Giriş
Metalürjik Bir Ürün Olarak Kılıcın Gelişimi
Metalürjinin gelişimi Anadolu ve Yakındoğu’da daha erken dönemlerde başlasa da Ege’ye gelişi geç olmuştur. Ege kıyılarında şu ana kadar en erken MÖ 5500 yıllarına ait buluntulara rastlanmaktadır. Bakır iğnelerle başlayan bu teknoloji, küçük hançerlerle devam etmekte ve Kalkolitik Çağ’ın sonunda bakır, altın, gümüş ve kurşun gibi birçok buluntu grubu şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Elbette en büyük gelişim bakır ve kalayın alaşımından meydana gelen ve yeni bir çağ başlatan tuncun bulunmasıyla başlar. Bu konuda yaşanan hızlı gelişim, büyük bir teknolojinin de önünü açmıştır. Bu hızlı teknolojinin getirdiği ve birer prestij nesnesi olan kılıçlar ise Tunç Çağı’nın en çarpıcı eserleridir.
Kılıçtan önce ilk evrede, daha küçük boyutlarda üretilen hançerler karşımıza çıkar. Hançer döküm ve üretim kabiliyetinin gelişmesi ile birlikte daha büyük boyutlarda silahlar üretilebilmiş ve en sonunda Tunç Çağı’nın en öldürücü silahı olan kılıç ortaya çıkmıştır. Bu nedenle de Tunç Çağı silahları içerisinde kılıçlarla ilgili yapılan araştırmaların diğer silahları gölgede bıraktığını söyleyebiliriz[1] . Metal döküm tekniklerinin gelişmesi hançerlerin de değişik formlar ve farklı alaşımlarla dökülmesine yol açmıştır. İlk etapta dökülen üçgen hançer formlarının yerini giderek uzun hançerler almaya başlamıştır. Bunlar Ege’ye özgüydü ve kılıca doğru giden yolun başlangıcıydılar. Fakat kılıçlar hem uzunluk hem morfoloji hem de kullanım alanı açısından hançerlerden çok farklıydılar.
Tunç Çağı kılıç yoğunluğu bakımından Ege ön planda olsa da en eski kılıçların Anadolu’da Arslantepe’de bulunduğu bilinmektedir. MÖ 4. binin sonlarına tarihlenen Malatya Arslantepe ve MÖ 3. binin ortalarına tarihlenen Alacahöyük buluntularına bakıldığında birçok konuda olduğu gibi kılıçların anavatanının da Anadolu olduğu görülmektedir[2] . H. Levent Keskin, “Az sayıda istisna haricinde MÖ 2. binyıl öncesi kılıç örneklerinin tamamı Anadolu’da ele geçmiştir.” Demektedir[3] . MÖ 2300’lere kadar nadir rastlanan tunç kılıçlara Geç Tunç Çağı ile birlikte daha sık rastlanır. Naxos civarında bulunan, uzunluğu 35,6 cm olan ve MÖ 2800-2300 tarihleri arasına yerleştirilen bakır kılıç, Ege’de bulunan en erken Tunç Çağı kılıcı olarak bilinmektedir[4] . Bu tarihten sonra ise bakır ve tunç kılıçların gelişim gösterdiğini biliyoruz. Troya açısından bakıldığında ise özellikle Ege ve Batı Anadolu özelinde metalürjik gelişmenin nasıl olduğu önemlidir.
Kalkolitik Çağ’ın sonlarında bu alanda yaşanan buluşlar Tunç Çağı’na geçişin önünü açmış, Orta ve Son Tunç Çağı’nda yaşanan devrim niteliğindeki gelişmelerin ve buluşların zeminini hazırlamıştır. İklim değişikliği ve nüfus artışına bağlı olarak toplumsal zenginlik ön plana çıkmış, bununla birlikte yeni üretim kabiliyetleri geliştirilmiştir. Bu da İlk Tunç Çağı’nda meydana gelen ve “metalürjik patlama” olarak kayda geçen bir gelişmenin yaşanmasına neden olmuştur[5] . İlk Tunç Çağı’ndan itibaren Troya’da ele geçen buluntular ve döküm teknolojisine bakıldığında Troya’nın da bu gelişmeden geri kalmadığı, aksine bu gelişmenin öncü yerleşimlerinden olduğu görülmektedir. Bu metalürjik bilgi birikimi, kültürün ve ekonomik zenginliğin üzerinde etkili olduğu kadar[6] savaşlar ve savaşların şekillenmesi üzerinde de etkili olmuştur. Yaşanan bu gelişmeler savaş aletleri konusunda bir devrim niteliğindedir[7] .
Kılıçların ortaya çıkışı, kılıç tipleri ve kullanımları konusunda çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bunların yolunu açan ve en önemlileri diyebileceğimiz çalışmalar Sandars’ın çalışmalarıdır[8] . Ege kılıçlarının ilk sistematik sınıflandırmasını Sandars yapsa da Ege kılıç türlerini sınıflandıran ilk kişi Georg Karo’dur[9] . Tunç Çağı kılıçlarında Ege etkisinin detaylı olarak analiz edilişinin üzerinden 50 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen[10] bunların nereden ve nasıl geldikleri şeklindeki soruların birçoğu cevapsızdır. Üstelik Tunç Çağı’nın sosyal-politik-ticari merkezlerinden biri olan Troya’da elimizde önemli bulgular olmasına rağmen bu konu yeterince değerlendirilmemiştir. Bu nedenle çalışmamızda kılıç tipolojileri ile ilgili detaylara girilmemiş olup, Troya kazılarında ele geçen yeni bulgular üzerinden kılıçlara ulaşım ve kılıçların üretimi hakkında değerlendirme yapılmasının daha doğru olacağı kanaatine varılmıştır.
Anadolu ve Troya’da Miken Etkisi ve Kılıçların Kullanım Alanı
Tarih boyunca birçok etki Asya’dan Avrupa’ya doğru olmuş olsa da bazı dönemlerde Avrupa’dan Asya’ya doğru bir etkileşimin olduğu da görülmektedir[11]. Bu iki yönlü etkileşim alanlarının başında da boğazların iki yakasında yer alan yerleşimler gelmektedir[12]. Özellikle Miken Dönemi[13] ardından Troya VII Dönemi’nde Balkanlar üzerinden gelen ve Troya’da etkili olan bir kültür, varlığı bilinen ve hâlen yoğun olarak araştırılan bir konudur[14]. Miken Dönemi öncesinde ise metal üretim teknolojisinin getirdiği bir gelişme ile Anadolu’daki üstünlüğün Ege ve İtalya’ya geçtiği görülmektedir. Bu dönemde de karşılıklı etkileşim ve üstün gelme mücadelesi yaşanmıştır.
