Giriş
Kuzeybatı Anadolu’da, üzerine en az bilgi sahibi olduğumuz ve en az araştırılan dönemlerden biri, Erken Demir Çağı (MÖ 12-10. yüzyıl) olarak isimlendirilen dönemdir. Erken Demir Çağı öncesi, Kuzeybatı Anadolu ile ilgili gelişmeleri Son Tunç Çağı’nda (MÖ 17-13. yüzyıl), Orta Anadolu’da hüküm sürmüş Hititlerin, Batı Anadolu’ya karşı düzenledikleri sefer ve siyasi ilişkileri kaydettikleri arşivlerinde yer alan yazılı kaynaklardan almaktayız[1] . MÖ 12. yüzyılın başlarında Hitit İmparatorluğu’nun çökmesi ile Anadolu’nun birçok bölgesinde olduğu gibi Batı ve Kuzeybatı Anadolu ile ilgili yazılı kaynaklardan sağlanan bilgi akışı da kesilmiştir. Bu yüzden Kuzeybatı Anadolu Erken Demir Çağı Dönemi ile ilgili bilgiler, günümüze kadar yalnızca arkeolojik kazılardan elde edilmiş buluntularla sınırlıdır. Erken Demir Çağı ile ilgili bölgedeki hatta tüm Anadolu’daki en erken arkeolojik buluntular Troia kazılarından bilinir. Bu kazılarda Erken Demir Çağı’nın materyal kültür özellikleri saptanarak hem Troia’nın yakın çevresi hem de daha uzak mesafelerdeki yerleşimler için bu özellikler belirleyici olmuştur. Son yıllarda Troia yerleşiminden kuş uçumu yaklaşık 35 km’lik bir mesafede bulunan Maydos Kilisetepe Höyüğü yerleşmesinde de Erken Demir Çağı’na tarihlenen tabaka tespit edilmiştir. Bu çalışmada Erken Demir Çağı’na tarihlenen Maydos IV. Tabaka mimarisi ile Troia VIIb tabakaları karşılaştırılıp benzerlik ve farklılıklar üzerine tartışılacaktır.
Troia Yerleşmesi, Troia VIIb Tabakası
Troia’nın ilk hafiri olan H. Schliemann, Troia’da 1871-1890 yılları arasında gerçekleştirdiği kazılarında, efsanevi şehir Troia’yı bulmayı hedeflediğinden daha çok Tunç Çağı buluntuları üzerine yoğunlaşmış, diğer dönemlere ait buluntular onun ilgisini fazla çekmemiştir. Bu nedenle, Erken Demir Çağı buluntuları ile ilgili ilk dönem Troia kazılarında pek bilgi yoktur. H. Schliemann’ın ölümünden sonra, son yıllarında birlikte çalıştığı mimar W. Dörpfeld, H. Schliemann’ın çalışmalarını tamamlamak için 1893-1894 yıllarında Troia’da tekrar kazılar yapmış ve günümüzde de hâlâ geçerli olan Troia stratigrafisinin temellerini oluşturmuştur. Bu çalışmalarda, ilk kez Erken Demir Çağı’na tarihlenen yerleşim, geniş alanlarda açılmış ve Troia kronolojisinde hâlâ bugün de kullanılan “Troia VII” dönemi olarak isimlendirmiştir[2] . Troia VII döneminin ilk kez evrelere ayrımı da yine W. Dörpfeld tarafından yapılmış ve Troia VII tabakası iki evreye ayrılarak VII1 ve VII2 olarak isimlendirilmiştir[3] . Troia VII1 tabakası, Troia VI kültürünün devamı olarak tanımlanırken; farklı mimari ögeler ve buluntular içermesi nedeniyle, Troia VII2 tabakasında bölgeye yeni halk göçlerinin gerçekleşmiş olabileceği ileri sürülmüştür[4] . 1932-1938 yılları arasında C. W. Blegen tarafından Troia’da yapılan araştırmalarda ise W. Dörpfeld tarafından yapılan ayrım bu kez Troia VIIa ve VIIb olarak isimlendirilmiş, Troia VIIa, yerel Troia VI kültürünün devamı olarak görülmüş, Troia VIIb kültürü ise Troia’yı yeni iskân edenlerin kültürü olarak tanımlanmıştır[5] . Troia VIIb kültürü de yine C. W. Blegen tarafından farklı özelliklerine göre Troia VIIb1 ve VIIb2 olarak iki döneme ayrılmıştır[6] . M. Korfmann’ın 1988-2005 yıllarında Troia’da gerçekleştirdiği araştırmalarda ise bu dönem daha detaylı incelenmiş ve dönemin başlangıcının C14 ölçümleri ile MÖ 12. yüzyıl başlarına tarihlenmesi mümkün olmuştur[7] . C. W. Blegen’in Troia VIIa ve Troia VIIb1-2 dönemleri kabul edilmiş ve bunlara bir de Troia VIIb3 dönemi eklenmiştir[8] .
