Giriş
Asin Kurin olarak da bilinen antik Iasos günümüzde Muğla ili Milas ilçesi sınırları içerisinde yer alan Kıyıkışlacık Mahallesindedir. Antik yerleşim, Mandalya veya Güllük olarak bilinen ve öncesinde Iasos Körfezi olarak adlandırılan kayalık yarımada ya da olasılıkla küçük bir ada üzerine kurulmuştur (Fig. 1). Kentin doğusunda, küçük ve verimli bir ovanın ardında Grion Dağı (Paşalı Dağı) yükselir[1] . Fakat Strabon kent ve çevresinden bahsederken bölgenin bereketsiz topraklara sahip olduğunu ve ana geçim kaynağının balıkçılık olduğunu aktarmaktadır[2] .
Birçok Yunan kenti gibi Iasos’un da efsanevi bir kuruluş öyküsü bulunmaktadır. Efsaneye göre kent, Miken Dönemi’nde Kıta Yunanistan’ın Argos Bölgesi’nden gelen kolonistler tarafından kurulmuştur. Fakat kuruluş biraz sancılı bir süreç ile gerçekleşmiştir. Yerli halkın büyük direnişiyle karşı karşıya kalan Argos’lular Milet’in kurucusu Neleus’tan yardım alarak başarıya ulaşabilmişlerdir[3] . Kent ismini, Roma İmparatorluk Dönemi’ne ait bir sikke üzerinde yer alan Iasos başı ve lejantında bulunan “Kurucu Iasos” yazısındanda anlaşılacağı üzere kolonistlerin lideri olan Iasos’tan almıştır. Kentte yapılan kazılar doğrultusunda Girit-Iasos bağlantısını destekleyen, Orta Tunç Çağı’na tarihlendirilen Minos çanak-çömlek parçaları ele geçmiştir.
Kent içerisinde gerçekleştirilen kazılar sonucunda ortaya çıkarılan yapılar ve seramik parçaları, Miken Dönemi öncesinde yerleşimin var olduğunu ve ileri düzeye ulaşmış uygarlıkların yaşadığını göstermiştir[4] . MÖ 5. yüzyıla kadar Iasos ile ilgili kaynaklar her ne kadar yetersiz kalsada kent, diğer Karya şehirleri gibi MÖ 6. yüzyılda Lydia, sonrasında ise Pers’lerin egemenliği altına girmiştir. Kent, MÖ 5. yüzyıl ortalarında Attika-Delos birliği üyeleri arasında yer almaktaydı ve adı ilk kez bu kentlerin var olduğu listede görülmektedir. MÖ. 412 yılına gelindiğinde Iasos’lular büyük bir talihsizlik yaşamış ve kent büyük bir yıkımla karşılaşmıştır. Yunanlılara ait olduklarını düşündükleri gemiler Atina’ya karşı birleşen Pers ve Sparta’lılara aitti. Bu yanlış anlama sonucunda Amorger ile bütün Iasos’lular, Pers’lerin Karya Satrabı Tissaphernes’e birer altın karşılığı satılmışlardır[5] . Başka bir kaynakta ise Lysander’in Karya’da Atina yanlısı Iasos kentini yağmalayıp, 800 erkeğin kılıçtan geçirildiğinden ve geriye kalanların ganimet olarak satıldığından bahsedilmektedir. Kent, MÖ 394-390 yılları arasında Rhodos, Knidos, Ephesos, Samos ve Byzantion ile kurulan birliğin üyesidir. Ancak kent, MÖ 386’da Yunan devletleriyle Persler arasında yapılan Kral Barışı ile Pers egemenliğine bırakılmıştır[6] . Daha sonrasında Büyük İskender’e ve ölümünden sonra da Ptolemaios’a bağlanmıştır. MÖ 129’a gelindiğinde Karya tüm kentleriyle birlikte Roma’nın Asia eyaletine bağlanmıştır. MS 5. yüzyılda Iasos Aphrodisias metropolitine bağlı piskoposluk merkezi olmuştur. Kentte Doğu Roma hâkimiyeti 15. yüzyılda son bulmuştur. Bu tarihten sonra da Osmanlı himayesine girmiştir.
Iasos hakkında 16. yüzyıldan itibaren seyyahlar ve gezginler tarafından bazı bilgiler kayıt altına alınmaya başlanmıştır. 16. yüzyılda Piri Reis’in deniz haritalarında yeri gösterilen Iasos’un yıkılmış surlarından ve limanından söz edilmektedir. 1674 yılında kenti ziyaret eden Jaques Carrey kentin gravürlerini çizmiştir. 1689’da George Wheler kentin bazı yapılarını gösteren haritasını tasarlamış ve limandaki kule hakkında bilgiler sunmuştur. 1775 yılında Richard Chandler kentin çevresini, topografyasını bazı yapılarla birlikte ele almış ve epigrafik belgeleri inceleyerek yayımlamıştır. Yine Richard Chandler 1797 yılında kentte araştırmalar yapan Nicholas Revelt ve William Pars’ın çalışmalarına katkıda bulunmuştur. 1782’de Choiseul-Gouffier kentte bazı incelemelerde bulunarak çizimler hazırlamıştır (Fig. 2-3). 1816-1817’de William John Bankes kentte bulunan yapılarla ilgili gözlemlerini aktardığı bir makale yayımlamıştır. 1826’da Leon de Laborde yine kentle ilgili bir gravür hazırlamıştır. Bahsi geçen bu gravürde batı limanıyla birlikte girişindeki kuleyi ve batı limanını doğu limanına bağlayan kanalı birlikte göstermiştir. 1835’te Charles Texier kente gelmiş ve 1849’da yayımladığı kitabında kentin tamamının terk edildiğini aktarmıştır. Ayrıca bölgeyi kaplayan kalın bitki örtüsünü yaktırdığını ifade etmiştir[7] . Kentin planını (Fig. 4) daha iyi çizebilmesi adına yaptığı bu işlem kalıntılara oldukça zarar vermiştir. 1843’te Philippe Le Bas kentle ilgili bazı epigrafik belgeler yayımlamıştır. 1887’de ise W. R. Paton, Iasos’a ait blokların İstanbul’a taşınmasını kaleme almıştır. Wilhelm Judeich kent ve çevresinde yürüttüğü topografik çalışmaları haritaya dökmüş ve 1887’de yayımlamıştır. 20. yüzyılda bölgede incelemelerde bulunan İtalyan arkeologlar Iasos’ta bazı çalışmalar yürütmüşlerdir. Karya konusunda uzman olan Fransız epigraf Louis Robert kentle ilgili monografi yazmaya başlamış fakat çalışmasını sonlandıramamıştır. 1921 yılında Alessandro Della Seta ve Giacomo önceki yayınları karşılaştırmalı olarak değerlendirmiş ve kentte bulunan yapılar hakkında bilgiler sunmuştur. 1960 yılı İtalyan Doro Levi başkanlığında ilk modern kazıların başlangıç tarihi olmuştur. 1968’de Gino Pavan ve Claudio Pagani günümüz araştırmalarında çizilen plana yakın bir benzerlikte olan Iasos yarımadasının genel planını yayımlamıştır. Kentte İtalyan kazılarının başına Levi’den sonra Clelia Laviosa (1975-1984) geçmiş bu tarihten itibaren 2014 yılına kadar sırasıyla Fede Berti, Alessandro ve Marcello Spanu tarafından çalışmalara devam edilmiştir. Son dönem kazıları ise Prof. Dr. Asuman Baldıran başkanlığında devam etmektedir.
