Giriş
Arkeoloji biliminin ana veri kaynağı kazılar ve kazılar sonucu ele geçen antropojenik, faunal, floral ve jeolojik her türlü unsurdur. Höyük kazıları, orta ve büyük ölçekteki kent kazıları ve mağara kazılarının her birinde materyal kültür verilerine esas olarak “kazı” eyleminin gerçekleştirilmesiyle ulaşılır ancak bu verilere ulaşmak için de bunların her birinde farklı yöntemler kullanılır. Bunun sebebi olarak her bir özelleşmiş sit alanının tabakalanma durumuna göre farklı teknikler uygulanması gösterilebilir. Ayrıca kazının, ilgili olduğu dönemin jeolojik özelliklerine, insan ve onunla ilişkili materyallerin türlerine göre de yöntemleri ve sistematikleri belirlenir ve/veya belirlenmelidir. Arkeolojik sitlerin içinde bulundukları manzaraları gözümüzün önüne getirdiğimizde, süreç içinde kazı uygulamalarının değişimi kaçınılmazdır.
Paleolitik Çağ Açık Hava İstasyonu ve/veya Mağara İçi Yerleşimleri
Söz konusu Jeolojik Dönem Pleistosen’dir ve buzul-buzul arası dönemler dünya üzerinde hâkim jeomorfolojik ve klimatolojik yapıları ifade eder. Yaşam alanı eğer buzul arası dönemlere denk gelen bir süreç içindeyse ve daha çok ekvatora yakın alanlardaysa insanlar genellikle açık hava istasyonlarında yaşamıştır. Buzul döneminin içindeyse yerleşim, çoğunlukla mağaraların içinde gerçekleşmiştir. Eğer yerleşim açık hava istasyonuysa, bu yaşam alanlarında yapı unsurlarına nadiren rastlanacağı için insana ait tüm üretilen ve tüketilen materyallerin bulunma alanını çevreleyen bir sınır yoktur. Bu sebeple kalıntıların olduğu yerde, son kullanıldıkları veya tüketildikleri halleriyle ele geçmeleri zordur. Çünkü bu materyaller, doğanın taşıma, sürükleme ve diğer tüm etkilerine açıktır. Bununla birlikte üzerlerinin kum, toprak ve diğer doğal materyallerle kapanması hızlı olacaktır. Böyle bir istasyonun kazısının yapılmasında uygulanacak yöntem, mutlaka özelleşmiş bir tekniği içermelidir. Eğer yaşam alanı mağara içi olarak seçilmişse, tüm antropojenik unsurlarla birlikte mağara içine taşınan veya taşınmış her türlü doğal unsur, kendini sınırlayan mağara duvarları içinde kalacaktır. Bu tip yaşam alanlarındaki birikme daha hızlı, ancak üzerlerinin kapanma süreci daha yavaş olacaktır. Çünkü mağaraların içi doğal aşındırıcılara daha kapalıdır. Bu sebeple bir mağara yerleşiminin 1 cm’lik birikim süresi ile açık hava istasyonunun aynı kalınlıktaki birikim süresi çok farklı olacaktır. Bununla birlikte açık hava istasyonlarının buluntularının yatay dağılım yüzeyi, mağaradakilerden daha geniş olacaktır.
Paleolitik Çağ ve Epi-paleolitik Dönem açık hava ve mağara yerleşimlerinde uygulanan kazı yöntemleri zaman içerisinde değişim ve gelişim göstermiştir. Bunların tarihsel süreç içinde gelişimine göz atmak, söz konusu yerleşimlerdeki çalışmaları anlamak için faydalı olacaktır.