Troia VIIb tabakasının Erken Demir Çağı’na tarihlenmesi, C. W. Blegen’in Troia kazıları sırasında gerçekleştirilmiştir. Bu tabakada, daha önce Troia yerleşmesinde görülmeyen ve Trak göçleri ile ilişkilendirilen ‘Barbarian Ware’ ve ‘Buckelkeramik ya da Knobbed Ware’ olarak bilinen el yapımı iki kaba mal grubu[9] tespit edilmiş ve bu iki mal grubu bölgede Erken Demir Çağı’nın ayracı olarak kabul edilmiştir. Daha sonra bu ayrım baz alınarak, Orta Anadolu’dan Kara Yunanistan’a hatta Trakya üzerinden Balkanlarda Tuna Nehri’ne kadar olan bölgede yapılan kronolojilerde Erken Demir Çağı’nın karakteristik özelliği olarak kullanılmıştır[10].
Mimariyle ilgili ayrıntılar ise ilk dönem Troia kazılarında W. Dörpfeld tarafından gözlemlenmiştir[11]. W. Dörpfeld, Troia VII2 olarak isimlendirdiği tabakada, yassı taşların duvar temellerinin en alt sıralarında, ortostatlar gibi dik konulduğunu tespit etmiştir[12]. C. W. Blegen tarafından ise bu uygulamanın her ne kadar Troia’da, daha önceki tabakalarda da yapıldığı söylense de Troia VIIb tabakasından itibaren daha sistematik ve yaygın olarak kullanılmaya başlandığı belirtilmiştir[13]. Yeni yapılan Troia kazıları sonuçlarında ise bu tip uygulamaların, Troia’da mimari bir gelişimin sonucu olmadığı, Troia’da VIIb2 evresinden itibaren görülmeye başlandığı[14], ağırlıklı olarak Troia VI yerleşim planının korunduğu tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalarda, Troia VI suru boyunca dikdörtgen tek odalı (Troia VIIb1), bazen de birbirine eklenmiş birden fazla odalı yoğun yapılaşma (Troia VIIb2) ortaya çıkartılmıştır. Bu yapılaşma nedeni ile surun, savunma fonksiyonu azalsa da taş duvarlarla yükseltilip kullanılmaya devam edildiği, Doğu Girişi gibi bazı kapıların da bu dönemde kullanımdan kalktığı, ana giriş olarak Güney Girişi’nin kullanıldığı anlaşılmıştır[15]. Ayrıca C. W. Blegen, Troia’da yaptığı araştırmalarda teraslar üzerinde merkeze doğru bir yapılaşmanın söz konusu olduğunu belirtmiştir[16]. M. Korfmann dönemi kazılarında ise bu özelliklere ilaveten Troia VIIb döneminde, küçük hücre şeklindeki odalardan oluşan farklı bir yapılaşma daha tespit edilmiştir[17]. Bu tip yapılar genellikle daha önce yapılaşma olmayan alanlara sıfırdan inşa edilmiştir[18]. Zeminleri kısmen taş döşeli olan bu odaların içlerindeki pithos ve diğer depolama ile ilgili buluntulardan kiler olarak kullanıldığı, üzerlerine inşa edilen ve ikinci katı oluşturan bölümün daha büyük ama daha az odadan oluştuğu sanılmaktadır[19]. Evlerin donatıları da çok sade tutulmuştur ve odalar içerisinde basit ocak yerleri, ince duvarlardan