Anadolu’nun en batısında yer alan Troya, coğrafi konumu nedeniyle kıtalar arasındaki ticaret ve bununla bağlantılı prestij malların taşınması ve transferinde rol oynamıştır[15]. Son Tunç Çağı’nda Gelibolu Yarımadası ve Troas Bölgesi’nde yer alan yerleşimler bunun önemli bir göstergesidir. Bu durum Çanakkale Boğazı’nın girişinde ve iki kıta arasında önemli bir konumda yer alan Troya’nın, bir kültür alanının son istasyonu değil, kültürel etkileşimin ve ticaretin bir ana istasyonu olduğunu göstermektedir[16]. Burada doğrudan bir ekonomik-sosyal sınırdan söz etmek doğru değildir. Çünkü toplumları birbirinden ayıran sınır çizgileri yoktur. Troya o günün iki dünyası diyebileceğimiz Avrupa ve Anadolu arasında hem bir sınır hem de bir geçiş noktası olarak kabul edilmelidir[17]. Çünkü bu dönemde Ege Bölgesi’nden Orta Avrupa’ya uzanan bir ticaretten söz etmek mümkündür[18] (Harita 1).
Bugüne kadar yoğun şekilde araştırılan ve Troya’da Miken etkisini gösteren en önemli maddi kültür buluntuları seramiklerdir. Bunlar kısmen Miken benzeri yerli üretim ürünü olsalar da Troya, Ege ticaretinde rol oynayan ve Miken çanak çömleklerine özel ilgi duyan Anadolu’daki pek çok yerleşim alanının başında gelmektedir[19]. Bu veriler, Troya’da ele geçen zengin silah üretim teknolojisi, savaş hendeği ve güçlü surlarla birleştiğinde kılıç üretiminde de bir Miken etkisi olabileceğini göstermektedir. Çünkü bütün bunlar karşılıklı bir etkileşimin yanı sıra burada bir savaş olduğuna bizi inandırır[20]. Bu nedenle de bulunan her veriyi antik kaynaklar ışığında da değerlendirmek büyük önem taşımaktadır[21]. Hitit yazılı kaynakları Son Tunç Çağı boyunca Batı Anadolu’da pek çok ‘savaşa’ işaret eder[22]. Savaşların bu dönemde temel nedenlerini ortaya koymak zor olsa da savaşların yaşandığına dair arkeolojik kalıntıların birçoğu günümüze kadar ulaşmaktadır[23]. Böylesi güçlü belgelerle savaşa işaret edilen bir dönemde ve Yunan Anakarası ile Hitit arasında bir sınır görevi gören Troya’da, kılıcın ne kadar önemli olduğunu görmemek mümkün değildir.
Hititler ve Mikenler arasında anlaşmazlıklar ve sınır kavgaları yaşandığına dair çok fazla kanıt olsa da iki taraf arasında mevcut Hitit kaynaklarına göre sadece iki askerî savaş gerçekleştiği bilinmektedir. Fakat bu karşılıklı saldırı ve savaş haline rağmen Anadolu’daki Miken silahları için çok az arkeolojik kanıt vardır[24]. Bunun nedeni ise Anadolu’da Tunç Çağı mezarlık alanlarının halen yeterince kazılmamış olmasıdır. Elbette burada en önemli konumda bulunan ve birçok buluntusunda Miken etkisi görülen Troya, Tunç Çağı mezarlığı tespit edilmeyen ve bu konuda en büyük eksikliğe neden olan yerleşim alanıdır.
Şu ana kadar Blegen tarafından Troya’da kazısı yapılan az sayıdaki Son Tunç Çağı mezarı ve Beşik Mezarlığı dışında Tunç Çağı’na ait bir mezarlık bulunamamıştır. Beşik Mezarlığı’ndaki bronz külçeler, baltalar ve kılıçlar da geniş bir dönemi yansıtmaktadır. Buradaki bazı buluntular ise Ege menşelidir[25]. Bu buluntuların Miken kökenli olması muhtemeldir.
Kılıçların kökeni kadar ortaya çıkışları ve bu süreçteki kullanım alanları da tartışma konusudur. Metalürjinin Ege Bölgesi’ne nereden geldiği tartışma konusu olsa da özellikle kılıç için ham maddenin işlendiği ve teknolojik anlamda üstün nitelikli ürünlerin ortaya konulduğu yer Ege’deki yerel üretim alanlarıdır[26].
Kalkolitik Çağ’ın sonu ile birlikte Girit’te görülen metal aletler Erken Minos Dönemi’nde bir artış gösterir. Bu dönemden itibaren de savaşların temel öznesi olan erkeklerle birlikte bazı nesneler gömülmüştür[27]. Girit’teki Erken Tunç Çağı erkek mezarlarında ele geçen hançerler, bu objelerin erkek ile özdeşleştirildiğini gösteren ilk buluntulardır. Branigan tarafından kaleme alınan “Girit’in Erken Bronz Hançeri” isimli makalesinde, hançerin önce kılıca ve ardından öldürücü bir savaş aletine nasıl dönüştüğünün ilk izlenimleri edinilebilir[28]. Bu yönüyle bakıldığında silah, saldırganlık ve savaş Tunç Çağı toplumlarının bir parçası gibi görünmektedir[29].
Orta ve Geç Tunç Çağı’nda ele geçen bazı kılıç tipleri ve özellikle değerli süslemelerle özel hale getirilen kabzalarının üretimi sınıfsal farklılığın da bir göstergesidir. Yöneticilerin veya rütbeli seçkin kişilerin değerli malzemeden üretilen kılıçlara sahip oldukları söylenebilir. Otorite ve statü sembolü haline gelen kılıçlar aynı zamanda bir mezar hediyesiydi çünkü ölümden sonraki yaşamda da sahibinin sosyal statüsünün sembolüydü. Graziadio’nun, bunların işlevsellikten çok birer sanat eseri oldukları yönündeki kesin kanısı ise yoruma açıktır[30]. Kılıç ne kadar değerli objelerle süslü olsa da onu yanında taşıyan kişinin birincil silahı olup olmadığı konusu etnoarkeolojik açıdan araştırılmalıdır. Fakat bizim düşündüğümüz gibi hem silah hem de sanatsal bir obje olduğu fikrini ileri sürenler de[31] bazı kabza başlarının ahşap üzerine altın plaka süslemeli olduğunu söyleyen araştırmacılar da vardır[32].
