximus’ta yapılmış kazı çalışmalarında 1 adet keser bulunmuştur (Fig. 43). Döküm ve dövme tekniğinde yapılmış olan keserin, keskin ağız kısmı kırık ve eksiktir. Sadece çekiç başı korunmuş durumdadır. Yuvarlak formlu olan bu başın gövde formu bozuk etrafı ise kırık ve eksiktir. Buluntu kontekstinden ötürü keser, MS 10- 11. yüzyıllar arasında değerlendirilebilir.
Çekiç: Çekiç, bir objeyi çakmak, dövmek, yassılaştırmak ya da ezmek için kullanılan bir alettir[106]. Antik Dönem’de “taş ustası aleti” ya da “madırga” olarak bilinmektedir[107]. Bunlar daha çok taşları şekillendirmede ve bağcılıkta çeşitli malzemeleri çakma ya da ezme işlemlerinde kullanılmaktadırlar. Örneğin bir terra sigillata kabartmasında, çekiciyle beraber Demirci Tanrısı Vulcan’ı (Yunan’da Hephaistos) görmekteyiz[108]. Ephesos’ta bulunan lahit fragmanın üzerinde de elinde çekici olan bir çırak betimlenmiştir[109]. Antiokheia’da da Cardo Maximus kazı çalışmaları sonrasında 5 adet çekiç ele geçmiştir (Fig. 44-48). Çekiçlerin tamamı döküm ve dövme tekniğinde yapılmış, yassı dikdörtgen gövdelidirler. Gövde formları bozuk olan çekiçlerin bir kısmı kırık ve eksiktir. Çekiçlerden iki tanesi tam olarak ele geçmiştir (Fig. 47, 48). Bu çekiçlerin bir uçları tokmak şekilli diğer uçları ise yassı formludur. Orta noktalarında ise yuvarlak formlu sap zıvanası bulunmaktadır. Kazılar sonucunda açığa çıkarılan çekiçlerin kontekstleri MS 10-11. yüzyıllar arasında kullanıldığını göstermektedir. Pisidia Antiokheiası’nda bulunmuş olan çekiçlerin benzer örneklerini Alexsandria Tros’ta[110], Sardis’te[111], Kibyra’da[112] ve Aykanda’da[113] görmekteyiz.
Bağ Bıçağı/Budama Bıçağı: Bağlarda ve bahçelerde yetiştirilen meyve, sebze, çiçek gibi fidanları, bitkileri ve üzüm bağlarını budamaya yarayan aletlerdir[114]. Antiokheia’da ise yüzden fazla demirden yapılmış bıçak bulunmuştur fakat aralarında geniş gövdeli, çengel ağızlı olanların sayısı azdır. Bu tarz bıçakların geniş ve kalın gövdelerinden dolayı bağcılıkta budama ya da aşılama işlemlerinde kullanılmış olma ihtimali oldukça yüksektir. Buluntu kontekstine göre MS 10-11. yüzyıllar arasında değerlendirilebilir. Döküm ve dövme tekniğinde yapılan bıçakların gövde formları bozuk, kenarları ile uçları kırık ve eksiktir (Fig. 49). Örneğin Sardis’te de bağ bıçağına benzer bıçaklar açığa çıkarılmıştır[115]. Çanakkale Arkeoloji Müzesi’nde bulunan bir stel üzerinde kabartma şeklinde yapılmış bağ/budama bıçağı betimlemesi bulunmaktadır[116].
Bu metal eserlerin dışında tarım ve bağcılık işlerinde dolaylı yoldan da olsa kullanılan bazı aletler de ele geçmiştir. Bunlar şu şekildedir:
Zikke (Kazık): Kazıkların kullanım alanları farklı olsa da tarımda bağ, bahçe, tarla gibi alanlarda toprağa fide ya da tohum dikmek için kullanılırlar. Bunun yanı sıra tarım araçları içerisinde yani kağnı ile at arabalarının sabitlenmesinde ve tarım işlerinde kullanılan hayvanların (at, katır, öküz ve eşek) açık alanlarda bağlanmasında kazıklardan faydalanıldığı bilinmektedir. Halk arasında kazıklara “zikke” de denilmektedir. Pisidia Antiokheiası’nda 3 adet zikke ele geçmiştir (Fig. 50-52). Bunlardan bir tanesi oldukça büyük bir forma sahiptir[117] ve bu zikkenin büyük baş hayvanları bağlamak için kullanıldığı düşünülmektedir (Fig. 52). Tamamı silindirik gövdeli, baştan uca doğru daralıp sivrilmektedirler. Gövde formları bozuk olan zikkelerin kenarları ile uçları kırık ve eksik, üzerleri de yoğun korozyonludur. Kontekslerinden ötürü MS 10-11. yüzyıllar arasına tarihlenmektedirler.