oluşan kiler olarak ayrılmış bölmeler ya da yine depolama ünitesi olarak kullanılmış pithoslar vardır[20]. Troia VI döneminde mevcut olan sitadel ve aşağı şehir düşüncesi, Troia VIIb döneminde de devam etmiştir. Sur içinde kalan daha büyük evlerin, değerli hammaddelerden üretilmiş yüksek refah düzeyine işaret eden objelere sahip olduğu tespit edilirken, sur dışında kalan küçük hücre şeklindeki odalardan meydana gelen kilerli evlerde, daha çok günlük hayatta kullanılan sıradan buluntular ele geçirilmiştir[21].
Maydos Kilisetepe Höyüğü Yerleşmesi, Maydos IV. Tabaka
Troia’ya kuş uçuşu yaklaşık 35 km mesafede bulunan ve bölgenin Erken Demir Çağı ile ilgili yeni sonuçlar veren yerleşme, Maydos Kilisetepe Höyüğü’dür. Burada 2010 yılından beri sürdürülen çalışmalarda, en eskisi İlk Tunç Çağı’na tarihlenen sekiz tabaka tespit edilmiştir[22]. Bu tabakalardan Son Tunç Çağı’na tarihlenen Maydos V. tabakasının bir yangın felaketi ile sona erdiği gözlemlenmiştir. Maydos V. tabakasının farklı evrelerinden alınan C14 örnekleri, MÖ 1745-1305 tarih aralığını vermiştir[23]. Mimari olarak bu tabakaya ait ilk kez Maydos VI. tabakasında inşa edilen ancak Maydos V. tabakasında da yükseltilerek kullanılmaya devam edilen bir savunma sistemi ile ince uzun dikdörtgen plana sahip taş temelli, kerpiç üst yapılı evler ortaya çıkartılmıştır[24]. Üzerine gelen Maydos IV olarak isimlendirilen tabaka, Erken Demir Çağı’na tarihlenmektedir (Resim 1). Maydos IV. tabakası ile Maydos V. tabakası arasında bir kesinti söz konusudur. Başka bir deyişle Maydos V. tabakaya ait herhangi bir mimari öge, Maydos IV. tabakada kullanılmamıştır. Ancak mimari plan anlayış geleneği açısından bir devamlılık söz konusudur. Bu tabakaya ait bir çukur içerisinden alınan C14 örneği, MÖ 1127-931 tarihini vermiştir. Bir önceki tabakanın bitiş tarihi ile bu tarih arasında en az 200 yıl gibi oldukça uzun bir tarih olması nedeniyle, çukurun tabakanın ilerleyen dönemlerinde açıldığını düşünmek daha doğru olur. Maydos IV. tabakaya ait yapılaşma izlerine, yerleşmenin batı kısmında açılan D4.1, D4.2, D4.3, D4.4 ve D5.1 karelerinde rastlanılmıştır. Bu döneme ait, yan yana inşa edilmiş ince uzun plana sahip altı yapı tespit edilmiştir. Ancak bu yapıların hepsi aşırı derecede tahrip olmuş biçimde ortaya çıkartılmıştır. Herhangi bir yangın izine rastlanılmamasından dolayı bu ağır yıkımı depremin bir sonucu olarak düşünebiliriz. Bunun yanı sıra hem antik dönemde yapılan mimari aktiviteler hem de yakın zamanlarda gerçekleştirilen teraslama ve tarım faaliyetleri nedeniyle mimari kalıntılar hasara uğramıştır.
