Giriş
Tarih öncesi yaşamları ve toplulukları incelerken, iskeletlerine rastlamadığımız sürece bebek ve çocukların varlıkları genelde arka planda kalır[1] . Mezarlar, el ya da ayak izleri gibi doğrudan bulgu ve buluntuların ortaya çıkarılmadığı durumlarda, bebek ve çocukların, çalışmakta olduğumuz topluluk içindeki yerleri, kimlikleri gündeme gelmez. Ne var ki son yıllarda arkeolojik verilere ek olarak, biyoarkeolojik[2] ve etnografik[3] verileri bütünlüklü ve karşılaştırmalı bir şekilde ele alan[4] toplumsal kimlik arkeolojisi yaklaşımı, çocukların biyolojik kimliklerinin ötesinde sosyal kimliklerine odaklanır. Toplumsal kimlik arkeolojisiyle birlikte, doğumdan ergenliğe, bireylerin topluluk içinde kimlik kazanma süreçleri yavaş da olsa ele alınmaya ve yaygınlaşmaya başlamıştır. Yerleşik yaşam ile birlikte topluluğun var olma, yaşamını yeni kuşaklarla sürdürebilme koşullarının doğrudan çocuklara bağlı olması gerçeğinin daha fazla kabul görmesi, önemsenmesi ve materyal kültüre yansıtılması, tarih öncesi toplulukların sosyal yapıları ve toplumsal kimlikleri üzerine çalışan araştırmacılara, arkeologlara önemli veriler sağlamıştır. Uzun ve meşakkatli uğraşlar ve sistematik çalışmalarla elde edilebilecek sonuçlar, tarih öncesi topluluklara ve bireysel yaşamlara bir adım daha yaklaşmamızı sağlamaktadır.
Arkeolojik belgeler açısından yaşamın ‘çocukluk’ evresinde edinilen pek çok özellik, ele alınan topluluğun yaşam biçimlerini, sağlık sorunlarını, günlük yaşam ritüellerini anlamamızı sağlayan zengin veri kaynağını oluşturur. Protohistorik ve Klasik Çağlar için yazılı ve ikonografik veri kaynaklarımız daha fazla olsa da[5] tarih öncesi topluluklar için yaklaşımsal bir çerçeve amacıyla başvurabileceğimiz etnografik örnekler, avcı toplayıcı topluluklarda öğrenme, oyun ve taklit yoluyla sosyalleşme ve çıraklık süreçlerinin çocukların bireylik kazanma, toplumsal cinsiyet rollerini benimseme ve toplumsal görevleri üstlenmeleri adına kritik süreçler olduğunu göstermektedir[6] . Bu açıdan, tarih öncesi topluluklarda materyal kültür ve teknoloji, biyoarkeoloji gibi veri gruplarının analizleriyle çocukluğa atfedilen anlamların ve yaşanan farklı biyokültürel eşiklerin tanımlanması, topluluğun sosyal yapısının anlaşılmasında temel unsurlardandır. Tarih öncesi arkeolojisi için iskelet kalıntıları olmadığı sürece çocuklara ulaşılamayacağı görüşünün son yıllarda çürütülmeye başlamasında yeni geliştirilen yöntemlerin payı büyüktür.
Bilişsel arkeoloji kapsamında tarih öncesinde yaşamış kişi ya da toplumların neyi nasıl bildikleri, yontmataş işçiliği ya da kemik alet, boncuk yapımı gibi konularda yürütülen teknolojik çalışmalarla araştırılmaktadır. Taklit, öğrenme ve bilgi aktarımının çocukluk ve ergenlikten başlayarak sorgulanması materyal kültürdeki her tür ürün, alet, kırık parçanın ve atıkların incelenmesi ile mümkün kılınmıştır[7] .