Askerî bir ihtiyaç olan kılıç, aynı zamanda seçkin ve rütbeliler için bir ayrım yaratmıştır. Ele geçen birçok kılıcın sanatsal işçilikle üretildikleri görülür. Fakat özellikle mezar hediyesi olarak bırakılan bu kılıçlara bakarak kılıcın belli bir zümreye ait olduğunu ve sadece onların kullandığını söylemek doğru bir yaklaşım değildir. Nitekim mezar hediyesi dışında kalanların daha sonra eritildiği fikri her zaman değerlendirilmelidir. Çünkü mezarlarda ortaya çıkan birkaç sade kılıcın dışında hepsinin kabzalarında altın, gümüş, fildişi veya mermer malzemeler kullanıldığı bilinmektedir. Fakat burada özel bir üretimi veya kullanımı ileri sürmek için birbirine benzemeyen ürünlerden söz etmek gerekir[33]. Halbuki bu çalışmada ele aldığımız Troya kılıç kabza başları ve diğer yerlerde ortaya çıkan fildişi ve mermer kabza başlarının birbirine çok benzediği görülmektedir. Fildişi daha değerli bir ürün olduğundan üretilen kabza başları için bir özel üretimden söz etmek mümkün olsa da mermer örnekleri için ancak fildişi ürünlerin taklidi diyebiliriz. Özellikle Son Tunç Çağı’nda Troya’da sıklıkla rastladığımız metal taklidi seramik kaplar gibi[34] mermer kabza başlarının da fildişi kabza başlarının taklidi olduğu şeklinde bir yorum yapılabilir.
En ilkel kabilelerden bu yana yöneticilerin prestij nesnelerine sahip oldukları bilinmektedir. Metalin insan üzerindeki öldürücü etkisinin artması, kılıcı özellikle Orta ve Son Tunç Çağı yöneticilerinin en görkemli prestij nesnesi haline getirmiştir. Kılıçlar üzerinde son döneme kadar kullanım ve aşınma izleri üzerine yeterli araştırma ve deneysel arkeoloji çalışmalarının yapılmamış olması, bu konuda söz söyleyen bilim insanlarını kendi görüşlerini hâkim görmeye ve kabul ettirmeye teşvik etmiştir. Bu görüşler doğrultusunda Tunç Çağı silahlarının savaşların çıkarılmasında üstlendiği rol efsanelerle gölgelenmiş gibi görülmektedir. Bu nedenle metalürji açısından değerlendirilmesi gereken bir diğer konu kılıçların kullanım alanlarının son araştırmalar doğrultusunda yeniden değerlendirilmesidir. Çünkü bazı araştırmacılar bronz silahların savaş için uygun olmadığını ve daha çok ritüel amaçlı olduklarını iddia etmişler[35]. Fakat bugün yapılan araştırmalar, özellikle uygulamalı arkeoloji yöntemleriyle yapılan yeni deneyler, antik dönemdeki yöntemler ve metal oranlarıyla üretilen Tunç Çağı silahlarının ne kadar etkili olduğunu ortaya koymuş[36], kılıçların törensel mi yoksa işlevsel mi oldukları tartışması da böylelikle ortadan kalkmıştır.
Orta ve Geç Tunç Çağı kılıçları üzerinde silahların kullanımı ve aşınma izleri ile ilgili detaylı uygulamalı arkeoloji çalışmaları bulunmaktadır. Bu çalışmalar içerisinde bronz kılıçların nasıl tutulduğu ve kullanıldığı, etkili bir şekilde kullanabilmek için ne kadar süre eğitim gerektiği, bıçak temaslarının kılıç üzerindeki etkisi, kılıç ustalarının dövüşürken vücutta hedef aldığı bölgeler dâhil birçok veri ve analiz yer almaktadır[37]. Bu çalışmalarda deneysel arkeolojinin yanında metal analiz çalışmaları da yapılmıştır. Bu denli detaylı araştırmaların yapılmasında ise elbette ki Tunç Çağı savaşları ve silahları üzerinde daha önce yapılmış çalışmaların büyük etkisi vardır[38].
Örneğin kılıç kabzaları konusunda yapılan birçok çalışmada önemli tespitler yapılmıştır. Kılıcın kabzası ile namlusu arasında yer alan siper kısmı, elin namlunun keskin kısmına kayıp yaralanmasını engellerken, aynı zamanda karşı taraftan gelen darbelere karşı da savaşçının elini korur. Çünkü kabzayı tutan elin güvenliği önemlidir. Hem kılıcın elden düşmesini engellemek hem de ele gelen darbeleri önlemek için kabza başları yapılmıştır. Yani kabza başının iki önemli görevi vardır. Birincisi kılıcın kayıp düşmesini engellemek, ikincisi ise darbelere karşı eli korumaktır[39].
Sandars ve Molloy gibi konunun önemli uzmanları Tunç Çağı kılıçları hakkında önemli ve ayrıntılı çalışmalar yapmış olsalar da konunun toplumsal açıdan değerlendirilmesi için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Özellikle silahların mı politikaya yön verdiği yoksa politikanın mı silahı güçlendirdiği konusu geniş kapsamlı çalışılmalıdır. Ya da kılıçlar önce prestij sonra askerî amaçla mı kullanıldı veya askerî amaçla kullanımının yaygınlaşması mı onu bir prestij ürünü haline getirdi soruları daha ağırlıklı tartışılmalıdır. Kısacası kılıcı bir statü veya savaş ürünü olarak ele almak yerine toplumsal, doğal ve teknolojik gelişmelerle bir bütün olarak ele almak, çok yönlü olarak değerlendirmek ve bugüne kadar yapılan çalışmalardan bir dayanak noktası oluşturularak kılıcın toplumsal değişime olan etkisi ve Troya’nın da bir üretim merkezi olup olmadığı üzerinde durmak daha yerinde olacaktır.