Kazılan alanın en güneyinde, D5.1 karesinde “Yapı I” olarak isimlendirilen mekân kısmen ortaya çıkartılabilmiştir (Resim 1-2). Yapı I’in kuzey duvar temelini, yan yana iki taş sırası ile örülmüş ve yaklaşık 50 cm kalınlığındaki 112 numaralı duvar oluşturmaktadır[25]. Fazla derine inmeyen bu duvar temeli, sadece iki taş sırası olarak inşa edilmiştir. Duvar çevresinde bulunan kerpiç kalıntılarından, üst duvarın kerpiçten yapıldığı söylenebilir. 112 numaralı duvar, doğuda 108 numaralı aynı nitelikteki duvar ile birleşerek bir mekân oluşturmaktadır. 108 Numaralı duvarın güney kısmı ve Yapı I’in güneybatıya doğru uzanan zemini, Geç Geometrik/Arkaik Dönemlere ait yapılaşma faaliyetleri nedeniyle tahrip edilmiştir. Kısıtlı bir alanda araştırılan Yapı I’in doğu kısmında bir silo, bir ocak yeri ile bir tane de çukur tespit edilmiştir. Ocak, sadece kalın bir kil sıvasından oluşmaktadır. Silo ise taş ve kerpiçle örülmüş ve içi kille sıvanmıştır. 108 numaralı duvar ile silo arasında bulunan, yaklaşık 1 m çapındaki çukurun fonksiyonu ise anlaşılamamıştır. Bu buluntular sebebiyle yapının doğu kısmının, günlük yaşam ile çeşitli aktivitelerin gerçekleştiği avlu olarak kullanıldığı söylenebilir. Yapı I’in kuzey kısmında ise Yapı II yer almaktadır (Resim 1-2). İki yapı arasında yaklaşık 50 cm’lik bir boşluk bulunmaktadır. Yapı II’nin güney duvarı olan 107 numaralı duvar, Yapı I’in duvarlarından daha kalındır ve yaklaşık 70-80 cm kadardır. Duvar, doğu kısımda hafif kuzeye döndükten sonra, aşağı yukarı Yapı I’in doğu sınırı ile aynı hizada sona ermektedir. Bu dönüşün höyükteki erozyon nedeniyle oluştuğu düşünülmektedir. Duvarın kuzey kısmında, duvara bitişik inşa edilmiş bir direk yeri tespit edilmiştir. Duvarın orta kısımlarında ise bu duvara dik açı ile bağlanan ve yapıyı iki ayrı odaya ayıran 60-70 cm kalınlığında 113 numaralı duvar yer almaktadır. Bu duvarın kuzey kısmında bulunan kapı yeri, Bizans Dönemi’nde açılan büyük bir çukur nedeni ile maalesef tahribata uğramıştır. Yapının kuzeybatısındaki arka odanın güneybatı köşesinde bir ocak yeri ele geçmiştir. Bu ocak, Yapı I’in doğusundaki ocaktan biraz daha farklı olarak zeminine yassı taşlar döşendikten sonra üst kısmı kalın kil ile sıvanarak inşa edilmiştir. Yapı II’nin ön odası, bir avluya açılmaktadır. Avlu kısmında yapılan araştırmalarda, toprağa gömülü bir kapla birlikte, üzerine ahşap direklerin konulduğu muhtemelen bir sundurmaya ait taş kaide bulunmuştur. Yapı II’nin kuzey duvarı olan 8 numaralı duvar, aynı zamanda D4.3 karesinde bulunan Yapı III’ün güney duvarını da oluşturmaktadır. Yaklaşık 80 cm kalınlığa sahip duvar, 1 m üzerinde yüksekliğe kadar korunmuştur. Maydos IV. tabakaya ait yıkımın en yoğun görüldüğü alan Yapı III’tür (Resim 3). Bunun böyle olmasının nedeni Yapı III’ün taş temel duvarlarının yüksek olmasından kaynaklanmaktadır. Aynı şekilde Yapı III’ün kuzey duvarı olan 9 numaralı duvarın da taş temel yüksekliği 1 m’nin üzerindedir. Yapı III’ün içerisinde günlük yaşama ait ocak ya da silo gibi herhangi bir donatı ortaya çıkartılamamıştır (Resim 1). Yalnızca 