Anadolu’daki Paleolitik ve Epi-paleolitik Kazıları
İçinde barındırdığı kültürlerin kronolojik dizinine göre Anadolu arkeolojisi içinde tanımlanan mağaralardan biri Yarımburgaz Mağarası’dır. Keşfedilmesi 1845 yılına dayanan Yarımburgaz Mağarası’nda[1] yapılan kazılar dört ayrı zaman aralığında gerçekleştirilmiştir. R. Hovasse ve arkadaşları tarafından 1927 yılında mağarada çok sayıda sondaj çukuru açılmasına rağmen amaçları olan ana kayaya ulaşamamışlardır[2] . Sistemli ilk kazılar 1959’da Şevket Aziz Kansu ve İsmail Kılıç Kökten tarafından gerçekleştirilmiştir[3] . Ancak bu kazıya ilişkin hiçbir materyal günümüze ulaşmamıştır. Daha sonra Kansu, Kökten ve Dolunay 1964-65 yıllarında tekrar kazılara devam etmişlerdir. 1965’ten 1986’ya kadar yeni bir kazı yapılmamış, 1986’da Özdoğan’ın yönetiminde kazılar tekrar başlatılmıştır[4] . Daha sonra üç sezonluk yeni bir kazı süreci Arsebük ve Howell yönetiminde Yarımburgaz Mağarası’nda gerçekleştirilmiştir[5] . Söz konusu kazıların bir kısmı yatay sayılabilecek düzeydeki kazılardır ki bu kazılar 2,5 x 2,5 metre ölçülerinde yapılmıştır. Ancak tüm mağara dolgusunu yatay planda görebilmeyi sağlayan ve planimetrik[6] olarak gerçekleştirilen bir sistemin kullanıldığı, kazı rapor ve makalelerinde kaydedilmemiştir. Buna karşın döneminin önemli mağara kazılarından olan Yarımburgaz Mağarası kazılarının gerçekleştirilmiş olması, yatay ve dikey kazıların gelişmesine olanak tanımıştır. Yarımburgaz Mağarası kazıları Türkiye Trakya’sının en erken kültürlerine ve faunasına ilişkin örneklerin birlikte ele geçmesini sağlaması açısından önemli ve tarihi bir çalışmadır[7] .
Anadolu arkeolojisinde hiç kuşkusuz ki en büyük keşiflerden biri Antalya ili Döşemealtı ilçesi, Yağca köyü sınırları içinde kalan Karain Mağarası’dır. 1945 yılında Kökten tarafından keşfedilen ve kazıları çeşitli aralıklarla önce kendisi, 1985-2014 yılları arasında Işın Yalçınkaya[8] tarafından gerçekleştirilmiş olup 2015’den itibaren de Harun Taşkıran tarafından gerçekleştirilmektedir. B Gözü’ndeki kazılar haricinde dikey kazı yöntemiyle gerçekleştirilmiş Karain Mağarası E Gözü kazıları, Alt ve Orta Paleolitik Dönemlerin, B Gözü ise hem Paleolitik Dönem hem de Epi-paleolitik Dönemin kültürel stratigrafisini ortaya koymuş, dolayısıyla Toros Dağ silsilesi üzerinde “tip sit istasyonu” olarak kaydedilmiştir.
Antalya ili Döşemealtı ilçesi Yağca köyü sınırları içinde kalan Öküzini Mağarası kazıları, 1956 yılında önce Kökten (1959)[9] tarafından, daha sonra Yalçınkaya’nın bilimsel danışmanlığı altında Antalya Müze Müdürlüğü Başkanlığı’nda 1990’dan 1999 yılına kadar devam ettirilmiştir[10]. Söz konusu mağaranın kazıları da genel olarak dikey plan karelerde[11] gerçekleştirilmiş ancak sadece “mezarlık alanı” olarak adlandırılmış plan karelerde “yatay kazı”lar gerçekleştirilmiştir. Söz konusu mağara Anadolu’da ilk stratigrafik Epi-paleolitik Dönem kazısıdır ve “dönemi” Anadolu’da tanımlayan mağara olma özelliğindedir.
Diğer bir mağara kazısı ise Hatay ili, Samandağ ilçesi, Mağaracık köyü sınırları içinde yer alan Üçağızlı Mağarası’dır. Söz konusu mağarada 1988-1990 yıllarında Angela Minzoni Déroche[12], 1997-1999 yılları arasında Hatay Müze Müdürlüğü Başkanlığı[13], 2000-2019 yılları arasında Erksin Güleç tarafından kazılar gerçekleştirilmiş ve 2020 yılından itibaren de İsmail Baykara başkanlığındaki ekipler tarafından kazılar devam ettirilmektedir. Üçağızlı Mağarası I kazılarında da dikey plan kazıları gerçekleştirilmiş ve Anadolu arkeolojisi içerisinde Öncül Üst Paleolitik (Ahmerian) olarak tanımlanmıştır.
Dönem olarak her ne kadar Paleolitik Çağ ve hemen sonrası ile ilişkili olmasa da Suluin Mağarası 2007-2014 yılları arasında Taşkıran[14] (2008-2016) başkanlığındaki bir ekip tarafından kazılmıştır. Suluin Mağarası’nın hemen önündeki terasta gerçekleştirilen kazılar tümüyle yatay planda yapılmıştır. Böyle bir kazının yapılmasındaki ana sebep, Suluin Mağarası terası üzerinde tek katlı bir Geç Neolitik Dönem yapısının ortaya çıkmasıdır. Bu özelliğiyle de Suluin Mağarası Kazıları sayesinde Anadolu arkeolojisinde ilk kez bir mağarada Neolitik Çağ kazısı gerçekleştirilmiştir.