Iasos Antik Kent Limanları
Karya Bölgesi’nde bulunan Güllük Körfezi’nin doğu ucunda bir yarımada üzerinde bulunan Iasos’un iki tarafında doğal koy bulunmaktadır. Kentte, doğu ve batı olarak adlandırılan iki liman yer almaktadır. Büyük oranda doğal yapı kullanılarak inşa edilen doğu limanda herhangi bir dalgakıranın varlığı söz konusu değildir. Bu limanın demirleme alanı ve ticari faaliyetler için kullanıldığı bilinmektedir. Batı limanda ise koyun girişini daraltacak şekilde iki dalgakıran inşa edilmiştir. Yapay liman karakteri gösteren Batı limanı ise hem ticari hem de askerî amaçlara hizmet etmektedir.
1800’lü yıllarda kente gelen gezginler tarafından çizilen haritalarda limanların kent merkezinin bulunduğu alçak tepenin kuzeyinde yer alan bir kanalla birbirine bağlandığı görülmektedir (Fig. 5). Kanalın orijinal genişliği bilinmemesine rağmen limanlar arası gemi geçişi amacına hizmet etmiştir. Fakat bu bağlantı günümüzde kapanmıştır. Texier limana ait rıhtımın büyük ebatlarda beyaz mermer bloklarla inşa edilmiş olduğunu ve kanal üzerinde yer alan izlerden yola çıkarak köprü bağlantısı olabileceğini belirtmiştir[8] .
Iasos limanlarına ilişkin ilk anlatımlar Strabon (MÖ 1.-MS 1. yüzyıl) ve Pir-i Reis (16. yüzyıl) tarafından olmuştur.
Strabon; “… sonra, karaya yakın bir adada bulunan Iasos’a gelinir. Bir limanı vardır ve halk geçiminin çoğunu denizden sağlar, çünkü denizde balık boldur; fakat ülkenin toprağı çokça fakirdir. Gerçekten halk bununla ilgili olarak Iasos’a ait öyküler uydurur. Bir kitara şarkıcısı konser verirken bütün halk bir süre onu dinler; fakat balık satışını duyuran çan çalınca, ağır işiten bir kişi dışında herkes onu bırakarak balık pazarına yönelir. Bunun üzerine kitara’yla şarkı söyleyen ona der ki: “Bayım bana verdiğiniz onurdan ve müzik sevginizden dolayı size minnettarım, çünkü bütün ötekiler çanın sesini duydukları an hepsi gittiler”. Adam der ki: “Ne söylüyorsun çan çalmış mıydı?” ve şarkıcı “Evet” deyince, adam “Uğurlar olsun” der, kalkar ve uzaklaşır” (Strabon XIV. 2, 21) ifadeleriyle limandan söz etmektedir.
Pir-i Reis tarafından ise 16. yüzyılın başlarında yayınlanan Kitab-ı Bahriye’de bildirilenlere göre, Osmanlı Dönemi’nde batı limanının liman havzası halen kullanılmaya devam edilmektedir. “Asyn limanının (Iasos) yukarısında akropolde kale ve kentin surları şimdi terkedilmiş ve limana bağlı olarak sınırlı bir yerleşim merkezi kalmıştır, ancak bir kale inşa edilmiştir. Sultan Muhammed Han tarafından, muhtemelen gemilerin kış sevkiyatlarını korumak için”, ifadelerine yer vermiştir[9] .
Uygun limanların varlığı ve denize bağlı bir yaşamın tüm koşullarının sağlanabilmesi dolayısıyla kentin bu alanda kurulması şaşırtıcı değildir. Kent nekropolünde ve kazısı yapılan “Mozaikli Ev”- de, OTÇ’ye tarihlendirilen buluntularla birlikte ele geçen istiridye kabukları, Geç Geometrik Dönem mezarlarında ve Roma Çağı katmanlarında pişmiş toprak ağ ağırlıkları, olta iğneleri, kurşun olta ağırlıkları, balık kılçıkları ve denizkestanesi kabukları, Doğu Roma Çağı kaplarında orkinos balığı betimlemelerinin sıkça resmedilmesi burada yaşayan insanların her dönemde deniz ürünleri ile yakın ilişkilerini kanıtlamaktadır[10]. Öte yandan limanlar dolayısıyla denize bağlı bir ekonominin varlığını, MÖ. 3. yüzyılın ortalarından itibaren darp edilen kent sikkelerinde bir yunusla birlikte yüzen genç bir figürün betimlenmesi bize konu hakkında önemli bilgiler sunmaktadır. Aynı zamanda Roma Dönemi yazıtlarında adı geçen vergi memurları ve Iasos’lu olmayan tüccarların da mezarlarının bulunması uluslararası nitelikte bir deniz ticaretine işaret etmektedir[11].