Eğe: Demir, tunç, bronz, tahta gibi malzemeleri düzeltmek, parlatmak, keskinleştirmek, sivriltmek için kullanılan aletlere denir[118]. Antiokheia’da 1 adet eğe bulunmuştur. Döküm ve dövme tekniğinde yapılmış olan eğe, dikdörtgen yassı gövdeli, uzun ve dar kalıplıdır. Üzeri birbirine paralel olan pürtüklerden oluşmaktadır. Gövde formu bozuk, kenarları ile uçları kırık ve eksik, yüzeyi ise yoğun korozyonludur (Fig. 53). Antiokheia’da bulunan eğenin benzer örneklerine rastlanılmamıştır ve konteksinden dolayı MS 10-11 yüzyıl arasında kullanıldığı varsayılmaktadır.
Saplar ve Saban Ucu: Pisidia Antiokheiası’nda farklı tarım ve bağ aletlerine ait olan 3 adet sap (Fig. 54-56) ile 1 adet saban ucu (Fig. 57) ele geçmiştir. Sapların tamamı içi boş konik formludur. Gövde formları bozuk olan sapların bir kısmı kırık ve eksik, üzerleri de yoğun korozyonludur. Saban ucu ise silindirik gövdeli, çengel şekilli, gövde formu bozuk, büyük kısmı kırık ve eksik, üzeri yoğun korozyonludur.
Sonuç ve Değerlendirme
Yukarıda tanıtılan tarım ve bağ aletleri kentte bugüne kadar yapılan kazılarda bulunan örneklerden oluşmaktadır. Örneklerin azlığı kazı yapılan alanların genellikle büyük kamusal yapılar olmasından kaynaklanıyor olmalıdır. Bugüne kadar kazılan yerler idari, askerî, dinî gibi sosyal donatı alanlarından oluşurken; kentin tarım ve bağcılıkla uğraşan kesimine ait konut ya da çiftlikler henüz kazılmamıştır. Bulunan aletler, diğer kentlerde açığa çıkarılanlarla oldukça benzerdir. Dönem modası her zaman göz önünde bulundurulmak koşuluyla bu benzerliğin bir etkileşimden çok aletlerin işlevlerinden kaynaklanan tarihsel gelişim sonucu aldıkları ortak form benzerliği olduğu savlanabilir. “İhtiyaçlar icatları doğurur” sözü tarihin her döneminde geçerli bir sözdür. Tarım ve bağcılıkta meydana gelen gelişmeler; kullanılan aletlerin çeşitlenmesini de sağlamıştır. Neolitik Dönem’den başlayan tarımsal faaliyetlerle ortaya çıkan tarım aletleri, materyal değişse de form olarak büyük bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmişlerdir. Antiokheia tarım aletlerinin, gerçekleştirilen tarımsal faaliyetlere ya da hizmet alanlarına göre ortak veya genel örüntüsünü oluşturmak mümkün değildir. Diğer bir ifadeyle, farklı tarımsal faaliyetlerde (bağcılık, kuru tarım, bahçecilik vb.) kullanılan Antiokheia tarım araçları, faaliyet alanlarına mahsus bir şekilde, kesin çizgilerle ayrılamamaktadır. Bunlar, müşterek kullanımlı, çok işlevli aletler olarak karşımıza çıkmakta ve hatta bazı aletler, benzer formlar taşımaktadırlar.