Kazılarla ortaya çıkarılan somut bulgular olan iskeletler, bebek ve çocukların varlığını gösteren doğrudan kanıtlardır. Bunların yanı sıra korunmaları belli koşullar gerektirmekle birlikte özellikle kil/toprak/tüf tabakaları ya da nesneleri üzerinde kalan el, parmak ve ayak izleri[8] de iskeletler kadar biyolojik yaş ve cinsiyeti saptamada kesin kanıt oluşturmaktadır. Üzerinde parmak izi bulunan buluntuların işlevleri ayrıca, o buluntunun kim/ler tarafından yapıldığı, zanaatçıların kimlikleri ve çocuklar konusunda önermeler getirmeyi sağlar.
Bu makalede ele alınan, tarih öncesi çağlarda yaşamış, 10 bin yıl öncesinin bebek ve çocuklarıdır; Orta Anadolu Bölgesi’nin ilk yerleşik topluluklarından biri olan Erken Neolitik Aşıklı Höyük topluluğunun bireyleridir. Günümüzden önce 10.350 yıllarındaki kuruluşundan, GÖ yaklaşık 9200 yıllarında terk edilmesine kadar bin yıl kesintisiz iskân gören Aşıklı Höyük yerleşiminde bu süre zarfında en az 30 kuşak yaşamış olmalıdır. Melendiz Nehri kıyısına yerleşen (Resim 1) avcı-toplayıcı gelenekli topluluk, kazılan alan ve ortaya çıkarılan yapılaşmaya göre, olasılıkla 100 kişi civarındadır. Bu sayı, yerleşik yaşamla birlikte zaman içinde belirgin bir şekilde artmaya başlar ve yerleşme terk edilmeden önce binlere yaklaşır. İskân tarihi boyunca yerleşme dokusundaki değişiklikler[9] , sıklaşan yapılaşma, açık alan ve kapalı mekân kullanımındaki değişiklikler, ortak çöplükler ve çöp miktarındaki artış, nüfus artışının belirgin göstergelerini oluşturur. Tüm süreç boyunca, kalabalıklaşmaya devam eden bu topluluğu bir arada tutan çatışma, rekabet ve anlaşmazlıkların ciddi boyutlara ulaşmadan çözümlenmesi, topluluğun dağılmamasını sağlayan materyal kültürde açık şekilde görülen ‘devamlılık’ olgusudur[10]. Bina/konut yenilemelerine ve alet yapım teknolojilerine yansıyan devamlılık, bin yıllık bu uzun süreçte kuşaklar arasında sözlü aktarım ve uygulama yoluyla inşa edilmiştir. Yontmataş alet ve kemik işçiliğinde yapılan teknolojik analizler, Aşıklı topluluğunda kuşaktan kuşağa bilgi aktarımının rolünü ve önemini açıkça ortaya koymaktadır.
Aşıklı Höyük
Aşıklı Höyük topluluğunun bireyleri ile ilgili doğrudan kanıtlar, 2021 sezonu sonuna kadar arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılan 103 bireyden oluşmaktadır[11]. Söz konusu sayı, bin yıllık tüm yerleşim süresini kapsamaktadır ve diğer bir deyişle 103 sayısı, tüm tabakalarda bulunmuş toplam birey sayısıdır. Bu durum, yerleşme içine, binaların taban altlarına gömülenlerin (Resim 2), nüfusun yalnızca bir kısmı olduğunu, dolayısıyla ölü gömmede başka uygulamaların da olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte taban altı ölü gömme uygulaması dışında bugüne kadar başka bir uygulamaya rastlanmamıştır. Ancak yerleşme dolgusu içinde tek tek ve dağınık biçimde insan iskelet parçaları bulunduğu, bunların sayıca az olduğu ve henüz belli bir örüntü vermediği belirtilmelidir.