Kızılin, çalışmaları eskiye dayanan[15] fakat henüz sistematik kazıları yeni başlamış bir mağara kazısıdır. Yalçınkaya (1995) tarafından Epi-paleolitiğe bağlanan mağaranın, 2017 yılında Metin Kartal tarafından başlatılan kazıların ilk sonuçlarına göre ya Geç Üst Paleolitik ya da Erken Epi-paleolitikle nitelenebilecek kültürel katlaşıma bağlanabileceği ifade edilmiştir[16]. Daha sonra yapılan çalışmalar sonucu Kızılin Mağarası’nın MÖ 14956±52 C14 tarihine sahip bir Epi-paleolitik yerleşimi olduğu kanıtlanmıştır[17]. Kızılin Mağarası Kazıları henüz yeni bir kazı olması sebebiyle kronolojik verilere ulaşmak maksadıyla dikey kazı metodunun uygulandığı bir kazıdır.
Son zamanların en önemli keşiflerinden biri olan Eşek Deresi Mağarası, Orta Toros Dağlarının bir diğer Epi-paleolitik istasyonu olarak kaydedilmiştir[18]. Pleistosen’in içinde dahi Akdeniz ve Karadeniz’in yerleşime genel olarak elverişli olması sebebiyle[19] Akdeniz Bölgesinin doğusunda kalan bu bölgede Epi-paleolitiğin kültür kalıntılarının bulunması şaşırtıcı değildir. Eşek Deresi Mağarası, terasından alınan hayvan kemikleri üzerinde yapılan C14 tarihleme çalışmaları sonucunda MÖ 10771-10631 tarih aralığı elde edilmiştir[20]. Söz konusu tarih aralığı Natufian süresince birkaç defa meydana gelen iklimsel dalgalanmaların içinde kalmaktadır ve Yakın Doğu Kronolojisi içinde Geç Natufian zaman aralığına denk düşmektedir. Eşek Deresi Mağarası Kazıları da tıpkı Kızılin Mağarası Kazıları gibi dikey yönde uygulamanın yapıldığı bir mağara kazısıdır.
Anadolu Arkeolojisinde yeni başlayan ve Epi-paleolitikle ilişkilendirilen başka mağara kazıları da vardır. Bu kazılar yeni başlamış olup henüz yatay planda bir kazı sistemiyle kronolojileri oluşturmamışlardır. Söz konusu kazılar arasında İzmir’de Ballık Mağarası ve Bilecik’te yer alan Gedikkaya Mağarası bulunmaktadır.
Yatay Plan Kazısı Nedir? Yararları Nelerdir?
“Yatay Plan Kazısı” mağara arkeolojisinde uygulanabilecek bir yöntem olarak kaydedilmelidir. Mağaralarda iskân oldukça uzun süren bir zaman aralığı içinde gerçekleşmekte ve buna bağlı olarak da stratigrafik dizilim birbirinden hem kültürel hem de jeolojik olarak ayrılmaktadır. Bu iki yapılanmanın içindeki değişimlerin daha net ve yaşama dair unsurlarının bir bütün olarak görülebilmesi için “yatay plan kazısı” yönteminin uygulanması, elde edilecek verilerin daha verimli değerlendirilmesinde faydalı olacaktır. Bu yöntemin kendisiyle birlikte “planimetrik kazı yöntemi”nin uygulanması da söz konusu verilerin geçmişe yönelik olarak defalarca yeniden göz önünde bulundurulabilmesini sağlayacaktır.
Yatay planda yapılan ve planimetrik kazılar, dikey kazılardan daha uzun sürmektedir. Bunun yanı sıra herhangi bir yerleşim katının bir bütün olarak görülebilmesi ve buluntularının hem sit içindeki konumlarının iyi bir şekilde analiz edilebilmesi hem de söz konusu buluntuların birbiriyle olan ilişkilerinin anlaşılması için yatay planda planimetrik kazı sisteminin tercih edilmesi önemlidir. Özellikle mağara içindeki sedimantasyonun süresi ve hızı diğer arkeolojik sitlerin bu özellikleriyle karşılaştırılacak olursa, mağara kazılarında söz konusu bu iki kazı sistematiğinin birlikte uygulanması zorunlu hale gelmektedir.