Sonuç olarak, Batı Anadolu’da Miken etkisinin yoğun olarak görüldüğü en önemli yer kuşkusuz Troya’dır[40]. Miken etkisi elbette Troya ile sınırlı kalmamış ve Anadolu ile Karadeniz’in içlerine kadar yayılım göstermiştir. Fakat Karadeniz’e ulaşmanın en kolay yolu olan Boğazlar ve Boğazlar üzerindeki Troya hakimiyeti düşünüldüğünde bu ticaretin Troya ve Troya’nın ara ticaret istasyonları diyebileceğimiz Maydos gibi boğaz kıyısı yerleşimleri aracılığı ile yapıldığı söylenebilir. Özellikle Basedow’un, Beşiktepe Mezarlığı’nda çıkan buluntular ile Karadeniz arasında bir bağlantı kurmaması [41] Troya’da ele geçen bu kabza başlarından iki örneğin Maydos’ta bulunması ve Son Tunç Çağı’na ait benzer kılıçlara Trakya’da da rastlanması bu düşünceyi güçlendirmektedir[42]. Kısacası diğer birçok örnekte olduğu gibi Miken kökenli bu kabza başlarının da ticaretin güçlü merkezlerinden biri olan Troya’da üretilmesi ve buradan ticaretinin yapılması varılabilecek bir sonuçtur.
Bir Yerel Üretim Ürünü Olarak Troya Kılıç Kabza Başları
Troya’da metal analiz çalışmaları ve ham madde yatakları konusunda araştırmalar yapılmıştır[43]. Fakat savaş ile ilişkilendirilen Troya gibi bir yerde Orta ve Son Tunç Çağı savaş aletleri ile ilgili yeterli araştırma yapılmış değildir. Bu nedenle de önemli bir sayıya ulaşan Troya’nın kılıç kabza başlarından yola çıkarak yeni değerlendirmeler yapılmalıdır. Bu değerlendirmeler yapılırken de diğer birçok çalışmada yapıldığı gibi Tunç Çağı kılıçlarının tipolojisi üzerinde durmak yerine Troya gibi önemli bir kentte kılıç üretimi yapılıp yapılmadığı tartışılmalıdır. Troya tarihi açısından kılıcın önemi ve buluntuların savaş, ticaret, kültürel etkileşim ve teknolojik gelişmeler hakkında bize sundukları üzerinde durulacaktır.
Bundan dolayı Troya kazılarının başından bu yana çok sayıda ele geçirilen ve her dönem farklı şekillerde değerlendirilen kılıç kabza başlarının 2019 yılında bulunan örnekle birlikte yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir (Resim 1). Son dönem Korfmann kazılarında bulunan örneklerle birlikte ilk olarak at arabalarına ait aplikasyonlar şeklinde değerlendirilen ve bu değerlendirme yapılırken de kılıç kabza başları ile olan benzerlikleri vurgulanan[44], fakat daha sonra Pieniazek tarafından yapılan değerlendirme[45] sonucu kullanım alanları ile ilgili şüphe kalmayan bu kabza başları, Çanakkale Boğazı’nın karşı kıyısında yer alan ve Troya etkileri net bir şekilde görülen Maydos Kilisetepe’de ele geçen son dönem örnekleri[46] ile birlikte kılıcın tipolojisinden ziyade kullanım alanları, ticareti ve ticaret güzergâhları ile ilgili detaylı bilgiler verebilecektir.
Kılıç, özellikle MÖ 2. ve 1. binde, tarihi olaylara yön veren bir nesne haline gelmiştir. Bu nedenle de toplumsal olayların, savaşların ve kültürel üstünlüklerin temel argümanlarından biri olarak görülmüştür. Fakat kılıcın ortaya çıkışı, ilk olarak nasıl kullanıldığı ve kullanılan ham madde yatakları önemli bir sorun gibi görünür[47]. Akdeniz ve Ege toplumlarının deniz ticaretinin de etkisiyle yüksek bir kültüre ulaşmaları, zenginliğini korumanın ve deyim yerindeyse başka toplumlar üzerinde elde ettikleri sömürünün devam etmesi savaşlara bağlıydı. Bu durumda da yakın dövüşün simgesi haline gelen kılıç artık büyük önem taşıyordu. Ege ve Akdeniz bölgesinde MÖ 12. ve 11. yüzyıla tarihlenen buluntular çeşitlilik, kalite ve miktar açısından olağanüstüdür ve bu durumu desteklemektedir[48].
Özellikle Ege’de üstünlük kurmak amaçlı savaş ve şiddet Tunç Çağı boyunca devam etmiş ve bu çağın sonunu da getirmiş gibi durmaktadır. Bu dönem için savaş tarihini değiştiren iki önemli unsur varsa bunlar at ve savaş arabaları ile kılıcın efektif bir şekilde kullanılmaya başlanmasıdır[49]. Harding de kılıcı Tunç Çağı’nın en önemli icadı olarak görmektedir[50].
Tunç Çağı’nın en önemli merkezlerinden biri olan Troya’da günümüze kadar Tunç Çağı’nın en önemli buluşu diyebileceğimiz ve çağların kaderini değiştiren savaş araçlarından en önemlisi olan kılıçlardan bütün olarak korunagelen bir örnek yoktur. Bilindiği gibi Troya üst üste kurulan on yerleşim alanından meydana gelen bir höyüktür. Üst üste kurulan ve her kurulduğunda bir önceki kentten kalan malzemeyi kullanan Troyalılar, özellikle çağın en değerli metali olan tuncu yeniden üretime katmak için eritmiş olmalıdırlar. Bu nedenle de sadece eski yerleşimin üzerine yeni bir yerleşim kuran insanların ulaşamadığı az sayıda buluntu günümüze ulaşabilmiştir. Kısacası tekrar tekrar eritilip kullanıldığını bildiğimiz metal silahların kentte yapılan kazılar sırasında yeterince bulunmaması doğal bir durumdur. Fakat burada sözünü ettiğimiz, kırıldıktan sonra değiştirilen ve ikinci kullanımı mümkün olmayan veya eritilmek üzere geri dönüştürülen kılıçlardan sökülen bazı parçalar sayesinde özellikle öldürücü bir silah olan uzun Ege kılıçlarının, Troya’da kullanıldığını artık kesin olarak biliyoruz. Hatta daha sonra sözünü edeceğimiz yarı işlenmiş bazı ürünlerden yola çıkarak Troya’da bir kılıç atölyesinin varlığından da söz etmek mümkündür (Resim 2)[51]. Nitekim kılıç kullanımına işaret eden ve özel yapım kılıçların varlığını ve Tunç Çağı’nın başından itibaren metalürji alanındaki teknolojiyi gösteren önemli veriler ve buluntular ele geçmiştir[52].