Aşıklı Höyük’te yaşamış 103 bireyin 41’i fetüs, bebek ve çocuk olarak tanımlanmıştır (Tablo 1). Toplam nüfusun %40’ını oluşturan bebek ve çocukların tabakalara göre dağılımları Tablo 2.1 ve Tablo 2.2’de verilmektedir. Buna göre, MÖ 9. bin yılın ikinci yarısından MÖ 8. bin yılın başına kadarki (Tabaka, 5, 4, 3) evrede, topluluğun bebek ve çocuklarıyla ilgili bilgileri 5 bireyden gelmektedir. Buna karşılık MÖ 8. bin yılın başından 8. bin yılın ortasına kadar, fetüs-bebek-çocuk kategorisine giren çocuk sayısı 34’ü bulur. Bu büyük farkı yaratan nedenlerden biri, kazılan alanla ilişkilidir; MÖ 8. bin yılın ortalarına ait yerleşme evresi, höyük yüzeyinde en geniş kazılmış yerleşme evresidir. MÖ 9. bin yıl ortalarına tarihlenen en eski yerleşme tabakalarındaki kazı çalışmaları ise üstteki arkeolojik dolgular kaldırılmadığı için çok kısıtlı alanlarda gerçekleştirilebilmiştir.
Aşıklı’da Ölü Gömme Uygulamaları, Mezar Buluntuları ve Çocuklar
Aşıklı Höyük’te yerleşme tarihi süresince ölü gömme uygulamaları, ortaya çıkarılan 103 birey kapsamında yaş ya da cinsiyet açısından belirgin farklılık göstermemektedir. Yerleşme içine gömülenler ağırlıklı olarak kadın olmakla birlikte her cinsiyet ve yaştan birey temsil edilmektedir. Bebek ve çocukların gömülmesi ile erişkinlerin gömülmesi arasında da işlem açısından herhangi bir fark olmadığı görülür. Bebekler ve çocuklardan oluşan grup, erişkinler gibi öldüklerinde ev tabanlarına açılan bir çukura yatırılmaktadır. Çukur, yatırılacak kişinin boyutlarına uygun şekilde açılmış basit, toprak çukurdur. Çocukların mezar çukurları, bir özel uygulama dışında (bk. aşağıda, SK153), küçük ve sığ çukurlardır (Resim 3). Birey mezara yatırılırken gövde, baş ya da yüzün belli bir yöne doğru bakması gibi bir kural bulunmaz (Tablo 3).
Bebek ve çocukları gömme uygulamasında erişkinlerle benzer bir başka uygulama, gövdelerin tümüyle hasıra sarılması ya da çukura konduktan sonra üstüne hasır örtme uygulamasıdır (Resim 4). Ancak, 41 fetüs, bebek ve çocuk mezarının yalnızca 10 tanesinde hasır izi saptanabilmiştir (Tablo 4). 22 yetişkin bireyde saptanan hasır uygulamasında, hasırın organik madde olarak yalnızca fitolitler halinde korunagelmesi sorundur. Üst tabakalarda (2. Tabaka), bebek ve çocuk sayısının fazla olduğu evrelerde organik malzemenin korunma durumu eski evrelere göre daha kötüdür. Höyüğün alt kısımlarında, eski tabakalarda (Tabaka 4 ve 5) gözlemlenen görece nemli ortam her tür organik malzemede olduğu gibi, hasır örtülerin ana malzemesini oluşturan ve höyük yakınında yetişen Phragmites australis türü sazların fitolitlerinin de çok daha iyi korunagelmelerini sağlamıştır. Dolayısıyla gerek bebek ve çocuklarda gerekse yetişkinlerde saptanan hasır izleri gerçek sayıyı yansıtmaktan uzaktır.