Batı Limanı
Anakara ile yarımada arasında yer alan liman kuzey-güney yönlüdür. 575 m uzunluğunda olan liman yaklaşık 100.000 m2’lik bir havzaya sahiptir. En geniş yeri yaklaşık 270 m olan doğal koyun oluşturduğu limanın giriş bölümü güney yönündedir (Fig. 6-7). Kentin bulunduğu yarımadanın güney ucu ile batısındaki anakara arasındaki açıklık ise yaklaşık olarak 240 metredir. Hem güney rüzgârlarından daha az etkilenmek hem de girişi kontrol altına alabilmek amacıyla limanın girişine karşılıklı iki dalgakıran inşa edilmiş[12] ve bu sayede giriş açıklığı 54 m’ye kadar daraltılmıştır. Liman alanının batı yamacında betonarme modern rıhtım alanları dolayısıyla bu alanın erken evresinde nasıl bir düzenlemenin olduğu anlaşılamamıştır[13]. Limanın kuzeyinde ve doğusunda limana ilişkin rıhtım, depolama alanları, dükkânlar vb. kalıntılar tespit edilmiştir. Ayrıca “kapalı liman” karakterinde olan yapının çevresinde muhtemelen kendi döneminde limanın tamamını çevreleyen ve günümüzde bir kısmı korunabilmiş olan duvar kalıntıları bulunmaktadır.
Erken Evre Mendirekler
Doğu Mendirek
Kent akropolünün yer aldığı yarımadanın güneybatı ucundan başlayan mendirek, Doğu Roma Dönemi’nde inşa edilmiş olan kuleye kadar uzanmaktadır. Deniz seviyesine kadar olan bölümü korunan yapı deniz tabanından itibaren moloz taşlarla doldurulmuş ve üzeri kesme taş bloklarla tamamlanmıştır (Fig. 8-10). Doğu Roma Dönemi’nde temel olarak kullanılmış olduğu anlaşılan yapı kalıntısı, Helenistik Dönem kent surunun bir uzantısı olarak limana ait mendireklerden birini oluşturmaktadır. Yapının duvarı ise Emplecton olarak adlandırılan iki dış duvar arasının içinin doldurulması ile oluşturulmuştur. Doğu batı uzantılı olan bu bölümün deniz seviyesinin üzerinde korunabilmiş uzunluğu 55 m’dir. Deniz tabanında ise yaklaşık olarak 65 m’lik uzunluğa sahiptir. Karadan itibaren değişmekle birlikte uç kısmında 10-12 m derinliğe kadar ulaşmaktadır. Yapının deniz dalgalarının şiddetine maruz kalmayan bölümünde küçük boyutlu bloklar, yüzeyde ise dalgalara karşı direnç sağlanması amacıyla daha büyük bloklar kullanılmıştır. Su seviyesinin üzerinde görülebilen büyük boyutlu blokların temelini oluşturan dalgakıran gövdesi yığma biçimde, deniz tabanında daha geniş, yüzeye doğru daralan bir formda inşa edilmiştir. Dış yüzeyleri eğimli olan dalgakıranın genişliği deniz tabanına oturduğu yerde yaklaşık olarak 20 m, üst seviyelere doğru daralarak yaklaşık olarak 5 metreye kadar düşmektedir. Üst yapısı günümüze ulaşamamış mendireğin deniz seviyesinden ne kadar yükseldiği bilinememektedir.
Mendireğin yapımını, yukarıda bahsedilen karakteristik özellikler dikkate alındığında Geç Klasik-Erken Hellenistik Dönemi’ne tarihlendirilen Knidos ticari limanı, Hellenistik Samos limanından sonraki bir evreye, Caesarea limanından ise daha erkene tarihlemek mümkündür. Yapının en yakın örnek olan Kenchreai limanının, MÖ 1. yüzyıla tarihlendirilen evresiyle benzer bir mimari ve inşa tekniği bulunmaktadır[14].
Batı Mendirek
Yarımadanın batısında bulunan ve doğuya doğru uzanan moloz taşların deniz zeminine doldurulması ile oluşturulan temel üzerine inşa edilmiştir (Fig. 9). Başlangıç noktası doğu dalgakıran ile eşleşmeyen yapı, doğu dalgakırana karşı açı yaparak uzatılmıştır. Doğu Roma Dönemi’nde olasılıkla temel olarak da kullanılan yapı kuzeybatı-güneydoğu uzantılıdır. Günümüzde deniz seyisinin altında kalan batı dalgakıranın yaklaşık uzunluğu 115 m’dir. Karadan itibaren değişkenlik gösteren derinliği uç kısımlarda 10-12 m’ye kadar ulaşmaktadır. Dalgakıranın yapım aşamasında, doğudaki gibi dalgalara maruz kalmayan kısımlarında küçük, yüzeye yaklaştıkça da daha büyük bloklu taşlar kullanılmıştır. Benzer şekilde gövde yığma biçimde, deniz tabanında daha geniş, yüzeye doğru daralan bir formda ve meyilli olarak inşa edilmiştir. Dış yüzeyi eğimli olan dalgakıran tabanı, oturduğu yerde yaklaşık olarak 20 m’dir ve üst kotlara doğru daralarak yükselmektedir. Üst yapısı günümüze kadar korunamadığından deniz seviyesinden itibaren ne kadar yükseldiği anlaşılamamıştır.
