Giriş
Kale-i Tavas Mezarlığı, Denizli ili Kale ilçesinde, ilçe merkezine yakın Kavaklıpınar mevkisinde Beyağaç yol ayrımında yer almaktadır. Denizli-Muğla kara yolunun ikiye ayırdığı mezarlık, tapunun 81. paftasında kayıtlı 2582 ve 2586 parselleri üzerine kurulmuştur. Yukarı (Doğu) Mezarlık 7160 m2 , Aşağı (Batı) Mezarlık ise 2280 m2 ’lik alanı kaplamaktadır (bk. Fotoğraf 1)[1] . Mezarlık günümüzde de defin alanı olarak kullanılmaktadır. Kale-i Tavas ören yeri doğal bir kayalık üzerine kurulmuştur. Bu nedenle çevresindeki alanlardan daha yüksektedir ve yaptığımız sözlü tarih araştırmaları da göstermektedir ki insanlar hayatlarını sıkışık bir bölgede sürdürmüşlerdir. Ören yerinde Cevher Paşa Cami haziresi, caminin hemen yanındaki yamaçta bulunan küçük bir mezarlık ve sıra odalar önünde yer alan hazire dışında, şu an itibarıyla başka bir defin alanı bulunmamaktadır. Dolayısıyla, Eski Kale yerleşimindeki yaşam alanının kısıtlı olması, mezarlık olarak günümüzdeki mevkinin seçilmesini zorunlu kılmıştır. 2015–2017 yılları arasında, Karayolları Genel Müdürlüğüne bağlı ekiplerin yürüttüğü yol genişletme çalışmaları sırasında, Yukarı (Doğu) Mezarlık alanındaki taşların kara yoluna yakın konumda bulunması nedeniyle kaybolma riski ortaya çıkmıştır. Bu risk doğrultusunda çalışmalar, kara yoluna bakan kuzeybatı istikametinden başlatılmıştır. Önceki yıllarda oluşturulan yürüyüş yolları esas alınarak mezarlık alanı paftalara ayrılmış ve sistematik bir envanter süreci izlenmiştir. Bu çerçevede, yol çalışmaları sırasında zarar görmesi muhtemel taşların bulunduğu alan “I. Pafta” olarak adlandırılmış ve bu alandan başlamak üzere mezarlık toplam altı farklı paftaya bölünmüştür (bk. Fotoğraf 1).
Yukarı Mezarlık’ta, Türk-İslam Dönemi’ne ait üç binden fazla mezar taşı belgelendirilerek kayıt altına alınmıştır. Bu mezar taşları, dönemsel farklılıkları ve yüzeylerinde barındırdıkları üslup özellikleri sebebiyle üç ana başlıkta incelenmektedir. İlk grubu tamamen Osmanlı Dönemi’ne ait mezar taşları oluştururken, ikinci grupta Cumhuriyetin ilanından sonra dikilmiş fakat Osmanlı geleneğini sürdüren mezar taşları yer almaktadır[2] . Son grubu ise, Türklerin İslam öncesi dönemlere kadar giden Orta Asya gelenek ve kültürünün izlerini taşıyan şahideler oluşturmaktadır. Bu son grupta; gövde yüzeylerinde değişik geometrik şekiller, damgalar, bitki/ ağaç tasvirleri, insan yüzü ve uzuvlarına sahip mezar taşları bulunmaktadır.
Kale-i Tavas Yukarı Mezarlığı’nda, yüzey formu ve bezeme özellikleri bakımından bu tür unsurlar taşıyan[3] toplam 185[4] mezar taşı tespit edilmiştir. Bu taşlar; I. Pafta’da 56, II. Pafta’da 36, III. Pafta’da 17, IV. Pafta’da 73, V. Pafta’da 1 ve VI. Pafta’da 2 adet olmak üzere dağılmıştır. Bunlar arasında, Türk taş heykel ve balbal geleneğini doğrudan yansıttığı değerlendirilen özel bir grup ayrılarak bu çalışmada incelenmiştir.