Yatay planda kazı yapmanın değerlendirmeye en büyük katkısı, kazısı yapılan dönemin yaşam düzleminin tüm unsurlarını bir bütün olarak görme olanağını sağlamasıdır. Ocak(lar), mezar(- lar), işlik yerleri, üretim artıkları ve yapısal düzenleme elemanları veya yapı kalıntıları, çöplük(- ler) ve diğer tüm unsurlar eş düzlem üzerinde görülebilir. Bunların tümü bulundukları yerde x, y ve z koordinatları alınarak milimetrik kâğıtlara işlenir. Sonuçta tüm antropojenik ve diğer unsurlar artık koordinat sisteminde yerlerine konulmuştur ve daha sonradan gelecek tüm materyallerdeki tipolojik değişimler, azalmalar ve çoğalmalar net bir şekilde görülebilir hale gelir. Bununla birlikte C14 gibi yaşlandırma yöntemlerine ilişkin örneklerin dolgu içinden alınması ve bunların yerlerinin de yatay düzlemde koordinatlarının alınarak belirlenmesi; ayrıca bu tür örneklerin kimyasal kirlenmeye uğramamış olan yerlerden seçilmesi, yatay planda planimetrik yöntemle kazı yapılmasıyla elde edilecek faydalardandır.
Yatay plan kazılarının bir diğer faydası, çok parçalı olarak ele geçen arkeolojik materyalin onarım ve koruma işlemlerinin daha pratik bir uygulamayla gerçekleştirmeye olanak vermesidir. Çeşitli şekillerde parçalanmış ve dolgu içinde yer değiştirmiş arkeolojik materyalin her parçasının planimetrik olarak yatay düzlemde belirlenmiş olması, parçaların bir araya getirilmesini, temizlenmesini ve onarımını kolaylaştıracaktır. Onarım süresinin azalması, onun dış etkenlerden en kısa sürede uzaklaştırılarak koruma altına alınmasını da sağlayacaktır. Bununla birlikte ele geçen tüm arkeolojik buluntuların benzer düzlemlerden ele geçmiş olanlarının stratigrafik olarak raflarda muhafaza edilmesi, ileri düzeyde yapılacak analizlerin gerçekleştirilmesinde kolaylık sağlayabilecektir.
Yukarıda “yatay plan kazıları”na genel bir bakış açısı yakalamak için bazı noktalara vurgular yapılmıştır. Tüm bu genel çerçeveyi oluşturan yöntemler ve gerekliliklerin bir kazı sistematiği olarak başlangıcından itibaren aralıksız uygulandığı Direkli Mağarası kazıları hakkında bir örnekleme çalışması aşağıda verilmiştir.
Kazı Tarihçesiyle Direkli Mağarası (1959/2007-2016)
Direkli Mağarası Kazıları 2007 yılında başlatılmıştır ve kesintisiz sürdürülmektedir. Direkli Mağarası 1959 yılında Kökten tarafından keşfedilmiş ve kısa süreli bir sondaj kazısı ile tanımlanmıştır[21]. 2006 yılında “Kahramanmaraş ili ve ilçeleri Prehistorik Dönem Yüzey Araştırması Projesi” kapsamında ziyaret edilmiş[22] ve 2007 yılından 2009 yılına kadar Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü başkanlığında; 2010 yılından itibaren de Bakanlar Kurulu Kararlı Kazı statüsünde çalışma ekip üyelerimiz tarafından sürdürülmektedir[23].
1960 yılında Kökten tarafından yayınlanan bir makalede[24] Direkli Mağarası’nın “Aurignacien” kültürle nitelendiği yazılmıştır, ancak söz konusu materyallerin günümüze ulaşan herhangi bir parçası bulunmamaktadır. Yukarıda sözü edilen makaledeki “Aurignacien” tanımının test edilmesi için 2006 yüzey araştırması sırasında mağara ziyaret edilmiş ve mağaranın yüzeyinden toplanan “yarımay” olarak tanımlanan geometrik mikrolitik örneklerinin fazlalığı dikkat çekmiştir[25]. Bu mikrolitiklerin tipolojilerinin Yakın Doğu’daki pek çok sitten ve Anadolu’da Öküzini Mağarası’ndan tanıdığımız Epi-paleolitik materyalleri ile örtüştüğü gözlemlenmiş ve mağarada kazıların yapılması planlanmıştır.
Direkli Mağarası, Kahramanmaraş-Kayseri karayolunun 45. km’sinde bulunan Döngel Köyü (şu anda Oniki Şubat Belediyesi’ne bağlı bir mahalledir) sınırları içinde bulunan Yukarı Döngel’de doğal yollardan meydana gelmiş bir mağaradır (Resim 1-2). Mağaranın ağız kısmı güneye bakmakta olup “sıcak tip” mağaralardandır. Bu özelliğiyle mağara kışın sıcak yazın serindir.