Doğu Roma Evresi ve Kule
Batı Limanı’nın doğu mendireği ucunda Doğu Roma Dönemi’ne tarihlendirilen deniz seviyesinden 2,30 m yükseklikte konumlandırılmış savunma kulesi hem liman girişini savunma hem de girişi kapatma ve daraltma görevi üstlenmektedir. Kulenin üst bölümü ve güney cephesi günümüze ulaşamamıştır. 1995 yılında kısmi restorasyon çalışması yapılmış olan kulenin mimarisi, işlevi ve evreleri takip edilebilmektedir (Fig. 10-11). 1887 yılında limandaki mendirek ve diğer yapılara ait bloklar, farklı yapılarda kullanmak amacıyla yerli halk tarafından sökülerek taşınmış ve günümüzde sadece temellerine ulaşılabilmiştir[15]. Günümüze kadar kısmen de olsa korunabilmiş olan kulenin karşısında benzer bir yapının daha olabileceği fakat taş sökme faaliyeti sırasında diğer kulenin tamamen söküldüğü öngörülmektedir[16]. Buna karşın alanda yapılan sualtı araştırmalarında kulenin varlığını gösterebilecek herhangi bir bloğa rastlanılmamıştır.
Texier hazırladığı kent planında kuleyi, surların bir uzantısı olarak göstermiştir[17]. Gerçekleştirilen araştırmalar sonucunda kulenin iki katlı olduğu ve iç bölümde bulunan merdivenler aracılığıyla gözetleme alanı olarak kullanılan üst kata çıkıldığı anlaşılmıştır (Fig. 12).
Limanın kara ile bağlantısının, kıyı şeridinden başlayan ve kuleye bağlanan mendirek üzerinden sağlandığı anlaşılmaktadır. Bu alanda kuleden ana karaya doğru 1x1 m ölçülerinde 5 adet kare paye (P1-P5) bulunmaktadır (Fig. 8-10). Kuleye en yakın olan Paye 1 ile Paye 2 arası 6,60 m, Paye 2 ve Paye 3 yan yana, Paye 3 ve Paye 4, Paye 5 arası ise eşit bir biçimde 3,90 m olarak ölçülmektedir. Bu payeler ana karadan kuleye ulaşımın olasılıkla payeler üzerine inşa edilmiş ahşap bir köprü ile sağlanmış olabileceğini akla getirir. Ancak Paye 2 ve Paye 3’ün yan yana verilmiş olması, Paye 1 ve Paye 2’nin aralığının diğerlerinden geniş olması ilginçtir. Hiçbir kanıtımız olmamasına karşın belki de bu bölümde kulenin savunulması amacıyla kaldırılabilir bir köprü düzeneğine sahip olduğunu önermek mümkündür. Ana karaya bu yolla bağlı olduğunu düşündüğümüz kule ise kareye yakın planlıdır ve korunmuş olan kuzey bölümde ölçülebilen uzunluğu yaklaşık 11,40 m’dir. Batı duvarının sadece 7,50 metrelik bölümü günümüze ulaşmış, ancak bu duvarın orijinal uzunluğu temel seviyesinden ölçüldüğünde yaklaşık 10 m olarak hesaplanabilmektedir. Doğu duvarı 9,30 m uzunluğa kadar korunmuş, güney duvarı ise korunamamıştır. Kulenin genelinde simetrik bir düzenleme söz konusu olduğu için eldeki verilerle kulenin ölçüleri yaklaşık 9,50x10,50 m olarak hesaplanabilmektedir (Fig. 14). Kulenin duvarlarını desteklemek amacıyla payandalar eklenmiştir (Fig. 12). Kuzey yüzde dört adet, batı yüzde ise üç adet olarak inşa edilmiş destek payandalarının genişlikleri 0,70 m ile 0,93 m arasında değişkenlik göstermekte, dışa ise 0,75 m çıkıntı yapmaktadır. Birbirine 2,05 m ile 2,30 m arasında değişen aralıklarla yerleştirilmiş payandaların ölçülebilen yükseklikleri ise yaklaşık 4,60 metredir. Benzer kule payanda sistemi MS 11. yüzyıl sonlarına tarihlendirilen Kıbrıs’ta Buffavento ve Kantara kalelerinde bulunmaktadır[18]. Kulenin beden duvarları yaklaşık 1,90 m kalınlığındadır ve düzensiz sıralanmış küçüklü büyüklü içlerinde devşirme bloklarında yer aldığı tam dörtgen ve dörtgen olmayan bloklarla içte ve dışta çift sıra örülmüş, çekirdek diyebileceğimiz iç kısmı ise moloz taş ve harçla doldurulmuştur. Güçlü bir duvar oluşturan yapının inşası sırasında kullanıldığı anlaşılan ahşap iskeleye ait, deniz seviyesinden 3,50, 5,00 ve 6,50 m yüksekliklerinde üç adet ahşap hatıl yuvası bulunmaktadır. Kulenin girişinin doğu yönde olduğunu gösteren bir kapıya ait 1,50 m genişlikte eşik bulunmaktadır. Ahşap olduğu anlaşılan kapının kilit ve menteşe sistemine ilişkin zıvana oyukları giriş açıklığında bulunan eşikte bulunmaktadır. İç ölçüleri 6,90x6,95 m olan kulenin giriş katının kuzeydoğu köşesinde korunmuş altı basamak üst kata işaret etmektedir ve kulenin iç duvarlarındaki hatıl yuvaları da ikinci katın zeminin, ahşap döşeme olduğunu göstermektedir. Söz konusu kiriş yuvası zeminden 2,25 m yüksektedir ve giriş katı tavan yüksekliği konusunda fikir vermektedir. Giriş katında kuzey duvarda bir adet, batı duvarında ise iki adet kemerli, içte 1,50 m, dışta 0,50 m genişlikte mazgal pencere açıklığı bulunmaktadır. İkinci katta ise kuzey, batı ve doğu duvarlarının merkezinde birer adet pencere açıklığı yer almaktadır. İkinci kat kuzey pencere dışındaki pencereler giriş katındakilere benzer nitelikte mazgal penceredir. Yükseklikleri yaklaşık 2 m olan pencere açıklıkları günümüze ulaşmamış olan güney duvarında da bulunuyor olmalıydı. Bu mazgal pencere açıklıkları olası tehlikelere karşı limanı koruyan askerlerin kullandığı savunma mekanizmasının bir parçasıdır[19] (Fig. 12).