Türklerde Dikilitaş Geleneği ve Yukarı Mezarlık Alanındaki Örnekler
İslamiyet öncesi Türklerde ölü gömme gelenekleriyle bağlantılı olarak heykel, balbal, taş baba, dikilitaş, menhir ve stellerin; kurgan tipindeki mezarların üzerine, mezara giden yola sıra hâlinde yerleştirildiğini veya kutsal kabul edilen noktalarda görüldüğünü bilmekteyiz[5] . Balbalların ölü gömme törenlerinden sonra dikildiği bilgisi Köl Tigin, Bilge Kağan ve Ongin yazıtları gibi çeşitli Orhun metinlerinde açıkça geçmektedir[6] . Bu yazıtlarda “balbal” sözcüğü sıkça kullanılmakta, bu taşların ölen kişiyi onurlandırmak amacıyla dikildiğine dair açıklamalar yer almaktadır[7] . Ayrıca, İbn Fadlan Seyahatnamesinde, mezardaki kişinin sağlığında öldürdüğü kişi sayısı kadar ahşaptan yontulmuş suretlerin kabrin üzerine dikildiğinden ve bu suretlerin mezardaki kişiye öte dünyada hizmetkâr olacağından bahsetmektedir[8] . Balbalların işlevine dair kesin bir görüş birliği olmamakla birlikte, bazı yorumlara göre bunlar, ölen kağanların ruhuna eşlik eden, tek veya iki sıra hâlinde dizilmiş kendi askeri olan süvarilerdir[9] .
Stel, dikilitaş ve menhir gibi taş dikme uygulamaları, heykel geleneğinin öncüsü olarak değerlendirilmekte ve bu tür örneklere özellikle Orta Asya coğrafyasında sıkça rastlanmaktadır[10]. Bu gelenek en erken Sibirya’daki Amur bölgesi petrogliflerinde kaya yüzeylerinin insan yüzü şeklinde düzenlenmesine kadar götürülebilmektedir[11]. Bu gelenekle bağlantılı olarak, geyikli taşlar ve yüzeyinde yazıtlar bulunan Bengü taşlar da bu coğrafya içerisinde farklı dönemlerde tespit edilmektedir. Bu geyikli taşların yüzeylerinde de tıpkı heykellerde olduğu gibi kılıç, ok-yay, balta, kemer, küpe gibi aksesuarlarla birlikte savaş aletlerinin tasvirlerine de rastlanmaktadır[12]. Geyikli taş olarak isimlendirilen bu taşların bazılarının yukarı kısmında insan yüzü şeklinde düzenlemeler bulunmaktadır[13]. Bu düzenlemeyle birlikte, taşın yüzeyindeki geyik ve çeşitli hayvan motiflerinin işlenmesi, özellikle II. Pazırık Kurganı’nda ortaya çıkarılan, vücudu dövmeli insan bedenini düşündürmektedir[14]. Türk heykel geleneğinin temsilcileri olan bu taşlarda, insan figürlerinin detaylı betimlemeleriyle birlikte, dönem kıyafetlerinin nasıl olduğuna yönelik bilgiler de elde edilmektedir[15]. Ayrıca kemer, kemere asılı kılıç, kemer tokası, kese, kolye, kadeh, küpe, taç gibi aksesuarlar da ayrıntılı biçimde taşların yüzeyine işlenmiştir[16]. Figürlerin yüz hatlarına bakıldığında saç, göz, burun, bıyık, sakal, kulak gibi belirgin özelliklerinin de tasvir edildiği anlaşılmaktadır. Bahsi geçen bu eserlerin heykel şeklinde tasarlanan örnekleri olduğu gibi[17]. sadece yüz betimlemeleri olanlarla da karşılaşılmaktadır[18]. Görüldüğü üzere, ölümden sonraki yaşam inancına sahip Türk topluluklarında dikilitaş geleneğinin, yazılı kaynaklarla birlikte arkeolojik verilerle de desteklenmelidir. Çok uzun yıllar sürdürülen bu geleneğin, İslamiyet’te yasaklı olmasına rağmen -tıpkı türbe ve kümbet yapımında olduğu gibi- devam ettirildiği anlaşılmaktadır.