Çocuk-yetişkin ayrımı yapılmaksızın, bireylerin üstlerinde taşımakta oldukları takı türü eşyalarla birlikte gömüldüklerini ya da ölünün yanına sonradan konulduğunu/bırakıldığını gösteren mezar buluntularının dağılımına baktığımızda, MÖ 9. bin yıl ortalarında böylesi bir uygulamanın olmadığı görülür[12]. Oysa aynı zaman diliminde tavşan ve tilki gibi küçük hayvanların kemiklerinden, kızıl geyik, yabani sığır ve koyun/keçi dişlerinden ya da Akdeniz kabuklarından yapılma boncukların var olduğu bilinmektedir[13]. Hayvanların ince uzun el ve ayak kemiklerinin kesilmesi, geyik dişlerinin delinmesi ve kemik taklitlerinin yapılması ya da Akdeniz kabuklarının delinerek asılması ile bilinen erken dönem takılar[14], bireyler öldüğünde mezarlara konmamıştır. Eşya ya da süs eşyası bırakma uygulamasının ilk örneği MÖ 9. bin yıl sonunda görülür. MÖ 8. bin yılın ortalarında ise boncuk, sepet ya da kemer tokası gibi mezar buluntularının sayısı ve çeşitliliği artar. Aşağıda anlatılacak olan bebek ve çocukların yanı sıra 19 yetişkin birey mezarında söz konusu buluntular ortaya çıkarılmıştır.
Mezarlara bırakılan/konan eşya uygulamasının en eski örneği, 3. Tabaka’nın son evrelerine tarihlenen bir bina içinde rastlanan ve bir çocuğa ait olan örnektir (SK153). B.38 adıyla bilinen binadaki mezarın özelliği, depolama amacıyla açılmış ve kullanılmış bir çukurun bir süre sonra mezar çukuru işlevini kazanmış olmasıdır. Çukur, çocuk mezarları için açılmış çukurlardan çok daha büyük, 1x1,20 m boyutlarındadır. Çukurun içine bir sepet oturtulduğunu işaret eden fitolit izlerine rastlanmıştır. Çukura yatırılan çocuğun ayak ucuna yaklaşık 0,10 m kalınlığında ve 0,40 m boyutlarında dörtgen biçimli topraktan yapılma bir blok konmuştur (Resim 5). Binanın bu yapı evresine bu ölüm nedeniyle mi son verildiği yoksa yenilenmesine karar verilen binadaki çukurun mezar çukuru olarak mı kullanılmaya karar verildiği sorusunun cevabı belirsizdir. Bilinen, hayatını kaybeden çocuğun, asıl işlevi depolama olan çukura yatırıldığı ve üstüne hasır örtü örtüldükten[15] sonra çukurun doldurulduğudur. Çukuru kapatma sonrasında bina tabanının sıvası yenilenmiş, hemen sonrasında ise duvar yenilemeleriyle bina da yenilenmiştir.
Bu özel durumun yanı sıra, aynı çocuğun boyun bölgesinde bulunan serpantin ve steatitten yapılmış yeşil renkli üç boncuk, Aşıklı topluluğunda mezara eşya bırakma uygulamasının bilinen ilk örneğini oluşturur (3. Tabaka, Tablo 5). Bir sonraki tabakanın 2H evresinde, yeni doğmuş ya da bir aylık bir bebeğin mezarında (SK135) yeşil taştan bir boncuk, 2G evresinde 2,5 yaşından biraz daha büyük bir çocuğun mezarında (SK12) yine yeşil taştan tek bir boncuk, 2D evresinde ise 9 aylık bir bebeğin (SK142) boyun hizasında bu kez kemikten yapılmış bir halka bulunmuştur. MÖ 8. bin yılın ortalarında, 2A-C evresinde, mimaride, teknolojide ve etkileşimde belli değişimlerin yaşandığı evrede dördü çocuk, beşi bebek olmak üzere dokuz örnekte yine boncuk ve boncuk dizileri[16] ortaya çıkarılmıştır (Resim 6). Boncuklarda kuvars, akik, kireç taşı gibi ham madde çeşitlemeleri görülür. Bu örnekler, ölü gömme uygulamalarında mezarlarda bulunan boncukların ham madde türleri, boncuk formları ve üretim teknikleri açısından yetişkinlere nasıl bir uygulama yapılıyorsa çocuklara da aynı şekilde davranıldığını gösteren örneklerdir.