İkinci katın kuzey duvarında; 1,80 m genişliğinde ve 0,80 m yüksekliğinde üstü açık, niş benzeri bir girinti bulunmaktadır. Bu açıklık yukarıya doğru daralmakta ve burada yer alan bir şöminenin baca açıklığı olarak yorumlanmaktadır[20]. Kulenin deniz seviyesinden toplam yüksekliği 6,60 m’ye kadar ulaşmaktadır ve üst örtüsünün ahşap olduğuna işaret eden hatıl yuvaları görülmektedir. Hatıl yuvalarının yerleştirilme biçimi ve açısı üst örtünün piramidal ya da kule çatı biçimli olduğuna işaret etmektedir[21] (Fig. 15-16).
MS 9. yüzyılda Girit ve Ege Denizi’ndeki savaşlar sonrasında ortaya çıkan güvenlik sorunları nedeniyle MS 10. ve 11. yüzyıllarda, Kuşadası Pygela Limanı’nda bulunan 15,7x17,35 m ölçülerindeki kuleler gibi bölgedeki birçok Doğu Roma limanına savunma amacı ile Iasos Batı Limanı’ndakine benzer savunma kuleleri inşa edilmiştir[22].
Piri Reis tarafından 16. yüzyılın başlarında yayınlanan Kitab-ı Bahriye’de bildirilenlere göre, Osmanlı Dönemi’nde batı limanının liman havzası halen kullanılmaya devam edilmektedir. Piri Reis akropoldeki Doğu Roma surlarından söz etmektedir, ancak surlarla aynı dönemde inşa edilen batı limanı kulesinden ayrıca bahsetmemektedir[23].
Iasos’un akropolünde yer alan ve MS 7-8 yüzyıllardaki Sasani ve Arap akınları sırasında istihkâm edilen (Doğu Liman’ın batısında berzahta bulunan kale ile ortak) bir savunma hattının parçası durumundaki Iasos’un batı limanının kulesi, Kıbrıs’ın savunma kulelerine benzerlik göstermesi ve duvar işçiliklerinin Orta Doğu Roma Dönemi’nin sonlarındaki işçiliklerle benzerlik göstermesi dolayısıyla tarihlendirme unsuru olarak kullanılabilmektedir[24]. İnşa tarihi; olasılıkla, MS 9. yüzyılda Akdeniz’deki siyasi karışıklıklar[25] sonrasında, MS 10. yüzyılda Doğu Roma donanmasının bu dönemde neredeyse tüm sınırlarındaki liman alanlarının ve kıyı yapılarının güçlendirilmesi ve yenilenmesine yönelik başlattığı inşa faaliyetleri dönemi olarak ileri sürülmektedir[26]. Diğer yandan kulenin restorasyon ve konservasyon çalışmaları sırasında bulunan seramiklerden yola çıkılarak MS. 7. yüzyılın ortalarında özellikle Arap akınlarına karşı inşa edildiği öne sürülmektedir[27].
Mendireklerin Tarihsel Gelişimi ve Iasos Mendirekleri
Dalgakıranlar, rüzgâr nedeniyle oluşan dalgaların korunaklı liman alanlarına ulaşmasını engellemek ve/veya enerjisini kırmak için tasarlanmışlardır. Bununla birlikte çok amaçlı olarak kullanılan bu yapılar kent surlarına entegre edilerek savunmanın bir parçası olarak veya liman havzasını genişletmek gibi amaçlar için de kullanılmışlardır. Dalgakıranların farklı işlevlerde kullanılması, inşa tekniği ve plan açısından da gelişme göstermesine neden olmuştur.
Bazı liman mendireklerinin iç yüzlerinin rıhtım olarak da kullanıldığı bilinmektedir ve özellikle ticaret gemileri, mendireklerin iç kısmına yapılan rıhtımda yükleme-boşaltma faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Bu gelişme sonucunda Helenistik Dönem’den başlayarak Geç Antik Dönem’e, hatta günümüzde dahi mendirekler üzerinde, deniz feneri, işaret ve savunma kuleleri gibi mimari unsurlar da inşa edilmeye başlanmıştır.
Limanların ortaya çıktığı tarihten itibaren ilk dalgakıran yapısı Suriye resif adası Machroud’un hemen karşısındaki Tabbat el-Hamman’da görülmektedir[28]. Bu dalgakıran, yaklaşık 2x2 m ölçülerindeki düzgün kesilmiş bloklarla inşa edilmiştir. Dalgakıran, 200 m civarında uzunluğa ve yaklaşık 15 m genişliğe sahiptir. MÖ 9. yüzyıla tarihlendirilen bu dalgakıran ilk bağımsız dalgakıran olarak nitelendirilmektedir. Daha sonraki dönemlerde, Ege ve Akdeniz sahilleri başta olmak üzere kıyı alanlarının derin olduğu yerleşimlerde de deniz içine yığma taş bloklar indirilerek dalgakıran yapıldığı görülmektedir. Bu türden bilinen ilk dalgakıran, MÖ 8. yüzyılın sonlarına tarihlendirilen Delos Limanı mendireğidir[29]. MÖ 7. ve 5. yüzyıllar arasında ise İtalya, Sicilya, Fransa ve Karadeniz kıyılarında bu tarz dalgakıranlar görülmektedir. Kıbrıs’ta Salamis, Anadolu’da Iasos, Kuzey Afrika’da Apollonia ve Thapsus, Sicilya’da Syrakusa, Yunanistan’da Pire limanları bunlara örnek olarak gösterilebilir.