Mağaranın kazılarına başlanmadan önce, yatay düzlemde planı çıkarılmıştır. Bu işlem bir nivo, 400 grad’lık açıölçer ve şerit metreyle yapılmıştır. Yatay plan, mağaranın doğu duvarının güneydoğu köşesine “sıfır noktası” sabitlenerek, yatay düzlemde 10 gradlık aralıklarla mağara duvarına işaretlenen noktaların birleştirilmesi ve bu noktaların merkezden nivo sarkacına olan uzaklığı ölçülerek yapılmıştır (Plan 1); bu işlemin ardından kuzey-güney(Y)/doğu-batı(X) yönü/koordinatlarında havadan çekilmiş tellerin üzerine 1’er metre arayla alınan noktaların, dolgu üzerine iz düşümleri belirlenerek birer metrekarelik plan kareler oluşturulmasıyla gerçekleştirilmiştir.
Mağaranın içinde 1959 yılında açılmış sondaj çukuru ve daha sonraki yıllarda düzenleme için açılmış çukurların yaptığı deformasyonun (Resim 3) ortadan kaldırılması için tüm plan karelerde planimetrik kazı sistemi ile kazı yapılarak, öncelikle in situ ve non-in situ sedimanların net bir şekilde ortaya konulması hedeflenmiştir. Tüm plan karelerde üçer santimetrelik ilk iki ve dört santimetrelik son seviyenin bir arkeolojik ünite olarak kabul edilmesiyle kazılar gerçekleştirilmiştir. Bununla birlikte her arkeolojik seviye kendi içinde jeolojik özellikleri de takip edilerek kazılmış ve her jeolojik ünitenin sedimanı ayrı ayrı toplanılarak elenmiş ve ayıklanmıştır. Tüm plan kareler sırayla ve yan yana kazılmıştır.
Önemli bir örnekleme olması açısından B5/7 plan karesinin kazısı ve sonucuna ilişkin değerlendirmeyi sunmak açıklayıcı olacaktır: B5, plan karenin adı, 7 ise arkeolojik seviyeyi ifade etmektedir (B5/7). 7. arkeolojik seviye a, b ve c olmak üzere üç aşamada kazılmış ve her aşamanın materyalleri ayrı ayrı toplanılmış ve paketlenmiştir. B5 karesinin bir sonraki karesi B6, çevresindeki diğer kareler ise C5 ve B4 plan kareleridir. Bunlar da sırayla kazılmış ve tüm plan kareler eş seviyeye gelinceye kadar kazı bu şekilde sürdürülmüştür. Bu şekilde devam eden kazılar sonucunda Direkli Mağarası’nda endüstriyel değişimler yontmataş materyalleri üzerinde tespit edilmiş olmakla birlikte, 7. arkeolojik seviyenin sonunun yani -133,8cm kodunun bir oturma tabanı olduğu ortaya çıkmıştır.
7. arkeolojik seviyenin 2009 yılında gerçekleştirilen kazıları sonucunda önemli bir buluntu ele geçmiştir. “Ana Tanrıça” olarak kaydedilen heykelciğin önemini açıklamak için üç unsurdan bahsetmek gerekir:
a. Heykelciğin hammaddesinin kilden yapılmış olması;
b. Heykelciğin kontrollü bir ateşle pişirilerek sertleştirilmiş olması;
c. Gerçek olmayan bir görüntüde kadının tasvir edilmiş olması.
Esasında bu heykelciğin bir “tanrıça” özelliğinden çok kadını temsil ediyor olması göz önünde tutulmalıdır. Söz konusu edilen 7. arkeolojik seviye MÖ 10730 cal. tarihine aittir[26]. Bu heykelciğin hemen yakınında yer alan ve B3 plan karesi içinde yer alan, üç kenarı yassı taşlarla örülü ocak da 7. arkeolojik seviyede açığa çıkmıştır[27]. Bununla birlikte yine 7. arkeolojik seviyenin G6/7. arkeolojik seviyesinde başlayarak 8. arkeolojik seviyenin devamında görülen bir diğer ocak Direkli Mağarası Epi-paleolitik seviyelerinin önemli buluntuları arasındadır. Ayrıca B-C/11-12 karelerinin 6. ve 7. seviyelerinin içinde kalan küvet biçimli “taş örgülü mezar” da yine Direkli Mağarası dolguları içinde Epi-paleolitik dönem yaşama tabanının varlığını kanıtlayan unsurlardır[28].
Direkli Mağarası Kazıları’nın başladığı 2007 yılından, 2016 yılına kadar sürdürülen planimetrik kazı sisteminin avantajlarının açıkça çok önemli faydaları olduğunun bir kanıtı olarak, Anadolu arkeolojisinde mağara için yapı kalıntılarının en erken örneklerinden biri de açığa çıkarılmıştır (Plan 2). Söz konusu bu yapıların bulunduğu seviyelerden alınan karbon örneklerinden yapılan C14 analiz sonuçları, yapıların ve çevresinde bulunan in situ buluntuların MÖ 12540’a ait olduklarını göstermiştir.