Aşıklı topluluğunun bebek ve çocuklara verdiği önemi işaret eden bir başka bulgu, yine ölü gömme uygulamalarından gelmektedir. 2A-C evresinde iki örnekte mezarlara okr bırakıldığını gösteren bulgular ortaya çıkartılmıştır. Topluluğun ölümle ilgili inançlarını ifade ettiği düşünülen kırmızı okr parçaları, bir aylık bir bebeğin (SK39) kafatası civarında, 3,5 yaşındaki başka bir çocuğun ise (SK124) doğrudan ağzının içine konmuş şekilde bulunmuştur (Resim 7). Bebeğin mezarında tek bir taş boncuk yer alırken, 3,5 yaşındaki çocuğun mezarına yüzlerce boncuktan oluşan bir dizinin bırakıldığı görülmüşür[17]. Büyük olasılıkla iyileştirme ya da hayata yeniden döndürme gibi bir inançla konan okr parçası, kazılar sırasında çocuğun alt çene kemikleri arasında bulunmuştur.
Aynı çocuğun (SK124) kemikleri üzerinde Metin Özbek tarafından gerçekleştirilen çalışmalar[18] sırasında kafatasının bir tür biçim bozukluğuna uğramış olduğu gözlemlenmiştir. Uzatılmış kafatası, bebeklikte baş, alın ve enseden geçerek takılan bir başlık/sargı vasıtasıyla sağlanmaktadır. Zengin çeşitlilikteki boncuk dizisinden ve başa yapılmış böylesi müdahaleden yola çıkarak çocuğun özellikli bir birey olduğu düşünülse de kafatası ya da gövde deformasyonu olan çocuk ya da yetişkin benzer başka örneklere topluluk içinde rastlanmaması herhangi bir yorumlamayı engellemektedir. Bununla birlikte, benzer kültürel kafatası deformasyonu uygulamaları bu dönemde Zagroslar’dan[19] ve Diyarbakır’da yer alan Çayönü’nde bulunmuş, genetik açıdan yine Zagroslar’la ilişkili bir çocuktan bilinmektedir[20].
Aşıklı Höyük’te bebekler için en riskli yaş aralığını oluşturan 0-1 yaş arasında, ölüm oranı %35’leri bulur[21]. Bebeklerin tümüyle sütten kesilmeleri, sabit azot izotop analiz sonuçlarına göre ortalama 1,5 yaş civarındadır[22]. 2 yaşına kadar süt emmiş bebeklere de rastlanmasına rağmen 1 yaşından itibaren ek gıdalara geçildiği ön görülür[23]. Bu gıdaların hazırlığı sırasında sağlıksız hijyen koşulları, gıdalarla geçen parazitler ve parazitlerin neden olduğu enfeksiyonlar bebek ve çocuk ölümlerinin ana nedeni olarak düşünülmektedir. Göçerlikten yerleşikliğe geçiş ile enfeksiyon ve bebek-çocuk ölümlerinin arttığı bilinmekte, bu orantılı artış etnografik örneklerle de desteklenmektedir. Aşıklı Höyük’te de kalıcı yerleşiklikle birlikte, hayvanların yerleşme içlerinde tutulması ve beslenmesi ile insanların bağışıklık sistemlerinin zayıflaması, bağırsak enfeksiyonları ve yanı sıra demir eksikliği görülür ki bunlar bebek ve çocuklarda en sık rastlanan hastalıklardır. Yukarıda sözü edilen, ağzına okr konmuş, 3,5 yaşındaki çocukta ciddi biçimde demir eksikliği saptanmıştır. Kazılarda bugüne kadar saptanmış olan 103 bireyin %40 oranını bebek ve çocukların oluşturması, erken ölümleri ve beslenme/sağlık konusundaki olumsuzlukları gösterir.