Tunç Çağı kılıçları ve kılıçların yayılım alanlarının konuşulduğu, önemli tespitlerin ve yayınların yapıldığı bir dönemde, Troya 2019 yılı kazılarında ele geçen bu yeni örnek, iki kıta arasında kültürel ve ticari geçiş noktası olan Troya özelinde bu konunun yeniden değerlendirilmesi gerektiğini göstermiştir. Daha önceki buluntularla birlikte toplam 21 adet olarak tespit edilen kabza başları, Tunç Çağı kılıç yoğunluğu içerisinde bu türden ele geçen hiç de azımsanmayacak bir sayıdır. Bunların önemli bir konuma sahip olan Troya gibi bir yerde bulunması, 2019 yılında ele geçen örneğin Son Tunç Çağı kalesinin Güney Kapısı’nın hemen dışında, aşağı kente giden olası bir yolun olduğu yerde çıkması [53] ve özellikle karşı kıyısında yer alan Maydos Kilisetepe’de de aynı döneme ait benzer iki parçanın varlığı[54] buluntuyu daha da özel kılmıştır. Özellikle Beycesultan’da bulunan 79 taş objeden birçoğunun da beyaz mermer veya kireçtaşından kılıç kabza başları olması [55] Anadolu’da ve özellikle de Troya’da bu kabza başlarının yarattığı etkinin daha büyük olması gerektiğini göstermektedir (Resim 3).
Burada önemli olan aşağı şehirde de örneklerine rastlanan ve bu kadar yoğunlukta ele geçen kabza başlarının Troya’ya nasıl geldiği veya Troya’da üretilip üretilmediği konusu ile birlikte Tunç Çağı’nın en değerli ürünü olan kılıçların ticareti ve sevki için Troya’nın güvenli bir merkez olup olmadığının tartışılmasıdır.
Bu yönüyle bakıldığında da denizaşırı ticaretin önemli merkezlerinden biri olan Troya’da daha önce zikrettiğimiz üzere bir kılıç üretim atölyesinin varlığı söz konusu olabilir[56]. Çünkü Kastamonu ve Boğazköy örneklerinden yola çıkarak Anadolu için yerel kılıç üretimi fikrini öne süren Ünal’ı [57], Balıkesir ve Bodrum’dan gelen örneklerden yola çıkan Yalçıklı da desteklemiştir[58]. E. H. Cline Hattuşa’da ele geçen ve üzerinde Tuthaliya tarafından Fırtına Tanrısı’na adandığı yazılı olan kılıçtan yola çıkarak Ege B Tipi kılıç özelliklerini yansıttığını ve bunun Yunan Anakarası’ndan gelmediyse Batı Anadolu’da bir üretim merkezi ve atölyenin olması gerektiğini söyler[59]. Cline, olası atölyenin olabileceği yerler arasında Milet, İzmir ve Panaztepe’yi saymıştır[60]. Hansen ise bu kılıcı Troya Savaşı’nda Hititlerin Troyalılara yardım ettiklerine dair bir kanıt gibi gösterir[61]. Fakat günümüzde bu kılıcın Tuthaliya Dönemi’nde MÖ 1430 dolayında meydana gelen Assuwa isyanı ile ilişkili olduğu kabul edilmiştir[62]. Burada bizim için önemli olan ise Yunan Anakarası ile Anadolu arasında kurulan her bağlantının Troya üzerinden yapılmasıdır. Çünkü Assuwa ülkesi içerisinde sayılan 22 kentten biri de Troya (Taruisa-Wilusa)’dır[63]. Bu nedenle Troya’da ortaya çıkan bu buluntular da tıpkı Troya’nın yerel üreticileri tarafından üretilen Miken tarzı seramikler gibi bir yerel üretim ürünü olarak düşünülebilir.
Daha önce de belirtildiği gibi mezar hediyesi olarak sunulan kılıçların günümüze ulaştıkları düşünüldüğünde Troya’da sadece Blegen kazıları sırasında küçük bir alanda bulunun Son Tunç Çağı nekropol buluntuları ise yeteri kadar veri sunamamaktadır[64]. Bu durum konuyla ilgili çalışma yapan Pieniazek tarafından da dile getirilmiştir[65]. Nitekim Beşiktepe Mezarlığı hem azımsanmayacak metal buluntuları hem de burada çıkan bıçaklar ile Troya’da daha önceki kazılarda ortaya çıkarılan bıçaklarla olan benzerliği yönünden bu durumun en açık göstergesidir[66]. Beşiktepe Mezarlığı’nda çıkan 15,5 cm boyundaki bir bıçak[67] bu konudaki düşüncelerimizi destekler niteliktedir. Burada bulunan buluntuların daha fazlası olduğu da görülmüştür[68].
Troya’da ele geçen Siana bıçakları içerisinde değerlendirilen 31,7 cm uzunluğunda bir bıçak[69] burada metalurjik gelişmişliğin anlaşılması açısından önemli bilgi sunmaktadır[70]. Troya VII Dönemi’ne ait olan bu bıçağın kabza başı Buchholz tarafından yapılan çizimde, tıpkı söz ettiğimiz kabza başları şeklinde topuz olarak gösterilmiştir[71]. Orijinal hali Schmidt tarafından yayınlanan bıçağın üzerinde böyle bir topuz yoktur[72]. Buchholz’un bu kabza başını Sandars’ın çalışmasında yer alan 4. tip bıçak grubuna dayandırarak çizdiği anlaşılmaktadır[73]. Bu benzerliği Sandars’ın yayınında açıkça görebiliriz[74]. Ayrıca yine Sandars’ın çalışmalarına atıf yapan Buchholz, bu bıçakların Girit, Yunan Anakarası, Kıbrıs ve Troya’da bulunduğunu vurgulamıştır.
Troya kronolojisinden faydalanılarak tarihlenebilen Siana bıçakları gibi, ortaya çıkan kılıç kabza başları için de tarihlemenin yeniden yapılması mümkündür. Çünkü kılıç önemli bir coğrafi ve kronolojik kıstastır[75]. Özellikle 2019 yılı kazılarında ele geçen kabza başının bir tabaka buluntusu olması bu açıdan önemlidir[76].