Direkli Mağarası 2017-2020 Yılı Kazıları
Direkli Mağarası’nın 2017 yılı kazıları[29], esas olarak mağaranın “Güney Plan Kareleri” olarak kaydedilen karelerinde gerçekleştirilmiştir (bk. Plan 3). 2018 yılı kazılarına hazırlık olması amacıyla da Kuzey Plan Kareleri’nden F-G/3-4-5-6 ve Batı Duvarı Önü Mezarlık Alanı’ndan B/14, C-D-E/13-14 plan karelerinin kazıları gerçekleştirilmiştir.
Güney plan karelerinde gerçekleştirilen 9. arkeolojik seviyenin kazıları sonucu üçüncü bir yapı kalıntısına daha ulaşılmıştır (Resim 4). Bu yapı 2016 yılı kazılarında açığa çıkartılan 1 ve 2 no.lu yapılardan daha oval bir taş dizisine sahip olup, ayrıca daha iri taşlardan oluşmuştur. Bu yapı kalıntısının giriş kısmı kuzeye bakmaktadır. 2016 yılında bulunan 2 numaralı küçük yapının ise giriş kısmı doğuya bakmaktadır. Bu durum, yapıların belirgin bir standart altında oluşturulmadığını ortaya koymakla birlikte bunların işlevlerinin kesin olarak açığa çıkarılması için ileri düzey analizlerin sonuçlanmasını beklemek gerekmektedir.
3 numaralı taş yapı dizisinin hemen dışında sansar (martes foina) olabileceği tahmin edilen bir hayvana ait kafatası ve kemik parçaları bulunmuştur (Resim 5). Güney plan kareleri içinde bulunan bu yapı kalıntısının hemen kuzeybatı ucunda, in situ durumda kalkerden yapılmış bir keski ele geçmiştir (Resim 6). Keskinin yaklaşık boyu 30 cm olup, ağız kısmının sadece bir tarafa doğru eğimlendirildiği açık bir şekilde görülmektedir (Resim 7).
Güney plan karelerinden H-I-J/9-10-11 plan karelerinde kazılar -149.8 cm kodunda bırakılmıştır. Bunların dışındaki H-I-J-K-L/7-8 plan karelerinde ve L-K/10-11 plan karelerinde kazılar -153,8 cm kotunda sonlandırılmıştır (Resim 8).
2018 yılı kazıları mağaranın kuzey plan karelerinde ve batı duvarı önünde bulunan plan karelerde gerçekleştirilmiştir (Plan 4). Söz konusu kuzey plan kareleri -149,8 cm kotuna indirilmiş ve böylece daha önce açığa çıkarılan yarı yuvarlak yapı dizilimleriyle eş düzleme ulaşılmıştır. Kuzey plan karelerinde de bazı taş dizilerine ulaşılmıştır. Bunlardan dikkat çekici olanı B3-B4 plan karelerinde olandır. Bu karelerde yer alan taş dizileri, diğerlerinden çok daha küçük bir alanı kaplamaktadır (Resim 9). Bu taş dizilerinden biri (1 numaralı) mağaranın doğal kayaçlarıyla uyumlu bir yapıya sahiptir ve oluşturulmuş kapalı mekânın bir de girişi bulunmaktadır. Bu giriş aralığının merkezinde ve yapının içinde in situ bir biçimde çakmaktaşından yapılmış materyaller ele geçmiştir (Resim 10 ve 11). Diğer iki taş dizisi ise bir yaşam alanı olmaktan çok başka bir işleve sahip olmalıdır. 2 numaralı taş dizisi yedi adet dik olarak yerleştirilmiş taş dizisinin ortasına yerleştirilmiş yassı bir taştan ibarettir. Bu dizilimin batı ucunda da devrilmiş üç adet yassı taş bulunmaktadır. Bu görüntü, doğu batı aksında bir dikdörtgen yapıyı ifade etmektedir. Bir insan uzanımı görüntüsü veren taş dizilimiyle ilgili daha fazla kazı yapılmamış, mevcut diğer kare kotlarıyla eş düzlemde bırakılmıştır. Bunun sebebi, yatay plan kazısı yapılırken, tüm buluntuların çevresindeki diğer buluntu ve yapılarla olan genel konumunu ortaya koyabilmektir. 2 numaralı taş dizisinin genel ölçüleri, 2016 yılında açığa çıkarılan Batı Duvarı önündeki C ve D13,14 plan karelerindeki mezara benzer büyüklüktedir. 2008-2009 yıllarında ise söz konusu plan karelerden yassı taş baltalar ele geçmiştir. Ayrıca B3,4 karelerinin hemen yakınında, B5/7. arkeolojik seviyede 2009 yılında ele geçen “pişmiş topraktan kadın figürini” de bu alanın uzun süreli özelleşmiş bir alan olarak kullanıldığını göstermektedir.