9 numaralı duvarın batı kısmında, seki şeklinde bir çıkıntı (duvar 10) bulunmaktadır. Kaldırılan taş yıkıntılarının en alt kısmında, yassı taşlardan meydana gelen, tahribe uğramış, olası bir döşemeye ait izler bulunmuştur (Resim 4). Bu yapının fonksiyonu bir mekân olarak değil daha çok Yapı II ve Yapı IV arasında kullanılan üzeri açık boş bir alan olarak düşünülmelidir. D4.3 ve D4.4 karelerinde yer alan ve megaron planına sahip Yapı IV, bir ön ve bir arka odadan oluşmaktadır (Resim 1 ve 5). Yapı IV’ün güney duvarını 9 numaralı duvar ve kuzey duvarını da 41 numaralı duvar oluşturmaktadır. Her iki duvarın da kalınlıkları 1 m’yi bulmaktadır. Duvarların korunan temel yükseklikleri de 1 m’nin üzerindedir. Ara duvarları oluşturan 42 ve 43 numaralı duvarlar nispeten daha ince inşa edilmişlerdir ve yaklaşık 70-80 cm’lik bir kalınlığa sahiplerdir. Bu ölçüler, Yapı IV’ün diğer yapılardan daha yüksek duvarlara sahip olduğunu düşündürmektedir. Yapı IV’ün ön odasına, doğu kısımda yaklaşık 60 cm kalınlığa sahip 61 numaralı duvarın güney ucuna yakın bir alanda bırakılan kapı boşluğundan geçilerek ulaşılmaktadır. Ön odanın kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerinde birer ocak bulunmaktadır. Bu ocakların yapısı, Yapı I’in doğusundaki ve Yapı II içerisindeki ocaklardan farklıdır. Ocağın zemini, küçük çakıl taşları ve midyelerden oluşan bir tabaka ile kaplandıktan sonra kalın bir kille sıvanmıştır. Ayrıca kuzeybatıdaki ocağın kenarında da kor ya da küllerin biriktirildiği, ince ve yassı taşların dik konulması ile oluşturulmuş bir alan yer almaktadır. Arka odanın yaşam düzlemi, bu alanda Bizans Dönemi’ne ait bir resmî/askerî yapı inşası sırasında gerçekleştirilen teraslama çalışmalarıyla tahribata uğramıştır[26]. Yapı IV’ün doğusunda, avlu olarak kullanılmış alan devam etmektedir. Bu alanda yapılan araştırmalarda, 61 numaralı duvara bağlanan yaklaşık 50-60 cm kalınlığında bir duvar kalıntısı tespit edilmiştir. Tam fonksiyonu anlaşılamayan bu duvarın, muhtemelen bir depo odasına ait olduğu düşünülmektedir. Ayrıca bu alanda, ön odanın içerisindeki ocaklarla benzerlik gösteren bir ocak ve bir de içerisindeki envanter nedeniyle kültle ilgili olduğu düşünülen çukur vardır[27]. Yapı IV’ün kuzey duvarı olan 41 numaralı duvarın hemen kuzeyine bitişik, yapısı yine ön odanın içerisindeki ocaklarla aynı olan bir başka ocak yeri daha ortaya çıkartılmıştır. Bu ocak yerinin etrafında çok sayıda çömlek parçası ve alet bulunması sebebiyle bu alanın da işlik olarak kullanıldığını söylemek mümkündür. Bizans yapılaşması tarafından tahrip olmuş Yapı V’e ait D4.1 karesinde bir köşe yapısı ortaya çıkartılmıştır. Diğer yapılardan farklı olarak kuzeybatı duvarı olan 6 numaralı duvarın alt sıra taşları ortostat gibi dik yerleştirilmiştir (Resim 1 ve 6). Üzerine gelen ikinci taş sırası yatay olarak inşa edilmiştir. Kuzeydoğu duvarı ise yatay konulmuş taşlarla örülmüştür. Yapının boyutları ve konumu göz önünde bulundurulduğunda, muhtemelen depo odası olarak kullanılmış bir ara oda işlevi gördüğü söylenebilir. Yapı VI’ya ait kalıntılar da D4.1 ve D4.2 karelerinde ortaya çıkartılmıştır. Yapının güney duvarını 5 numaralı duvar, kuzey duvarını ise 45 numaralı duvar oluşturmaktadır (Resim 1 ve 7). 45 numaralı duvarın da alt sıra taşları dik konulmuş, üzerine gelen taş sıraları da yatay yerleştirilmiştir. Yapının doğu ve batı kısımları, höyük üzerinde gerçekleştirilen antik aktiviteler nedeniyle günümüze ulaşamamıştır.