Neolitik Dönem’den itibaren insanın temel besin maddesini tahıl oluşturmaya başlamıştır. Antiokheia çevresinde günümüz yerleşimlerin tamamının altında ya da yanı başında görülen çok sayıda Neolitik yerleşim, kentin bulunduğu ovada tarihin her döneminde tarımın yapıldığını kanıtlamaktadır. Ele geçen oraklar hasat işleminin nasıl yapıldığını göstermeleri bakımından önemlidir. Kentte, 2015 yılında yapılan kazılarda açığa çıkarılan Atriumlu Ev’in kilerinde bulunan pithoslar içerisinde buğday, haşhaş, nohut, fasulye ve mercimek örnekleri Antiokheia’da yetiştirilen ürünlerin arkeolojik kanıtlarıdır[119]. Buğday ve arpa başta olmak üzere bu ürünlerin tamamı Yalvaç Ovası’nda yetiştirilmiş ve günümüzde hâlâ yetiştirilmeye devam edilmektedir. Kazma ve kürek insanın en büyük icatlarındadır. Çok farklı alanlarda kullanılan bu aletler, sabanla birlikte tarımın ve bağcılığın gelişmesinde en büyük paya sahiptirler.
Seleukoslar Dönemi’nde, Antiokheia ve çevresindeki tarım arazileri yerel halktan alınıp dışardan getirilen kolonistlere, Roma İmparatoru Augustus Dönemi’nde ise kente yerleştirilen emekli askerlere verilmiştir. Büyük bir ihtimalle her yönetim değişikliğinde topraklar da büyük oranda el değiştirmiş olmalıdır[120]. İmparator Augustus Dönemi’nde Ay Tanrısı Men’in Tapınağı’na ait olan arazilerin parçalanıp dağıtılması ve tapınağın ekonomi yönetimine Romalı bir denetçinin atanmış olması egemen güçlerin tarım arazileriyle birlikte üretimi de nasıl kontrol altına aldıklarına güzel bir örnektir. Değişmeyen tek şey ise ürünler olmuştur.
Antiokheia’nın hayvancılığa uygun doğası, diğer hayvanların yanı sıra tarımda kullanılan öküz gibi hayvan türlerinin de yetiştirilmesinde kolaylık sağlamıştır. Kentte yapılan kazılarda at, katır, eşek ve öküzlerde kullanılan çok sayıda nal açığa çıkarılmıştır. Ayrıca, bu hayvanları bağlamaya yarayan zikke gibi aletler de yukarıda anlatılan buluntular arasındadır. Bunların dışında, kentin ana caddelerinin kenarlarında bulunan dükkânlarda yapılan kazılarda açığa çıkarılan çok sayıda farklı ebatlara sahip teraziler ve ağırlıklar, ürünlerin ölçülmesinde ve satışında kullanılmıştır.
Bahsedilen tarım ürünlerinin dışında özellikle su kenarlarında sebze yetiştiriciliği de yaygın bir biçimde yapılmış olmalıdır. İnsan yaşamında önemli bir yer tutan bağcılıkla ilgili bulunan aletler, çeşitli meyve ağaçlarıyla birlikte üzüm bağlarının yaygın olduğunu göstermektedir. Budama makasları, aşılama bıçakları, balta, kazma, dolabra, tırmık, kürek, bel ve çapalar gibi bağcılıkta kullanılan aletlerin, diğer kentlerde olduğu gibi Antiokheia’da da bulunduklarını belgelemektedir. Günümüzde, Antiokheia’nın eteklerinde ve çevresinde görülen üzüm bağları, geçmişin bir devamı olarak yorumlanabilir. Yalvaç’a bağlı köylerin tamamında üzüm bağlarının bulunması, başta Kuyucak Köyü olmak üzere birçok köyün ana geçim kaynağını üzümün oluşturması tesadüfi olmasa gerek. Köylerde yaptığımız yüzey araştırmalarında birçok köyde görülen ezme taşları Antik Dönem’deki üretimin tanıklarıdır. Kentin çevresinde bulunan mezar yapılarının üzerinde yoğunlukla görülen tarım aletleri ve üzüm salkımları, mezar sahibinin mesleğinin yanı sıra yetiştirilen ürün hakkında da bilgi vermektedir. Kentin ana giriş kapısının üzerinde betimlenen Geniuslar’ın ellerinde tuttukları üzüm salkımları, bereketi sembolize etmekle beraber bu ürünün kent halkı için olan önemini de vurgulamaktadır[121]. Kent yapılarındaki mimari bezemelerde de asma ve üzüm salkımları oldukça yoğun kullanılmıştır.