2018 yılı buluntuları arasında C5/9b arkeolojik seviyesinde bulunan bir “boğumlu dilgi”, 2017 yılında fark edilmeye başlanan ve 2018’de yapılan kazılarda kültürel değişimin varlığını gösteren bir buluntudur (Resim 12). Bu buluntu, Üst Paleolitik Dönem’in belirteçlerinden biri olarak kaydedilen boğumlu dilgidir. Bu ve benzer materyaller az sayıdadır ancak sayısal olarak dilgi teknolojilerinin belirginleşmeye başlaması, bunları kültürel bir değişimin habercileri olarak kaydetmemize olanak tanımaktadır.
Direkli Mağarası kazıları, mağaranın içinde barındırdığı kültür dolgularını açığa çıkarmayı ve söz konusu dolgulardaki kültür materyallerini tanımlayarak Anadolu ve çevre bölgelerdeki benzer kültürlerle olası bağlantıları ortaya koymayı hedeflemektedir. Bu hedefe ulaşabilmenin en önemli unsurlarından biri de Epi-paleolitik Dönem’in vazgeçilmez tanımlayıcısı olan yontmataş materyalleridir. Bu materyaller, “yarım aylar” olarak bilinen geometrik mikrolitiklerdir. 2007-2015 yılları arasında söz konusu dönemin tanımlayıcısı olan bu endüstriye ait buluntular ele geçmiştir. Ancak 2016 ve 2017 yıllarında, özellikle de 2017 yılı kazı sezonunda endüstride önemli bir değişim olduğu gözlemlenmiştir. Önceki yıllarda Yakın Doğu’nun Erken Natufian kültürüyle benzerlik taşıyan ve yarımayların baskınlığıyla tanımlanan kültürün varlığı, yarımayların sayısındaki ciddi azalış ve daha çok yonga ve sırtlı dilgiciklerin sayısal olarak artışıyla şekil değiştirmiştir. Olasılıkla bu buluntular Epi-paleolitiğin Anadolu’ya özgü bir erken dönemi veya Geç Üst Paleolitik’in geç bir evresini işaret etmektedir. Mağaranın genelinde 9. arkeolojik seviyenin sonuna ulaşıldığında, bu değişimin net bir şekilde yorumlanması mümkün olacaktır.
Sonuç
Anadolu Tarih Öncesi araştırmalarının geçmişi çok uzun bir zaman dilimine yayılmış gibi görünse de esasen çok yeni bir araştırma alanı olarak göz önüne alınmalıdır. Özellikle de Paleolitik Çağ araştırmalarındaki manzaraya bakacak olursak yüzey araştırması sonuçları haricinde mağara kazılarındaki sayısal azlık, bu tip bir araştırma alanının uygulamaları, standartlaşmış yöntemleri ve terminolojide ortak bir dilin kullanılmasındaki bazı zorlukları beraberinde getirmektedir. Ancak son 20 yıl içerisinde Tarih Öncesi Arkeolojisi’nin Neolitikleşme süreciyle ilgili olan araştırmalar kadar olmasa da Paleolitik Çağ ve Epi-paleolitik Dönem araştırmalarında ve kazılarındaki sayısal artış sevindiricidir.
Anadolu coğrafyası, karst yapılarıyla mağara oluşumlarına son derece elverişli bir jeomorfolojik yapıya sahiptir. Nasıl ki Pleistosen’in tamamında bu coğrafya insan yerleşimine olanak tanıyacak kadar bereketli ve yaşanabilirse, söz konusu insanların barınmasını sağlayacak kadar uygun koşulları olan mağaraları da bulunmalıdır. Antalya Karain Mağarası kadar bereketli ve tanımlayıcı ikinci bir Karain Mağarası’nın keşfi; ya da Yarımburgaz kadar tanımlayıcı hayvan türleriyle birlikte Alt Paleolitiğin en erken dönemlerine ait materyal kültür buluntularını içeren ikinci bir Yarımburgaz Mağarası’nın keşfi olasıdır ve bu keşiflerin Anadolu arkeolojisinde çığır açacak kaynaklara aday olması beklenmektedir. Bu kaynaklara ulaşıldığında da bazı rehber uygulamaların kayıt altına alınması ve geliştirilerek kullanılması gerekecektir. Direkli Mağarası kazı sistematiği uygulamaları, yatay plan kazıları sonucunda mağara içlerinde insana dayandırılan çok farklı yeteneklerin ve bu yetenekler sonucunda ortaya çıkan yaşam ve ölüme dair pek çok pratiğin görülmesini sağlamıştır.