MÖ 530 yıllarında, kesme taş bloklarla düzgün duvar sırası biçiminde inşa edilen ilk mendirek Samos Tiranı Polycrates Dönemi’nde Samos Limanıdır. Herodot (Herod. III, 60) Antik Çağ’daki önemli eserlerden üçünün Samos’ta olduğundan bahsetmiş ve mendireği de bu üç eserden biri olarak değerlendirmiştir. Herodot’un anlatımına göre liman mendireği 2 stadia’dan fazla bir uzunluktadır ve temeli suyun 20 kulaç altına kadar inmektedir.
Roma Dönemi’nde ise liman mühendisleri, pozzolana (Vitruvius II. VI) denilen yöresel, volkanik toprağı sertleştirici malzeme olarak kullanıp, suyun içinde kendi başına hiçbir dayanağı olmadan durabilen beton yapılar inşa etmişlerdir[30]. Vitruvius (Vitruvius V. XII. 3) mimari üzerine kaleme aldığı kitabında su altında betondan temeller inşa etmenin çeşitli yöntemlerinden söz etmektedir. Beton kullanımının liman mühendisliğine dahil edilmesi ile oldukça geniş inşa edilmeye başlanan dalgakıranlar üzerine Kenchrae ve Leptis Magna gibi Roma limanları örneğinde görülen depolar, balık tankları, tapınaklar, heykeller, işaret kuleleri ve deniz feneri gibi yapılar da inşa edilmiştir[31].
Yukarıda belirtildiği gibi dalgakıranlar, MÖ 9. yüzyıldan itibaren blokların üst üste yığılması ile oluşturulan gelişigüzel bir yapıdan, Roma Dönemi’nde sadece dalgaları önlemek amacıyla değil diğer işlevleriyle beraber oldukça gelişkin bir duruma gelmişlerdir. Bu gelişim sürecinde görülen bazı özellikler dalgakıran veya mendirek yapılarının tarihlendirilebilmesi için önemli ipuçları vermektedir. Bununla birlikte en erken dalgakıran örneklerini oluşturan basit yığma dalgakıranların yapımı bu gelişmeler süresince de devam etmiştir. Özellikle deniz zemininin derin olduğu alanlarda dalgakıran yapılması gerektiğinde çoğunlukla deniz seviyesine kadar yığma moloz taş, deniz seviyesinden itibaren de düzgün bloklarla yükseltilerek inşa edilmiştir. Ancak bu durumun istisnası olarak Knidos Kenti Ticari Limanı’nın dalgakıranları deniz seviyesinin üzerinde de iri moloz taşlarla düzgün duvar sırası oluşturmayacak biçimde yükseltilmiştir.
Iasos Batı Limanı’nın her iki mendireğinin de deniz zemininden itibaren yığma taş ile deniz seviyesine kadar yükseltildiği anlaşılmaktadır. Batıda olanın günümüzde sualtında bir seviyeye kadar korunmuş olması nedeniyle deniz seviyesinden itibaren nasıl yükseldiğine ait bir bulgu yoktur. Ancak doğudakinin deniz seviyesinden itibaren her ne kadar temel seviyesinde korunmuş olsa da düzgün kesme taş bloklarla yükseltilerek kent surunun bir uzantısı biçiminde işlev gördüğü anlaşılmaktadır. Iasos Limanı mendireklerinin eldeki verilerle ilk ne zaman inşa edildiği kesin olarak bilinemese de kentte bulunmuş olan erken dönem verilerine bakıldığında liman alanının MÖ 2. binyıldan itibaren kullanılmaya başladığı, Hellenistik kent surunun uzantısı olduğu ve üzerindeki MS 10.-11. yüzyıllara tarihlendirilen savunma ve gözetleme kulesi ile de Doğu Roma Dönemi boyunca da kullanımının devam ettiği anlaşılmaktadır.
Rıhtım-İskele ve Kıyı Yapıları
Ticaret limanlarının yapılabileceği topografyaya bakıldığında gemilerin gelip demirleyebileceği, yük boşaltıp yük alabilecekleri, zor hava şartlarında sığınabilecekleri bir rıhtım yapısına sahip olması beklenir.
Erken dönemlerde bölgede var olması beklenen kıyı yapıları ve iskele düzenlemeleri ne yazık ki günümüzde yüzeyden tespit edilememektedir. Batı Limanı’nın doğu kıyılarında denize doğru uzanan duvar kalıntıları mevcuttur (Fig. 17). Batı limanın doğu kıyısı boyunca birbirine paralel ve denize doğru dik bir açı yaparak uzanan duvar kalıntıları görülmektedir (Fig. 18). Söz konusu duvarlar çoğunlukla moloz taşların harçla birleştirilmesi ile örülmüştür. Ancak bazı bölümlerinde kesme taş blokların da kullanıldığı görülmektedir. Deniz kıyısının dolgu toprak altında kalmış olması ve karasal alanda da yüksek bir toprak kesiti ve yoğun bir bitki örtüsünün olmasından dolayı duvarların tam boyu ve dönüşleri görülememektedir. Her ne kadar duvar ve duvarların oluşturduğu mekânların planı anlaşılamasa da bu yapıların kıyıda yan yana sıralanmış dörtgen mekânlar olduğu anlaşılmaktadır. İşlevleri şimdilik bilinmeyen, Akropolün güney ve güneydoğu kıyılarında mermer sütun parçalarının ve devşirme mimari blok taşlarının kullanıldığı, geç dönem kıyı yapıları da bulunmaktadır. Bu yapıların da batı limanı kıyılarında bulunan yapılar gibi deniz kıyısının dolgu toprak altında kalmış olması ve karasal alanda yüksek bir toprak kesiti ve yoğun bir bitki örtüsü olmasından dolayı planları anlaşılamamaktadır. Ancak kıyıda konumlanmaları olasılıkla üretim atölyeleri gibi bir işlevlerinin de olabileceğini düşündürmektedir.