Kısıtlı bir alanda araştırılan ve Erken Demir Çağı’na tarihlenen Maydos IV. tabakanın yerleşim planı anlayışı, Maydos Kilisetepe Höyüğü yerleşiminde ulaşılabilen en erken tabaka olan Maydos VIII ’den itibaren izlenilen bir plan anlayışının devamıdır. Bu anlayış, höyük türü yerleşimlerin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan radyal yapılaşmanın devamı niteliğindedir. M. Korfmann’ın Demircihöyük yerleşmesinin İlk Tunç Çağı planı olarak tanımladığı, iki evin ortak bir duvarı paylaştığı ve evlerin ortak bir avluya açıldığı prensibine dayanan ‘Anadolu Yerleşim Şeması’nın[28], Maydos IV. tabakasında da görüldüğünü söylemek mümkündür. Bu hali ile Maydos IV. tabakası ile Troia VIIb tabakasında görülen Erken Demir Çağı yerleşim planlarının birbirinden farklı oldukları görülmektedir. Troia VIIb’de görülen hücre şeklindeki kiler odalarından oluşan yapılaşma ve mevcut mimarinin onarılıp eklemeler yapılarak teraslar boyunca devamı Maydos IV’te söz konusu değildir. Troia VIIb’de boş bulunan alanlara mevcut yapılaşmanın yanı sıra yeni yapılar inşa edilmemiştir. Maydos IV yerleşmesi ise tamamen belirli bir plan dâhilinde, bir önceki tabakanın devamı olmadan yeniden inşa edilmiştir. Elbette bugüne kadar yapılan araştırmalar yerleşmenin batı kısmı ile sınırlıdır. Çok düşük bir olasılık da olsa gelecek yıllarda höyüğün orta ve batı kısımlarında yapılacak olan araştırmalarda, yerleşme planı anlayışında Troia’dan farklıklar ya da benzerlikler ortaya çıkabilir. Troia VIIb mimarisinin en belirgin özelliklerden bir tanesi olan taşları dik koyma geleneği, Maydos IV. tabakasında da gözlemlenmektedir. Ancak bu mimari özellik Maydos IV. tabakasında ortaya çıkan bir yenilik değildir. Orta Tunç Çağı’nın erken dönemlerine tarihlenen Maydos VII. tabakasından itibaren görülmekte olu[29] Maydos VI ve V. tabakalarında da devam eden bir özelliktir[30]. Hatta Geometrik Dönemi içeren Maydos III. tabakasında da devam etmektedir[31]. Maydos Kilisetepe Höyüğü’nde, bu tarzda örülen temellerin, ulaşılabilen en eski tabakalardan itibaren görülmesi ve aynı yapıya ait bazı duvarlarda taşların dik, bazılarında da duvarların yatay konulan taşlarla örülmesi, bu tür örme tekniğinin bir kavme ait geleneksel bir tarz olmasından daha çok fonksiyonel olduğunu göstermektedir. Yapı inşa edilirken bazı zeminlerin muhtemelen daha yumuşak olması nedeniyle daha dirençli temellere ihtiyaç duyulmuş ve o yüzden de alt sıra temel taşları, toprağın içerisine dik konularak sağlamlaştırılmıştır. Yine Maydos Kilisetepe Höyüğü’nde farklı dönemlerde mevcut bir duvarı desteklemek ya da istinat duvarı örmek için yapılan uygulamalarda da benzer tekniklerin tatbik edildiği gözlemlenmiştir.