Bu geleneğin bir sonucu olarak, sözünü ettiğimiz taşların Türklerin yayılım gösterdiği coğrafyalarda da benzerlerine rastlanmaktadır. Karadeniz havzasına yayılmış olan taş heykeller sıalanırken[19], özellikle Kuzey Kafkasya, Ukrayna, Güney Rusya bölgelerindeki kurgan kazılarında açığa çıkarılan taş heykeller dikkat çekmektedir, söz konusu eserler bugün birçok müzede sergilenmektedir[20]. İslamiyet’in kabulü sonrasında, bu gelenek mezar taşı dikme uygulaması ile devam etmiş; söz konusu taşlarda, İslam öncesi Orta Asya kültürel mirasına ait ögeler korunmuştur. Kale-i Tavas Yukarı Mezarlığı’nda da bu mirasın yansımaları dikkat çekmektedir. Buradaki mezar taşlarının çoğu, yüzeylerinde simetrik ya da asimetrik geometrik işaretler barındırmaktadır. Genellikle kireç taşından yapılan bu örneklerde, desenler bazen yalnızca ön, bazen ise hem ön hem de yan yüzeylerde yer almaktadır. Bunları da kendi içlerinde şekillerin mahiyetlerine bakarak alt gruplara ayırmak mümkündür. Ancak bu çalışmada, yalnızca Türk taş heykel ve balbal geleneğinin devamı niteliğindeki on bir örnek tanıtılmaktadır. Bu taşlar, taşıdıkları biçimsel ve üslupsal niteliklere göre alt başlıklar altında değerlendirilmiştir.
Yukarı Mezarlıkta Tespit Edilen Örneklerin Değerlendirmeleri
Kale-i Tavas Yukarı Mezarlık’taki Türk taş heykel ve balbal geleneğinin temsilcisi sayılabilecek ilk grup, mezar taşlarının yüzeylerinde kıyafet şeklinde formları barındıranlardır. Merkezi Asya’da heykel ve balballarda görülen kıyafet uygulamalarının benzerlerini, Osmanlı Dönemi başlıklarına sahip mezar taşlarının form ve yüzeylerinde tespit etmekteyiz. Bunlar arasında yelek, gömlek benzeri kıyafet tasvirleri, I. pafta 94 ve 220 numaralı mezar taşlarında bulunmaktadır. 94 numaralı örnekte, mezar taşının boyun kısmından aşağı doğru uzanan V biçimli form, kıyafetin yaka kısmını, gövde ön yüzünde yer alan yarım daire şekiller ise yelek olduğunu düşündüğümüz kıyafetin kollarının geçirildiği kısımları temsil etmektedir. Benzer şekilde 220 numaralı örnekte, ön yüzde omuzlarda yer alan çeyrek daire biçimli motifler kıyafet ayrıntısı olarak yorumlanabilir. Gövdeyi yatay biçimde bölen bir şerit ise yelek ya da benzeri bir giysinin alt sınırını tanımlamaktadır. Bu tarz örneklere[21] Kazakistan[22], Kırgızistan[23] Moğolistan[24], Tuva[25], Ukrayna[26] da ve Göktürk Çağı’na ait taş heykellerde rastlanmaktadır[27]. Kuman Dönemi’ne ait heykellerde de giysili betimlemeler yaygındır[28].