Kazılarda bulunan tarım ve bağcılıkta kullanılan aletlerin tamamının kentte üretildiğinin kanıtı ise açığa çıkarılan demirci fırınıdır[122]. Bugüne kadar kentte yapılan kazılarda açığa çıkarılan buluntular arasında en yoğun gurubu metal eserler oluşturmaktadır. Günlük kullanılan ve sürekli ihtiyaç duyulan bu tür malzemenin yerel üretimi zorunludur. Metal eser üretiminin Antiokheia’da oldukça ileri bir düzeyde olduğunu gösteren çok sayıda nitelikli eser bulunmuştur. Buluntu yerleri dikkate alındığında çalışmayı oluşturan eserlerin çok azı MS 6-7. yüzyıllara tarihlenirken; büyük çoğunluğu 10-11. yüzyıl tarihlerini vermektedir.
Makaleye konu edilen aletlerin bazılarının antik isimleri bilinirken bazıları bilinmemektedir. Bilinen isimler de genellikle Grek ve Roma kaynaklarından günümüze ulaşabilenlerdir. Neolitik Dönem’den itibaren çok önemli bir tarım coğrafyası olan Anadolu’da yaşamış olan uygarlıklarda maalesef Grek ve Roma Uygarlıklarında olduğu gibi hayvancılığı, tarımı, tarım aletlerini, mevsimleri ve iklimleri anlatan yazarlar görülmemektedir. Batı dünyasında “Erga Kai Hemerai (İşler ve Günler )” adlı kitabı yazan ve MÖ 8. yüzyılda yaşamış Hesiodos, “Oikonomikos (İktisat Üzerine)” adlı kitabı yazan Ksenophon, Helenistik Dönem’de “Oeconomica (Ekonomi)” adlı kitabı yazan Aristoteles ve bunlardan esinlenerek Romanın gücünü ve güçlü karakterini aldığını düşündüğü “Georgica (Çiftçilik Sanatı )” adlı kitabı yazıp dönemin İmparatoru Augustus’a okuyan Vergilius gibi yazarlara, Hitit, Lidya, Frig vb. Anadolu uygarlıklarında rastlanmaz. Anadolu’da ilk merkezi devleti kuran Hititlerin yazılı tabletleri arasında arazi, sınır kavgaları ve tarımla ilgili metinler[123] olsa da bunlar kısa metinler şeklinde yazılmış ya da lokal sorunları dile getiren bir içeriğe sahiptirler[124]. Bundan dolayı Anadolu’da yapılan kazılarda açığa çıkarılan tarım aletleri ve diğerleri tamamen Grek ve Roma terminolojisine göre isimlendirilmektedir. Bu aletler için Batı Anadolu’da belki Grek ve Roma isimlerine benzer adlar kullanılmış olabilir ancak Orta ve Doğu Anadolu’da yerel isimler kullanılmış olmalıdır. Bilimsel yayınlarda ağaç işlerinde kullanılan tahranın ekin biçmede kullanılan orak ile karıştırılıp aynı isimle verilmesi, yerel ismin bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Devam eden kazılarda bu durumu aydınlatacak yeni buluntuların açığa çıkması kaçınılmazdır.
İnsana ait becerilerden biri de yabanılı ıslah edebilmesidir. Neolitik Dönem ile birlikte yabani bitkileri ıslah etme ve hayvanları evcilleştirme büyük bir hız kazanmıştır. Bu iki uğraş insanın tarih boyunca kutsal kabul edeceği çiftçilik ve çobanlık mesleklerini ortaya çıkarmıştır. Çiftçiler evcilleştirdikleri boğanın gücünden daha iyi yararlanmak için hayvanı iğdiş edip; ıslah ettikleri tohumları ekebilmek için toprağı sürmede kullanmışlardır. Boğa ve kullandıkları tarım aletleri çiftçilerin sahip oldukları en değerli şeylerdir[125]. Men Tapınağı ve Kutsal Alanına adak olarak sunulmuş olan minyatür tahra, tarım ürünleri ve tarım aletlerinin kutsal kabul edildiğinin bir göstergesidir. Bu Tanrı’ya şükranlarını sunma ve bol ürün dilemenin bir aracı olarak yorumlanabilir. Antiokheia’da yapılan kazılarda bulunan ve bu çalışmaya konu olan aletler, Antiokheia çiftçisinin diğer kent ve uygarlıklarda olanlarla aynı düzeyde olduğunu belgelemekle birlikte geleneğin günümüzde de devam ettiğinin arkeolojik kanıtlarıdır.
FİGÜRLER