Mağaraların esasında bir yerleşim yeri olduğunu kanıtlayan verilerin başında mağara içindeki yapı düzenlemeleri gelmektedir. Dikkatle bakıldığında mağaraların kapalı birer mekân olmasına karşın içlerinde gerçekleştirilen yapısal düzenlemelerin, sosyal bir topluluğun özelleşmiş uygulamalarını yansıtan iskânlar olduğu kolaylıkla anlaşılabilmektedir. Direkli Mağarası yapısal düzenlemeleri arasındaki taş dizilerinden oluşmuş yarı-yuvarlak mekânların, içinde yaşamaktan çok farklı bir uygulamanın karşılığı olduğunu söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Özellikle 2 numaralı yapının içinde saptanan ayı ve sansar (martes foina) kafatasları dışında herhangi bir buluntunun olmaması durumu, tin veya majik uygulamaların Anadolu’daki yansımalarının erken örnekleri arasındadır.
Yatay planda kazı yapılmasaydı durum nasıl olabilirdi? Söz konusu yapının bir plan karede (1 m2 ) kalan kısmında yapının bir sıra taş dizisi, diğer plan karede ağaç keskisinin bulunduğu diğer kısmı ya da başka bir plan karede sansar (martes foina) ve ayı kafatası ele geçecekti. Böyle bir dağılımda mekânın analizini gerçekleştirmek çok da olası görünmemektedir. Dikey kazının sonuçları materyal kültür analizini desteklemekle beraber bütünde insan davranış modellerini açıklamakta yetersiz kalacaktır.
Direkli Mağarası “yatay plan kazı sistematiği”nin en önemli artılarından biri de 8A ile 8C arkeolojik seviyeleri arasındaki 3 cm’lik buluntusuz bir tabakanın, mağaranın genelinde hemen hemen aynı kot içinde saptanmasını sağlamasıdır. Aşağı yukarı 18.000-17.000 yıl önce sona eren Son Buzul Doruğu’nun (Last Glacial Maximum) hemen ardından gelen Oldest Dryas adlı soğuma evresi sonrasında bir inter-stadial evreden bahsedilmektedir. Bu evre kendi içinde iki ısınma bir soğuma aşamasına sahiptir. Bunlar sırasıyla, Bølling, Older Dryas, Allerød evreleridir. Allerød evresinden sonra ise Epi-paleolitiğin geç evresiyle yaşıt ve niteleyici olan Younger Dryas soğukluk ve kuraklık evresi gelmektedir. Art arda gelen bu iklimsel değişkenliklerin Yakın Doğu’da Geç veya Son Üst Paleolitik Dönem ile Natufian arasında bir boşluğun olmasına neden olduğu çok açıktır[30]. Özellikle yukarıda sözü edilen ve süresi tahmin edilen Older Dryas[31], Bølling evresinden Allerød’e kadar ani iklimsel katastrofik olayların çokluğu da dikkate alındığında aynı durumun Anadolu’da da olmaması durumu bir sürpriz olur. Direkli Mağarası’nın Younger Dryas öncesindeki bir süreçte kısa süreli de olsa iskân edilmeden kalmasındaki sebep de bu olmalıdır. Direkli Mağarası’nda yatay plan kazı sistematiğiyle bu boşluk yakalanmıştır. Son Üst Paleolitiğin son evrelerinin Epi-paleolitik karakterlerle yakından benzer olması, Yakın Doğu’da olduğu gibi Anadolu’da da benzer bir Epi-paleolitik tanımlama eğilimini ortaya çıkardığı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu yakından benzerliğe rağmen evreleri birbirinden ayırmada ölçüt olarak Son (Final) Üst Paleolitik’te sırtlı dilgi/dilgiciklerin sayısal çokluğu ve mikrolitiklerin azlığına karşılık Epi-paleolitik’te durumun tam tersi olduğu savı kullanılabilir[32].
Orta Toroslardaki Epi-paleolitik istasyonların sayısındaki artış, dönemin yerleşim yoğunluğu, insanın adaptasyonu, yontmataş endüstrisindeki değişim, belirlenmiş üretim stratejileri ve modellerin ortaya konulmasını sağlayacaktır. Bununla birlikte söz konusu istasyonlarda bu tip benzer jeolojik ve arkeolojik boşlukların stratigrafik olarak saptanması durumu yatay plan kazı sistematiği yoluyla ortaya konulabilecektir. Bu aynı zamanda Anadolulu bir Epi-paleolitik tanımlamasının geniş bir bant içinde yapılmasına da yol açacaktır.
EKLER