Teknoloji, Bilgi Aktarımı ve Çocukluk
Çocukların görünürlüğünü ortaya koyan ve çok ilginç sonuçlar alınan çalışmalardan birisi de yontmataş alet işçiliği çalışmalarıdır[24]. Bu kapsamda özellikle teknolojik analizler, yongalamayı yapan bireylerle ilgili beceri ve deneyim bağlamında ustalık düzeylerini, diğer bir deyişle ustaları, çırakları, ilk kez yongalama yapanları ayırt edebilmemizi sağlar. Alet yapımı sırasında ustaların ya da diğer yontucuların yanında oturarak onları taklit eden, yontma tekniklerini kopyalayan ya da yalnızca etraftaki yongalama artıklarına vurarak bir tür oyun oynayan çocukların bıraktığı ‘vurma ve yongalama’ izleri, dikkatlice yapılan teknolojik analizlerle yapan kişinin kimliğini ortaya koyabilmektedir[25]. Etnografik çalışmalar, örneğin Inuit çocuklarının büyükleri taklit ederek yaptıkları minyatür av silahları[26], arkeolojik bulgular sonucu varılan yorumlamaları desteklemektedir. Aşıklı Höyük obsidiyen işçiliği çalışmaları sırasında da “… teknolojik farklılıkları, topluluğun yontmataş işçiliği konusundaki tutumunu, diğer bir deyişle teknolojik düzeyini, varsa usta-çırak gibi niteliksel ayrışmasını…” saptamak üzere analizler yürütülmüş, “…teknolojik analizler üretim zinciri temelli gerçekleştirilmiş ve sonucunda teknik olarak dört farklı üretim saptanmıştır”[27]. İlk üç üretim, dilgi çıkarımı amaçlıyken, dördüncü üretimde belli bir amaç saptanamamıştır. Yongalama hatalı vuruş izleri taşıdığı için herhangi bir sisteme yönelik çıkarım yapılmamıştır. Obsidiyen yumruların üzerinde, bir yongalama stratejisi olmadan aynı noktalara ısrarlı bir şekilde indirilmiş darbeler, darbeler sonucunda ezik kenarlar ve obsidiyen gibi camsı yüzeylerde net görülebilen noktasal darbe izleri saptanmıştır (Resim 8). Ortaya çıkan parçaların kullanım amaçları da belirsizdir. Günümüz yontmataş uzmanları tarafından “…bir yontucunun yapamayacağı oranda üzerinde kötü vuruşların bulunduğu…”[28] parçalar olarak yorumlanan örnekler, ince motor yetisi henüz gelişmemiş olan çocuklara ait bir üretim ile açıklanmaktadır. Bu üretim dışında dilgi üretimlerinden birinin işçiliği diğer ikisine oranla daha kolaydır. Dilgi üretimlerinde görülen ön hazırlık aşaması bu üretimde yoktur, doğrudan dilgi ya da yongamsı dilgi elde etmek hedeflenmiştir. Söz konusu üretimin işçiliğinde kalite düşük ve hazırlık aşaması olmadığı için aldığı zaman da kısadır. Karmaşık bir üretim zincirine sahip olmayan bu üretim, yontmataş işçiliğini öğrenmeye çalışan çıraklık düzeyinde bireylerin, kullanılabilir basit parçalar üreterek deneyim sahibi olmaları için idealdir. Yongalama bilgisinin kuşaktan kuşağa geçtiğini, çocukların büyükleri izleyerek taklit ettiğini açıklayan söz konusu bulgular, bilgi aktarımı ve aktarım yöntemini göstermesi açısından büyük önem taşır.