Değerlendirme ve Sonuç
Birbirine fazla uzak olmayan, aynı çevre koşulları ve benzer yerleşim modeli ile ortak yaşam stiline sahip olan iki farklı yerleşmenin, bulundukları coğrafi konum itibarıyla Trakya kültürleri ile olan ilişkilerinin farklı yönde gelişmiş olması muhtemeldir. Troia yerleşiminde, MÖ 1200’lere tarihlenen Troia VIIb tabakasından önce, günümüze kadar yapılan araştırmalarda, Trakya kökenli herhangi bir buluntuya rastlanılmamıştır. Troia’da, Trakya kökenli buluntular, bir yangın tabakası ile sona eren Troia VIIa tabakasının sonundan itibaren başlar ve Troia VIIb tabakası süresince devam eder. Erken Demir Çağı’na tarihlenen Troia VIIb mimarisine genel olarak bakıldığında tahribat neticesinde hasara uğramış yapı kalıntılarının tamir edilip eklentilerle yeniden kullanıldığı, plansız bir şekilde boş olan alanlara daha önce Troia’da görülmeyen mimari plan ve yapı tekniğine sahip yeni yapılar inşa edildiği görülmektedir. Tüm bu veriler, Troia’nın bu tabakada başka bir halk topluluğu tarafından istila edildiği izlemini vermektedir.
Maydos Kilisetepe Höyüğü’nün, Trakya ile olan ilişkisi ise Orta Tunç Çağı’nın başına tarihlenen Maydos VII. tabakasından itibaren gözlemlenebilmektedir[32]. Orta Tunç Çağı’nın sonuna tarihlenen Maydos VI. tabakasında da devam eden ilişkiler, Son Tunç Çağı’nın sonuna tarihlenen Maydos V. tabakasında en üst seviyesine ulaşmıştır[33]. Herhangi bir dış saldırıya işaret edebilecek bulgu olmadığından bu ilişkilerin dostane bir şekilde yürüdüğünü söylemek mümkündür. Maydos V. tabakasının sonunda, bir yangın ve ağır bir yıkım tabakası tespit edilmiştir[34]. C14 tarihlemesi ile MÖ 1340-1305 yıllarına tarihlenen[35] bu tabakanın tahribine, Troia VI yerleşmesini de yıkan bir depremin sebep olduğu düşünülmektedir. Üzerine gelen Maydos IV. tabaka yerleşimi de yine Maydos V. tabaka plan üslubunda, yan yana inşa edilmiş ince uzun dikdörtgen evlerden oluşturulmuştur. Yeni bir gruba ya da bir kültüre ait mimari bir yenilik söz konusu değildir.
Aynı döneme tarihlenen birbirine yakın iki farklı yerleşimin mimarisi incelendiğinde, yapım tekniklerinde benzerlikler olsa da farklı planlara sahip oldukları gözlemlenmektedir. Bu yüzden mimari planların gelişiminde çevre, coğrafi koşullar ve geleneksellik etkili olsa da yaşanan bazı siyasi gelişmelerin de yerleşim planının gelişmesini etkilediğini söylemek mümkündür.
EKLER