Troya’da bulunan kılıç kabza başları çoğunlukla Korfmann dönemi kazılarında ele geçmiştir (Resim 2-10)[77]. Bunun muhtemel nedeni ise Troya VI ve VII katmanlarının Korfmann tarafından yoğunluklu olarak araştırılması ve bu dönemlere ait tabakaların daha yoğun şekilde kazılmasıdır. Korfmann ve Zidarov tarafından at ve savaş arabaları ile ilgili yapılan bir çalışmada bu buluntulara önemli bir bölüm ayrılmıştır. Bunların kılıç kabza başları ile büyük benzerlik gösterdikleri vurgulanmış olsa da at arabalarında kullanılan aplikasyonlar olacağı üzerinde durulmuştur[78]. Bunların boyut ve şekil açısından değerli silahların kabza başları ile benzerlik gösterdiklerini belirtseler de son dönem yapılan araştırmalar ve yeni buluntulara bakıldığında bunların savaş arabalarında kullanıldıkları yönündeki tespit yanlıştır.
Korfmann ve Zidarov tarafından bu kılıç kabza başlarından bugüne kadar iyi durumda 20 örnek bulunduğu belirtilmiştir[79]. Pieniazek de çalışmasında bu sayının 20’nin üzerinde olduğunu söylemektedir[80]. Bu sayı 2019 yılında ele geçen örnekle birlikte 21’e çıkmıştır. Schliemann[81], Dörpfeld[82], Blegen[83] ve Korfmann kazılarında karışımıza çıkan bu buluntular hakkında ilk detaylı çalışmayı yapan Korfmann ve Zidarov yanlış bir değerlendirme yapsalar da diğer yerleşim alanlarında çıkan örnekler ile karşılaştırmalı tablo hazırlamış ve Anadolu için yayılım haritasını göstermişlerdir (Harita 2, Resim 3)[84]. Bu konuda kesin bir kanıya varmayan Korfmann, sözü daha sonra yapılacak detaylı araştırmalara bırakmıştır. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu konuda en doğru değerlendirme Troya’nın kesme taş eserleri konusunda yayın yapan Magda Pieniazek tarafından yapılmıştır. Söz konusu kılıç kabza başlarına ilişkin kısa bir değerlendirme yapan Pieniazek, çalışmasını katalog şeklinde hazırlamış olup çalışmada kılıç kabza başlarının fotoğraflarına ve detaylı çizimlerine yer vermiştir. Pieniazek, daha önce yapılan çalışmaların aksine özellikle başka bölgelerde in-situ olarak ele geçen kılıçlar üzerinde yer alan kabza başlarının, Troya buluntularının da kılıç kabza başı olduklarının kanıtı olduğunu belirtmiştir[85]. Schliemann kazıları sırasında ele geçen ve bu kapsamda değerlendirilmeyecek kadar kaba, fakat form olarak bu kılıç kabza başlarını andıran örnekler de mevcuttur[86]. Bu örneklere bakıldığında da bu üretimin Troya’da çok daha erken dönemde başladığı öngörülebilir.
Troya’da ortaya çıkan kabza başları, yontma ve sürtmetaş endüstrisi teknikleri kullanılarak elde edilmişlerdir. Özellikle Korfmann dönemi kazılarında ele geçen ve yarı işlenmiş durumda olan kabza başı üzerinde yontma izleri açıkça görülmektedir (Resim 2)[87]. Bir kısmı tabaka buluntusu olsa da ele geçen bu buluntuların tamamının Son Tunç Çağı’na ait oldukları anlaşılmaktadır. Özellikle 2019 yılında ele geçen örnek, diğer örneklere kıyasla ana kalenin dışında aşağı şehir bağlantı rampasının olduğu alanda bir yapı kompleksi içinde bulunmuş olması yönünden önemlidir[88]. İnce grenli beyaz mermerden yapılan bu örnek, Maydos ve Troya’da daha önce ele geçen örneklerle karşılaştırıldığında Troya’dan çıkan beyaz mermerden üretilmiş diğer birkaç örnek dışında hepsinden daha ince bir işçiliğe sahiptir. Yakın formda bir örneğine Beycesultan’da rastlanan bu kabza başı büyük oranda sağlam ele geçmiştir. Tam olmayan bu kabza başı da diğer kabza başlarında olduğu gibi tekil bir buluntu olarak ele geçmiştir. Üst kısmı bombeli, altı düz konik formlu olan ve karşılıklı perçin delikleri olduğu tespit edilen kabza başının % 50 oranında kırık olduğu ve kırılma sırasında perçin deliklerinin ve kabzanın oturduğu yuvanın da kırıldığı görülmektedir (Resim 1). Yuvarlak bir kabza yuvasına sahip olan kabza başının baş çapı 5,3 cm, baş cidarı 9 mm’dir. Kılıç sapının girdiği yuvanın iç çapı 1,5 cm, cidarı 6 mm’dir. Kabza başının ölçülebilen yüksekliği ise 3 cm’dir. Oldukça iyi işlenen bu kabza başı pürüzsüz ve kaliteli bir mermerden üretilmiştir. Fakat bu kabza başı ile önceki dönem kazılarında ele geçen kabza başlarını bir arada değerlendirmek gerekmektedir. Özellikle Korfmann dönemi kazılarında ele geçen birkaç örnek önemli bilgiler sunmaktadır. Bunlardan fildişi olan bir örnek, diğer mermer ürünlerin fildişi benzeri üretimler olduğunu göstermesi açısından önemlidir (Resim 10). Bütüne yakın ele geçen beyaz mermerden üretilmiş örnek ise Kydonia 46. Mezarda ele geçen ve Sandars’ın C Tipi kılıçları arasına yerleştirilen ince-uzun bronz kılıç üzerinde bulunan fildişi bir örnekle büyük benzerlik göstermektedir (Resim 9)[89]. Bu benzerlikten yola çıkılarak ilgili kabza başı MÖ 1300’lere tarihlenebilir. Benzer örneklere Knossos’ta da rastlanmıştır. Tunç Çağı mezarlarında ortaya çıkarılan çok sayıda bütün kılıç üzerinde ele geçen bu buluntuların kabza başı oldukları konusunda herhangi bir şüphe kalmamıştır[90].