Türk heykel/balbal geleneğinin devamı olan bir diğer grup ise taşın yüzeyinde görülen kemer ve kemer tokası, kuşak, boyun kısmına takılı aksesuar ve kıyafetlerden oluşan mezar taşlarıdır (Fotoğraf 3). Özellikle I. pafta 248 numaralı mezar taşında, kemer benzeri bir uygulama, toka kısımlarıyla birlikte işlenmiştir. Yine I. pafta 577 ve II. pafta 191, 194 numaralı mezar taşlarında, taşın boyun kısmından aşağı doğru sarkan bir aksesuar net biçimde görülebilmektedir. Bu biçimdeki aksesuarlar, geyikli taşların yüzeyine kazınmış[29] olup Türk heykel geleneğinin temsilcileri içerisinde Göktürk Devrine ait örneklerde[30] tespit edilmektedir. Anadolu’daki benzer örnekler; Adıyaman Besni[31], Ardahan Çıldır[32] ve Posof[33], Beşkaza yöresi[34], Erzincan Çayırlı[35], Eskişehir Gökçegüney Köyü, İstanbul Eyüp Sultan[36] ve Tunceli[37] çevresinde tespit edilmiştir. Bu tür takıların, kurganlarda ölen kişiyle birlikte gömüldüğü bilinmektedir[38]. Özellikle ölümden sonraki hayata verilen önemin bir yansıması olan bu uygulamanın, mezar taşlarının yüzeyine işlenilerek kullanılması İslamiyet öncesi geleneklerin sürdürülmesinden ileri gelmektedir.
Üçüncü grup, taş yüzeyine kazıma tekniğiyle uygulanmış stilize insan silüetleri içeren örneklerden oluşmaktadır. I. Pafta’daki 5 numaralı mezar taşı, bu grup açısından özel bir örnektir. Taşın sathına, başındaki saçları veya örtüsü şeklinde tahayyül edilebilecek bir form işlenmiştir. Baş kısmı göğüs hizasına doğru daralırken, yüzü olarak düşündüğümüz bölümde burun ve ağız kazınarak belirtilmiştir. Belirgin şekilde çizilen omuzları, vücut formu ve kolunun duruşuyla kucağında bebek taşıyan stilize edilmiş bir kadın figürünü andırmaktadır. Ayrıca II. paftada 101 envanter numaralı mezar taşının yüzeyine de stilize edilmiş, hemen hemen aynı forma sahip, kadın olduğunu düşündüğümüz başka bir figür daha işlenmiştir (Fotoğraf 4). Kadın yüzüne sahip veya kadın özellikleri gösteren örnekler, Kazakistan ve Kırgızistan[39] coğrafyasında görülebilmektedir. Bunun dışında, Kimek-Kıpçak ve Kumanlara ait heykellerde kadın figürleri sıklıkla kullanılmıştır[40]. Anadolu’ya baktığımızda genellikle saç örgülerine sahip mezar taşı örneklerinin kadın olarak değerlendirildiği görülmektedir. Bu tip örnekler Antalya Güzeloba[41], Beşkaza yöresi Karaçulha, Çaltılar, Ören, İnlice, Atlıdere Köyleri[42], Elazığ Baskil[43], Konya Hadim[44], Konya Taşkent[45] gibi son yıllarda kırsalda yapılan mezar taşı çalışmaları sayesinde ortaya konulmaktadır. Buradan hareketle, taş yüzeyindeki kazıma tasvirlerinin, İslam öncesi geleneklerde yer alan, çocuk ve kadınların özellikle doğum yapan kadınların koruyucusu Umay ana tasvirlerini hatırlattığını söyleyebiliriz[46].