Değerlendirme ve Sonuç
Iasos kentinde gerek gerçekleştirilen kazılar ve neticesinde ele geçen buluntular gerekse antik kaynakların referansıyla kentin konum ve ticari açıdan önemli bir yere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Kentte yer alan, doğu ve batı olarak adlandırılan iki liman yer almaktadır. Bahsedilen limanların demirleme alanı ve ticari faaliyetlere yönelik kullanıldığı bilinmekle birlikte, liman girişinde bulunan korunaklı dalgakıranların MÖ 2. ve 1. yüzyıllarda kenti özellikle korsan saldırılarına karşı korumak amacıyla da kullanılmış olabileceği saptanmıştır.
Seleukosların MÖ 188 yılındaki Apamea Barışı ile donanma güçlerini büyük ölçüde yitirmeleri[32] (Polyb., XXI 40-45; Diod., XXIX 10; Liv., XXXVIII 37-38 1-18; App. Syr., 39; App. Mithr., 62), MÖ. 167’de ise Roma’nın Karya ve Likya’daki Rhodos’un hâkimiyetine son vererek Delos’u serbest liman yapmasıyla birlikte Rhodos’un da bölgedeki etkinliğinin azalması ile oluşan otorite boşluğunda korsanlık faaliyetleri iyice artmıştır[33]. Iasos’un da içinde bulunduğu pek çok liman kenti ve adalar yağmalanmıştır[34]. Knidos Askerî Limanı çevresindeki yapılardan birinde devşirme malzeme olarak kullanılan bir yazıtta bu dönemdeki korsanlık faaliyetlerinden oldukça etkilendiğini belgeler niteliktedir[35].
Iasos kentinin iki liman alanından biri olan Batı Limanı, hem askerî hem de ticari liman olarak kullanılmış olmalıdır. Liman ve çevresinde kazıların yapılmamış olması ve limanın batı kıyılarında modern balıkçı rıhtımlarının varlığı nedeniyle kıyı alanında askerî ve ticari bölge ayrımı yapılamamaktadır. Kazısı gerçekleştirilmemesine rağmen kentte olasılıkla askerî limanlarda görülen gemi barınakları ve ticari limanlarda en önemli yapıları olan rıhtım, iskele, dükkân, depo vb. gibi ticari faaliyete yönelik yapılar bulunuyor olmalıdır.
Askerî limanlara iyi örnek oluşturan limanlardan biri Knidos Askerî Limanıdır. Knidos’un Askerî Limanı, Yunanca “Λψήν Κλειστός” “Limen Kleistos” olarak bilinen kapalı veya kapatılabilen liman özelliğindedir[36]. Bu tip limanların ilk örneğini MÖ 6. yüzyılın 2. yarısına tarihlenen Samos Limanı’dır[37]. Pire’nin kapalı limanları ise MÖ 5. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Erken tarihli bu örnekler dışında kapalı limanların en yoğun kullanımı Helenistik Dönem’e denk gelmektedir. Akdeniz’deki deniz savaşları ve politik-ekonomik çatışmalar Helenistik Dönem’de limanların daha korunaklı bir yapıya bürünmesindeki en önemli etkendir[38]. Iasos Batı Limanı da daraltılmış liman girişi, mendirekler üzerindeki savunma kuleleri ile “Kapalı” veya “Kapatılabilen Liman” olgusunun olasılıkla bir örneğini oluşturmaktadır.
Iasos Batı Limanı, ticari liman olarak değerlendirildiğinde ise yaklaşık 100.000 m²’lik bir havzaya sahip boyutları ile Antik Çağ limanları arasında büyük ölçekli bir liman olarak kabul edilebilir. Bununla birlikte Knidos Ticari Limanı[39], Kantharos Limanı, Efes Limanı[40], Patara Limanı[41], Andriake Limanı[42] veya Roma Dönemi’nde inşa edilen büyük ölçekli limanlardan daha küçüktür[43]. Fakat limanların Akdeniz ticaretindeki yerlerini, liman havzalarının boyutları veya rıhtım alanlarının uzunlukları ile değerlendirmek çok doğru bir değerlendirme olmaz. Nitekim Kelenderis[44], Side[45], Phaselis[46] veya Alexandria Troas[47] limanları küçük ölçekli limanlar olmalarına karşın Akdeniz ticaretinde önemli bir yere sahiptirler.