Buluntu olarak ele geçen bu kabza başlarına sahip kılıçların birçok yerde resmedildikleri de anlaşılmaktadır. Thebe’deki Rekhmire mezarında yer alan Mısır freskinde, Miken IV Şaft mezarında ortaya çıkarılan altın yüzük üzerinde, Knossos’ta bulunan ve MÖ 1500’lere tarihlenen bir mühürde, bir Mallia mührü üzerindeki atletik performansta kullanılan kılıçta, yine Miken V. Şaft mezarında MÖ 1500’lere tarihlenen bir mezar taşında resmedilen araba süren savaşçının elinde, Boğazköy’den çıkan MÖ 1350’ye tarihlenen bir seramik üzerinde resmedilen ve kıyafetlerinden yola çıkılarak Akhalı bir savaşçı olduğu söylenen askerin elinde, Atina’da bulunan MÖ 1450-1300 arasına tarihlenen mühür üzerinde savaşan iki askerin elinde, Naksos’ta bulunan MÖ 1200’lere tarihlenen mühür üzerinde ve daha bunlar gibi birçok örnekte resmedilen kılıç kabza başlarının bu formda oldukları görülmektedir[91]. Kabza başlarının bu şekilde üretilmesi Tunç Çağı kılıç ustalarının bir tercihi olmalıdır[92]. Bütün bu verilerden yola çıkan Hermann ve arkadaşları da tasarladıkları kılıçların neredeyse hepsinin kabza başlarını topuz şeklinde tasarlamışlardır.
Troya örneklerinin içinde üretim aşaması tamamlanmayan örnek dışında diğerlerinin bir süre kullanıldıktan sonra kırıldıkları anlaşılmaktadır. Hatta bazılarının üst kısmında açılan bir delik bunların ikinci kez başka bir amaç için kullanılmış olabileceklerine işaret etmektedir (Resim 3, 5). Bazılarında özel bir işçilik sergilendiği açıkça görülmektedir. Yukarıda sözünü ettiğimiz beyaz mermerden özel işçilikle üretilen örneğin yer aldığı kılıcın kabzasının da altın ve benzeri değerli metallerle süslü olma olasılığı yüksektir (Resim 9). Fakat bizim için en önemli buluntu elbette yarı işlenmiş halde bulunan kabza başıdır. Korfmann dönemi kazılarında ele geçen bu örneğin tamamlanmamış olması burada yerel üretimin güçlü bir kanıtı olması açısından büyük öneme sahiptir. Çünkü böyle bir ürünün yarı işlenmiş halde ithal edilmesi düşünülemez (Resim 2). Bu ürünün Troya’da bulunmuş olması Troya için Miken taklidi ürünlere bir yenisini eklememiz anlamına gelmektedir.
Tunç Çağı Troya’sında kullanılan mermerin yerel mi yoksa ithal mi olduğu konusunda da elimizde bazı veriler mevcuttur. Özellikle Troya VI Dönemi’nde kullanılan mermerin Naksos ve Denizli kökenli olduğu söylenmiştir[93]. Naksos’tan Troya’ya mermer geldiğinin tespiti ile bizim yukarıda değindiğimiz Troya ve Naksos’ta bulunan kabza başları arasındaki benzerlik birbirini destekler niteliktedir.
Boğazköy, Beycesultan, Panaztepe, Maydos gibi birçok yerleşim alanında ortaya çıkan[94] ve Troya’daki sayıları 20’yi aşan bu kabza başlarını artık nadir buluntular arasında saymak doğru değildir. Bulunan kabza başlarının hiçbiri bir mezar hediyesi veya toplu olarak bir alanda bulunmamıştır. Bu yönüyle bakıldığında her biri tekil olarak ele geçen bu buluntu grubunun miktarı, üretim yoğunluğunu göstermesi açısından önemlidir. Nitekim diğer bölgelerde ele geçen bu tür kabza başlarına sahip olan kılıçlar çoğunlukla mezar hediyesi şeklindedir. Fakat bu buluntuların silah deposu olarak nitelenebilecek alanlarda da ele geçtiği örnekler vardır. Pieniazek tarafından söz edilen Sparta yakınlarındaki Aghios Vassilios’ta bir Miken sarayında çok sayıda kılıç, kabza başları ile birlikte bulunmuştur[95].
Genel olarak bakıldığında Tunç Çağı nekropolü tespit edilmediği için bir buluntu yetersizliğinden söz edilebilir. Burada önemli bir yoğunluk oluşturan büyük çoğunluğu mermer olan kabza başları, özellikle Troya’da ortaya çıkan Tunç silah üretim kalıpları, mızraklar, ok uçları, bıçaklar, kamalar ve kılıca yakın büyüklükte ve bazı araştırmacıların değerlendirmelerine bakıldığında bizce de kılıç olarak değerlendirilebilecek buluntular[96] ile birlikte ele alındığında Troya’da kılıç üretimi olup olmadığı konusunda bilgiler sunabilecektir.
Bu noktada önemli olan ise Troya’da bir yerel üretim atölyesi olup olmadığıdır. Bulunan kabza başları Ege kılıç tiplerinde kullanılanlarla benzer olsa da kökenlerini tam olarak belirlemek için kaynak analizleri yapmak gereklidir. Özellikle bugüne kadar Anadolu Tunç Çağı kılıçlarına yeteri ilgi gösterilmediği ortadadır[97]. Bu nedenle Troya’dan çıkan kabza başlarını diğer yerleşim alanlarından çıkanlarla bir arada değerlendirmek özellikle Son Tunç Çağı ticaret ve üretim sistemi ile birlikte Troya’nın askerî yönünün de daha ayrıntılı şekilde ele alınması için bir fırsat sunacaktır.
Sonuç
Troya’da ele geçen kılıç kabza başları her ne kadar Sandars’ın Ege kılıçları için yaptığı tipoloji içerisinde yerini alsa da şu ana kadar ele geçen örneklerin yoğunluğu Troya’da kılıç üretimine işaret eder niteliktedir. Batıda Miken ile doğuda Suriye-Levant ve Hitit arasında Son Tunç Çağı için önemli bir geçiş noktası ve güç merkezi olan Troya hem ham madde geçiş güzergâhı hem de son ürünlerin güvenli bir ticaret merkeziydi. Bu tür kılıç kabza başlarının dağılımına bakıldığında buradaki yoğunluk Troya’nın kılıç ticareti veya üretimi açısından önemli bir merkez olması gerektiğine işaret etmektedir. Ege ve Anadolu etkilerinin kesiştiği doğal coğrafi sınır bölgesinin en güçlü kenti olan Troya, aynı zamanda deniz ticaretinin kıyı hattındaki önemli merkezlerinden biriydi[98]. Bu sayede yerel üreticiler her zaman olduğu gibi ithal ürünleri kolayca elde edebilmiş ve taklitlerini yapabilmiş olmalıdırlar. Metal taklidi çanak çömleklerin yanı sıra, Miken çanak çömleklerinin yerel üretim örnekleri bunun önemli bir göstergesidir. Kılıç kabza başları Troya’nın bu yönüne ışık tutacak yeni argümanlar sunabilecektir. Özellikle Korfmann kazıları sırasında ele geçen ve yarı işlenmiş halde bulunan örnek[99] bütün söylediklerimizi kanıtlar niteliktedir (Resim 2). Sadece bu örnekten dahi yola çıkarak burada bir üretici olduğunu söylemek mümkündür.