Dördüncü grup ise yine kazıma tekniğiyle yapılmış ancak bu kez dua eder vaziyette betimlenmiş insan figürleri içeren örneklerden oluşmaktadır. I. Pafta 211 envanter numaralı taş, başında sarıklı-fes başlık taşıyan bir formdadır. Burada taşın ön yüzüne, başı daire şeklinde verilen figürün kollarını yukarıya açarak dua ettiği izlenimi verilen stilize edilmiş insan tasviri yerleştirilmiştir. Ellerinin olması gereken yerde, iki kolu kazıma bir çizgiyle birbirine kavuşturulmuştur. Bu çizginin asa olma ihtimali de göz önünde bulundurulmalıdır (bk. Fotoğraf 5). Bu şekilde ellerini yukarıya kaldırmış ya da yukarda elleri arasında asa tutan insan figürlerinin benzerleri, Biçiktu-Boom ve Kırgızistan Saymalıtaş kaya resim alanlarında din adamları olarak yorumlanan figürlerde de karşımıza çıkmaktadır[47]. Benzerleri, heykellerde ve balballarda elinde asa ya da kılıç tutar hâliyle de Orta Asya’da tespit edilmektedir[48].
Son grup ise taşın ön yüzeyinin veya tüm formunun doğrudan insan biçiminde şekillendirildiği örneklerden oluşmaktadır. I. pafta 231 envanter numaralı mezar taşının ön yüzünün insan yüzü biçiminde şekillendirildiği anlaşılmaktadır. Geniş alın, burun ve ağız kısmı daha belirgin bir şekilde işlenmiş olan insan yüzü, alın ve yanaklarındaki yüzeysel kazımalarla, yaşça ilerigüngörmüş bir kişinin yüz hat çizgilerini andırmaktadır (bk. Fotoğraf 6). Stilize edilmiş mask formundaki bu taşın benzerleri erken devirlerden itibaren Göktürk Dönemi’ne kadar, Türklerin yaşadığı birçok alanda görülmektedir[49].
Türk taş heykel ve balbal geleneğinin bir diğer temsilcisi olduğunu düşündüğümüz mezar taşı, Yukarı Mezarlık alanı IV. pafta 401 envanter numaralı örnekle kendini göstermektedir. Burada, yatayda yedi dilimli bir sarık başlık, yandan görünümü inceyken önden görünümde oldukça kalın bir boyun kısmı, taşın iki yan yüzüne uygulanan beş parmağı eşit sayılabilecek boyda parmaklarıyla sonlanan kolları, ön yüzdeki kıyafetine ait geometrik şekillerle birlikte mezarlıktaki en dikkat çekici örnektir. İnsan hüviyetinden eksiği sadece yüzü olan mezar taşının ön yüzünde, dikey düzlemde üçe ayrılmış dikdörtgene yakın alanlar bulunmaktadır. Bu alanlardan sağdakinin iç kısmı münavebeli olarak üçgenlere sahipken, sol tarafta yer alan dikey hattın içi ise üçgenlere bölünmüş karelerden oluşmaktadır. Ortada bulunan alan ise yandan bakıldığında, ön yüzeyden dışarıya doğru çıkıntı yapmaktadır. Yine bu bölümde de yukarıdan aşağıya doğru birbirini takip eden üçgenler bulunmaktadır. Buna benzer taşlar, Anadolu’da Adıyaman Besni[50], Ardahan Çıldır Akçil Köyü[51], Beşkaza Yöresi[52], Bitlis Güroymak Aşağı Mork Köyü[53], Denizli bölgesi[54], Elazığ Baskil[55], Erzincan Çayırlı[56], Kayseri Develi Karapınar Köyü[57], Kırşehir[58], Malatya[59], Milet Müzesi[60], Mardin Kızıltepe Girbelli[61], Tunceli Pertek[62], Tunceli Ovacık Geyik Suyu[63], Uşak Ulubey Çamlıbel[64] ve Sülümenli Mezarlıkları[65] gibi birçok alanda karşımıza çıkmaktadır. Bu örneklerin sayısının kırsal kesimlerde sürdürülen yüzey araştırmaları ve kazılar sonucunda artacağını düşünmekteyiz.