Iasos Batı Limanı’nın plan özellikleri dikkate alındığında, yukarıda sözü edilen limanların formları, işlevleri ve bölümleri başlığında da ayrıntılı olarak açıkladığımız üzere[48]; Antik Çağ limanları topografyaya göre doğal koyların doğrudan kullanıldığı limanlar, doğal koylara dalgakıran ya da rıhtım eklenerek inşa edilen yapay limanlar ve doğal koyların bulunmadığı alanlarda tamamı yapay inşa edilen limanlar olarak tanımlanabilmektedir. Limanların ana omurgasını oluşturan mendirek, fener ve gemi barınakları gibi temel unsurların yanında, liman alanlarında farklı işlevlerde birçok farklı mimari yapı da bulunmaktadır. Liman yapılarındaki bölümlerin çoğu genel liman işleyişine, ticari hacmine, büyüklüğüne ve sahip olduğu topografyaya göre değişiklik göstermektedir. Dolayısıyla Iasos Batı Limanı içinde doğal koylara dalgakıran ya da rıhtım eklenerek inşa edilen limanlar kategorisinde değerlendirmek sağlıklı olacaktır. MÖ 5. yüzyıldan itibaren topografyanın uygun olduğu Kelenderis, Phaselis, Knidos, Milet, Efes, Zea, Kantharos Limanları gibi limanlarda benzer uygulamalara gidildiği görülmektedir. Limanların yapımında bölgedeki hâkim rüzgâr yönü de dikkate alınmaktadır. Ancak bazı durumlarda Kelenderis[49] ve Ostia[50] limanı örneğinde olduğu gibi doğal koylar rüzgâra açık konumdadır ve yapay inşa edilen dalgakıranların uzatılarak kavis verilmesi ile liman girişini korunaklı hale getirerek bu sorunun üstesinden gelmeye çalışılmaktadır. Iasos limanı kuzey güney uzantılıdır ve bölgede hâkim rüzgâr yönü olan batı rüzgârlarından etkilenmemektedir. İkinci bir avantajı ise kentin ve limanın bulunduğu coğrafya yine doğal bir koy olan Mandalya Körfezi içinde kalmaktadır, dolayısıyla kent limanının girişine inşa edilen dalgakıranlarda böyle bir uygulamaya gidilmesine gerek olmamıştır. Ancak dikkat çekici farklı bir uygulama olarak Iasos Batı Limanı’nın batı dalgakıranı doğu dalgakıranı ile karşılıklı ve dik bir açı ile inşa edilmemiştir. Batı dalgakıran belirli bir açı ile ana karadan denize doğru uzanarak doğu dalgakıranına doğru uzatılmıştır. Topografyanın böylesi bir uygulamaya gidilmesini zorlayacak bir durumu olmamasına karşın bu uygulamanın nedeni olarak, Doğu Liman ile Batı Liman arasında var olduğu bilinen kanaldan sağlanan su sirkülasyonunun ve deşarjın daha sağlıklı işlemesine yönelik planlanmış olabileceği göz ardı edilmemelidir.
Kentin buraya kurulmuş olma nedeni kuşkusuz coğrafi konumu ve limana elverişli topografyasıdır. Iasos limanlarının tarihlendirilmesi noktasında ise Doğu Limanı’ın mimari buluntusu henüz bilinmediğinden şimdilik kent kazılarında tespit edilen ve deniz yoluyla geldiği anlaşılan buluntulardan yola çıkılarak tarih önermekten öteye gidilememektedir. Batı Limanı’nın ise yine kent kazılarında tespit edilen ve deniz yoluyla geldiği anlaşılan buluntuları ile günümüze ulaşmayı başarmış limana ait duvar, dalgakıran ve liman girişindeki kule gibi mimari kalıntılardan evreleri ve tarihlendirmesi kısmi olarak yapılabilmektedir.
Günümüze ulaşan mimari donatılara bakıldığında ise büyük oranda sualtında bulunan dalgakıranların zeminde geniş, yukarıya doğru daralan yapım tekniği ve moloz taş yığma bedenleri bölgede MÖ 4. yüzyıldan Geç Antik Çağa kadar kullanılan bir yöntemdir[51]. Dolayısıyla farklı bir tarihlendirme unsuru tespit edilmedikçe bu tür sualtı yapılarını tarihlendirmek güçtür.
Ancak Helenistik Dönem’e tarihlendirilen kent surunun bir uzantısı Batı Liman’nın doğu mendireğine kadar devam ederek liman duvarının bir bölümünü oluşturmaktadır. Dolayısıyla mimari açıdan erken evresinin olup olmadığı şimdilik anlaşılamayan limanın Helenistik Çağ’da kent suruna dâhil edilen tahkimatlı bir evresinin olduğu anlaşılmaktadır. İkinci olarak ise yine Batı Liman’nın doğu mendireği üzerinde bulunan, 1995 yılında kısmi kazısı ve restorasyonu yapılmış olan gözetleme kulesinin tarihlendirilmesi mümkün olmaktadır. İki katlı olduğu anlaşılan kulenin iç bölümünde bulunan merdivenler ile gözetleme alanı olan üst kata çıkılabilmektedir. Limanın kara ile bağlantısının, kıyı şeridinden başlayan ve kuleye bağlanan dalgakıran üzerinden sağlandığı anlaşılmaktadır. Kulenin payanda sisteminin benzerleri Kıbrıs’ta Buffavento ve Kantara kalelerinde bulunmaktadır ve MS 11. yüzyıl sonlarına tarihlendirilmektedir[52]. Ölçüleri ve duvar örgüsü bakımından ise MS 10. ve 11. yüzyıllara tarihlenen Kuşadası Pygela Limanı kulesine benzerdir. Ancak kulenin restorasyonu sırasında yapılan temizlik kazılarında açığa çıkarılan kule sarnıcının içinde MS 7. yüzyıla tarihlendirilen seramik kap parçaları tespit edilmiştir[53]. Dolayısıyla MS 10.-11. yüzyıllar arasına verilen kulenin bulunduğu alanda erken evrede de benzer bir yapı olabileceği gündeme gelmektedir.
Sonuç olarak Iasos limanlarının tarihine bakıldığında somut mimari kalıntılar limanların Helenistik Dönem’den itibaren inşa edildiklerini gösterir. Ancak kentte bulunan ve Geç Hellas II Dönemi’ne ait Minos ve Miken seramikleri[54] kente deniz yolu ile ulaşımın erken dönemlere kadar uzandığını göstermektedir. Kent kazılarında bulunan çok sayıdaki deniz ticaret amphorasından özellikle mühürlü olanlar, Iasos’un limanları sayesinde MÖ 5. yüzyıldan MS 7. yüzyıla kadar Kos, Rhodos, Knidos gibi kentler başta olmak üzere Karadeniz, İtalya, Yunanistan, Ege Adaları, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika ile yoğun bir ticari faaliyette bulunduğunu kanıtlar dolayısla bu limanların kullanım sürecinin de uzun yıllara yayıldığı anlaşılmaktadır.
EKLER