Sonuç ve Değerlendirme
Etnografik ve deneysel çalışmalar, çocukların komplike teknolojileri öğrenme ve çıraklık süreçlerine katılımında motor becerileri, el-göz koordinasyonu ve kas gücü gelişimi gibi etkenler nedeniyle yaklaşık 8-10 yaş ve sonrasının belirleyici olduğunu; 10 yaş altı çocukların ise üretim sürecine katılımının özellikle 3 yaş sonrasıyla birlikte gözlem, taklit ve yardım yoluyla olduğunu göstermektedir[29]. Arkeolojik ve etnografik verilere dayalı olarak, 8-10 yaş aralığının, çocukların daha fazla bağımsızlık kazandığı, keşif ve sosyal öğrenme süreçlerine dahil olmaya başladığı ergenliğin başlangıç aşamalarına da denk geldiği önerilmektedir[30]. Bununla birlikte, özellikle dilgi üretimi için gerekli uzmanlaşma, uzun yıllara yayılan bir çıraklık ve öğrenme süreci gerektirir ve bu açıdan öğrenme sürecinin erken yaşta başlaması gerektiği aktarılmaktadır[31]. Aşıklı gibi, diğer Neolitik Dönem yerleşmelerinde gerçekleştirilen yontmataş teknolojisi odaklı çalışmalarda içerisinde hatalı üretimlerin yer aldığı farklı yetenek dereceleri saptanmış, bazı ürünler henüz işi öğrenmekte olan çırak düzeyindeki çocuklarla, taklit ürünleri ise daha küçük çocuklarla ilişkilendirmiştir[32]. Çocuk mezarlarında bulunan erişkinlerinkine benzer hatta çok çeşitli ve daha yoğun emek ve uzmanlık süreçlerinin ürünü olan takılar gibi çeşitli buluntular da Neolitik Dönem’de çocukların toplumsal rollerine ve kimliklerine dair veri sunmaktadır[33]. Aşıklı’da da biyoarkeoloji, ölü gömme uygulamaları, materyal kültür ve teknoloji odaklı veriler çocukluğun farklı aşamalarını ve bunların kültürel anlamlarını izleyebilmemizi sağlar. Örneğin, yetişkinlerinkine benzer takılarla birlikte gömülen bebek ve çocuklar (0-1 aydan 3 yaş civarına dek) yetişkinlerin dünyasıyla kimliklerini simgeleyen bu tür bir materyal kültür öğesi aracılığıyla ilişkilendirilirken[34], yongalama gibi teknolojik süreçlere ve dolayısıyla yetişkinlerin dünyasına daha yoğun katılımlarının olasılıkla 10 yaş civarı sonrasında gerçekleştiğini düşünebiliriz. Yanı sıra, yeni doğmuş ya da birkaç haftalık olsa bile bebeklerin ve çocukların ölü gömme uygulamalarında erişkinlerle aynı muameleyi görmeleri topluluğun çocuklara özel önem verdiğini düşündürmektedir. Bu önermeyi destekleyen ise topluluktaki aktarım ve devamlılık olgusudur. Soyun sürdürülmesi ve ortak toplumsal bir kimlik oluşturmak, Aşıklı topluluğunun yerleşik yaşam biçimini kurma ve sürdürmeleri boyunca değişmeyen ana kaygıları ya da hedefleridir[35]. Gerek konutlarda, aynı konutun aynı yerde defalarca yenilenmesi[36] ile ifade edilen ‘geçmişin aktarımı’nda gerekse obsidiyen alet yapımı gibi[37] ‘bilgi aktarımı’nda ana özne, yeni nesiller yani çocuklardır.
Sonuç olarak tüm bu veriler, toplulukların ya da bireylerin bildiklerini nasıl öğrendikleri ya da bilgiye ulaşmada deneyimli ve yaşlı kuşaklar ile genç kuşakların etkileşimi, toplumsal bir aktivite olarak bilgi aktarımının sözlü ve uygulamalı yöntemleri, geçmişi, insanların/toplulukların nasıl yaşadıklarını anlama ve açıklama, bugünle bağlar kurma kaygısındaki arkeologlar ve antropologlar için tartışmasız önemde olduğunu göstermektedir. Analiz yöntemleri arttıkça verilerin çoğalacağı, yaşlı, yetişkin, çocuk, bebek ayrımı olmaksızın her bireyin bu soruna katkı sunacağı kaçınılmazdır.
EKLER