Tarihlendirme Önerisi
Anadolu’da örneklerine rastlanan, Türk taş heykel ve balbal geleneğini yansıtan mezar taşları, genellikle 18. yüzyıldan başlayarak 1970’li yıllara kadar farklı tarihlere ait örneklerle temsil edilmektedir. Ancak bazı taşlar, Türklerin Orta Asya kökenli kültürel unsurlarının Anadolu’daki yansımaları bağlamında daha erken dönemlere kadar geri götürülebilmektedir. Bu bağlamda, MÖ 2. binyılın sonları ile MÖ 1. binyılın başlarına tarihlenebilecek kimi örnekler, özellikle Hakkâri bölgesinde gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Söz konusu taşların, Proto-Türklerin Anadolu’ya olası erken dönem göçleriyle ilişkilendirilebileceği yönünde yeni yorumlar da literatürde yer almaktadır[66]. Kale Yukarı Mezarlık’taki kireç taşı malzemeli, Orta Asya gelenekleriyle bağlantılı mezar taşlarının sadece birkaçının yüzeyine tarih düşülmüştür. Bu tarihlerden en eskisi H. 1124-M. 1712-3 ve en yenisi H. 1237-M. 1821- 22 arasındadır. Okunan bu tarihler, eski geleneklerin 18. ve 19. yüzyılda da sürdürüldüğünü göstermesi bakımından önemlidir. Ancak incelediğimiz örneklerin, Kale bölgesine Türk boylarının yerleşimini düşünerek XIII. yüzyıldan itibaren olduğunu düşündüğümüzde, Orta Asya bağlantılı mezar taşlarının yüzeylerindeki eskimeye ve üslupsal özelliklerine dayanarak -şimdilik elimizde daha fazla kanıt olmasa da- bu yüzyıldan itibaren başlatmayı önerebiliriz. Çünkü Kale-i Tavas, Beylikler ve Osmanlı Dönemi’nde önemli bir merkez konumundadır. Bu nedenle bölgede yaşayan nüfusun geride yalnızca üç bin mezar taşı bırakmış olması olağan dışı görünmektedir. Mezarlık alanında önceki yıllarda ve devamında yapılan çalışmalarda, mezar taşlarının inşa malzemesi olarak kullanıldığı, mezarlık alanında yapılan yeni definlerin aynı yerlere denk geldiği ve bazı mezar taşlarının ikinci kez kullanıldığı tespit edilmiştir. Dolayısıyla, erken dönem örneklerinin günümüze ulaşmaması ve mezar taşlarının beklenenden az sayıda olması büyük olasılıkla bu tür yeniden kullanım ve tahribatlarla ilişkilidir.
Sonuç
2015 yılından bu yana Denizli ili Kale ilçesi Kavaklıpınar mevkindeki Kale-i Tavas Yukarı Mezarlığı’nda yürütülen çalışmalarda, Türk taş heykel ve balbal geleneğinin izlerini taşıyan, Osmanlı Dönemi kitabeli mezar taşlarıyla bu geleneğin birleştiği on bir örnek mezar taşı incelenmiştir. Bu taşlar, barındırdıkları biçimsel ve ikonografik nitelikler bakımından dört ana gruba ayrılarak değerlendirilmiştir. İlk grubu, yüzeylerinde giysi detayları bulunan taşlar; ikinci grubu, kemer, kemer tokası ve takı benzeri aksesuarlar taşıyanlar; üçüncü grubu, kazıma tekniğiyle işlenmiş insan silüetleri ya da dua eder şekilde stilize edilmiş figürler içeren örnekler; son grubu ise doğrudan insan yüzü ya da uzuvlarına sahip mezar taşları oluşturmaktadır.