Batı Anadolu’da Miken etkisinin yayılım alanı tartışmaya ve aynı zamanda yeni bulgular ve kazı alanlarına bağlı olarak yeni değerlendirmelere açık bir konudur. Troya’da Miken etkisi tartışmasız kabul görse de çoğunlukla bu etki aynı bulgular ve buluntular üzerinden değerlendirilmiştir. Doğu-Batı arasında yaşanan büyük bir savaş ile anılan Troya’da ele geçen Son Tunç Çağı kılıç kabza başları, Mikenlerle kurulan ilişki açısından yeni bir argüman olabilecek niteliktedir.
Fakat bunları sadece Miken ile ticaret ürünü olarak değerlendirmememiz gerekir. Troya gibi dönemin güç merkezlerinden olan bir kentin, her konuda Mikenlere öykündükleri şeklinde yorum yapmak doğru olmaz. Çünkü Troya, dönemin güç dengeleri içinde önemli bir yere sahiptir. Kılıç ticareti yapabilmiş olacağı gibi önemli metalürjik bir geçmişe sahip olması ve bu teknolojiye ait verilerin bulunması, ticari ürünlerin benzerlerini kendi atölyelerinde yaptıklarını da göstermektedir. Aynı bağlamda, Maydos’ta ortaya çıkan kılıç kabza başlarının, bu yerleşimin doğrudan Miken hâkimiyet alanında olduğunu işaret ettiğini veya ürünlerin Miken örneklerine öykünülerek yapıldığını ileri sürmek yerine[100], Mydos örneklerinin daha yakında yer alan güç merkezi Troya’nın etkisi ile üretildiklerini veya Troya’dan gelme olduklarını düşünmek daha doğru olacaktır. Troya’da ortaya çıkan örneklerin yoğunluğu bunu daha iyi göstermektedir.
Daha önce de değindiğimiz gibi mezar buluntuları bu konuda en önemli verileri sunmaktadır. Özellikle Batı Anadolu’da sık olarak ortaya çıkan pithos mezarlardan çıkan Miken tarzı kaplar yerel yöneticilerin Mikenlere öykünmesi şeklinde yorumlanmıştır[101]. Bu düşünce elbette haklı bir düşüncedir. Fakat ürünlerin çoğunlukla Miken sitilinde yerel üretim oldukları da unutulmamalıdır[102]. Troya’da bu türden pithos mezarlar bulunmasa da Batı Anadolu’daki birçok yerleşimin[103] yanı sıra Troya etki alanı içerisinde Tunç Çağı limanı olan Beşik Koyu’ndaki Beşik Tepe oda mezarında kremasyon gömünün yer aldığı gri minyas kabı ve ele geçen Miken kökenli kılıç önemlidir[104]. Fakat bu durum mezarın Anadolulu bir yerel yöneticiye ait olduğu savını desteklemez. Bunun ticaret veya savaş sırasında ölen bir Mikenli olma olasılığı göz ardı edilemez. Görüldüğü üzere Troya’nın bir üretim merkezi olabileceği fikri birçok düşünceyi yeniden değerlendirmemize yol açmaktadır.
Troya ve Maydos’ta ele geçen kılıç kabza başlarının çoğunlukla özenli bir işçilikle yapılmış olmaları, özel bir amaç için yapılmışlar hissi yaratsalar da sadece kent merkezinde işlevini yitiren bu yoğunlukta kabza başının ele geçmiş olması bir seri üretime işaret etmektedir.
Bu kabza başlarını fildişi ve daha değerli metallerin taklidi şeklinde düşünsek de bunlar sadece süsleme amaçlı değillerdir. Yapılan bazı çalışmalar, kılıca hareket kabiliyeti vermek ve ağırlık dengesini sağlamak amaçlı olduğunu da gösterir[105]. Hem kılıcın elden kayıp düşmesini engelleyen hem de saydığımız bu özellikleri içinde barındıran bu ürünün, işlenmesi zor olan mermerden üretilmesi araştırmacıları özel kullanım ürünü olduğunu düşünmeye itmektedir. Hitit metinlerinde her ne kadar dinî törenlerde kullanılan dağ kristali ve başka maddeden yapılmış kılıç kabza başlarından söz edilse de[106] bu yoğunlukta mermer kabza başının sadece ritüel amaçlı kullanılan kılıçlarda olma olasılığı yoktur.
Troya sadece Son Tunç Çağı’nda değil kurulduğu dönemden itibaren ticaret potansiyeli olan ve özellikle deniz taşımacılığının ortaya çıktığı ilk dönemden itibaren Anadolu’nun batı ucunda birçok bölge ile ticaret bağlantısı kuran bir merkezdir[107]. Elbette bu buluntuların kökeni Miken’dir. Troya’da bulunan diğer Miken ürünleri gibi Miken ile kurulan yakın ilişkinin göstergeleridir. Fakat daha önce de özenle belirttiğimiz gibi zengin bir ticaret ağı ve üretim merkezi olan Troya, bu ürünü de atölyelerinde ustalıkla üretmiştir. Bu neden Troya’nın yakın çevresinde yer alan yerleşimlere Troya’dan gitmiş olma olasılığı yüksektir. Diğer yerleşimlerde ortaya çıkan kabza başlarının Troya üretimi olup olmadıklarını anlamamız çok zordur. Fakat ticaret ürünü dahi olsalar bu ticaretin Troya üzerinden olduğu düşüncesi daha yakındır.
Kısacası kılıçların bir bütün olarak ele geçtiği en önemli yerler olan mezarların Troya’da henüz ortaya çıkmamış olmasına rağmen, kent merkezinde yoğun bir şekilde ele geçen kılıç kabza başları hem Miken ile olan yoğun ticaretin hem de yerel kılıç üretiminin şu ana kadarki en net göstergesidir.
EKLER