Bu mezar taşları, İslamiyet öncesi Türk kültürüne ait taş heykel, geyikli taş, balbal ve bengü taş gibi örneklerin, İslami inançlarla harmanlanarak Anadolu’da somutlaşmış kültürel miras niteliğindedir. Mezarlık alanında yapılan tespitler, definlerin İslami kurallara uygun şekilde gerçekleştirildiğini ancak mezar taşlarının biçim ve süsleme geleneği açısından Türk göçer kültürünün etkilerini koruduğunu göstermektedir. Örneklerini Türklerin göçlerle yayıldığı coğrafyalarda bulduğumuz mezar taşlarının, İslamiyet öncesi kurgan, mezar kültürü, kült alanı bileşenleriyle de bağları kurulmuştur. Özellikle taşların yüzeyinde bulunan kıyafet, takı ve aksesuarlar erken devir Türk sanatında kullanılan kemere asılı nesnelerle büyük paralellik göstermektedir. Yanı sıra taşların yüzeyine kazınarak verilen insan silüetlerinin de milattan önceki devirlerden bu yana dikilitaşlarda kullanıldığı ve geleneğin devam ettirildiği açıklanmıştır. Heykel biçimli ve insan hüviyeti açıkça görülen mezar taşı örneklerinin de İslamiyet öncesi Türk gelenekleriyle bağlantılı olarak şekillendirildikleri anlaşılmaktadır. Bu aşamada göz, burun, ağız, kol, el, el parmakları gibi detayların belirgin biçimde verilmesi, defnedilen kişinin özelliklerine bir göndermenin yapıldığını düşündürmektedir. Ayrıca heykel ve balballarda görülen börk veya taç biçimindeki başlık tiplerinin yerini, İslamiyet ile birlikte sarık, fes, sarıklı-fes gibi başlıklara bıraktığını, incelediğimiz örnekler çerçevesinde görülebilmektedir. Aynı şekilde kıyafetlerde de kaftanlar kullanılan heykel ve balballar, dönemin giyim kuşam tarzını yansıtmaktadır. İslamiyet’e geçişle birlikte bu durum, incelediğimiz mezar taşlarında yelek/ceket gibi uygulamalara dönüşerek Beylikler ve Osmanlı Devri insanının -özellikle kırsal kesimde- nasıl giyindiğine ışık tutmaktadır. Bununla birlikte, İslamiyet öncesi dönemde Türklere ait olan mezarlarda ölülerin kıyafet, takı, kemer gibi eşyalarla gömüldüğü bilinirken, İslamiyet’te mezara sadece kefenle girilmesi sebebiyle mezara koyamadıkları eşyaları, mezar taşlarına yerleştirerek bir soyutlama/ canlandırmayla bunu somutlaştırdıkları da düşünülmektedir.
Devam ettirilen bu taş dikme geleneğinin bir farklı yönü de makalemizin giriş kısmında çeşitli yayınlarla açıkladığımız balbalların yapım geleneğinden farklı olarak, mezar taşlarının heykel geleneğindeki yapılış amacıyla bağlantısının daha kuvvetli olduğunun anlaşılmasıdır. Müslümanlığı kabul etmiş ancak eski geleneklerinden kopamamış Türk topluluklarının, Kale ve çevresine 13. yüzyıl içerisinde geldikleri bilinmektedir. Dikilitaşların ve heykellerin yapılışındaki estetik kaygılara, konu edindiğimiz mezar taşlarında da azami ölçüde dikkat edildiğini söylemek biraz güçtür. Bu bize, Yukarı Mezarlık alanındaki balbal geleneğinin temsilcisi olan bu taşların tamamen yerel imkânlarla ve aynı topluluk içerisinde yer alan ustalar tarafından şekillendirildiğini düşündürmektedir. Çünkü aynı döneme ait hükümdar veya toplumun ileri gelen kişilerine ait mezar taşları/sandukalardaki yüksek estetik işçilik ve taş cinsinin seçiminin, bu mezar taşlarında görülmemesi şimdilik bu fikrimizin doğruluğuna ön ayak olmaktadır.
EKLER