Giriş
Doğu Anadolu Bölgesi’nin Yukarı Fırat Bölümü içinde yer alan Elazığ’ın 5 km kuzeydoğusunda konumlanan Harput, barındırdığı soyut/somut kültür hazinelerini ve güzelliklerini geçmişten günümüze muhafaza ederek tarih hafızamızı ve şuurumuzu her daim zinde tutmaktadır. Yaklaşık 5 bin yıllık kesintisiz iskân izlerinin haklı sonucu olarak 2018 yılında UNESCO Geçici Dünya Miras Listesi’ne alınması Harput’un tanıtımı adına dönüm noktası olmuştur.
Harput İç Kale’de ilk arkeolojik kazılar, Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürlüğü denetiminde, Prof. Dr. Veli Sevin’in bilimsel danışmanlığında yapılmıştır. 2005-2009 yılları arasındaki kazılarda; Urartu Sarnıcı, Artuklu Sarnıcı, 5. Bölgede yer alan Orta Mahalle adasında ise konut, atölye, camii ve ticarethaneler[1] tespit edilmiştir (Çizim 1). Günümüzde de devam eden ikinci dönem kazıları, 5 yıl aradan sonra, 2014 yılında Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürlüğü denetiminde, Prof. Dr. İsmail Aytaç’ın bilimsel danışmanlığında yeniden başlatılmıştır. 2015 yılında Bakanlar Kurulu kazısı statüsüne alınan, 2018 itibariyle de Cumhurbaşkanlığı Kararlı Kazılar listesinde yer alan Harput İç Kale kazılarının başkanlığını, Fırat Üniversitesi adına Prof. Dr. İsmail Aytaç yürütmektedir.
2014 yılından bu yana, kale içinde (Resim 1) Urartu Dönemi açık hava sunak alanlarından Osmanlı Dönemi konut, atölye, ticarethaneye kadar birçok mimari yapının[2] (Çizim 2) yanı sıra; farklı dönemlerden günlük kullanıma ait çeşitli form ve tekniklerde yapılmış seramiklerle[3] , cam[4] , metal, kemik objeler[5] , bilezikler, sikkeler[6] , ok uçları, mühürler[7] , yüzükler, boncuklar ve tütün lüleleri[8] gibi farklı küçük eserler bulunmuştur. Bahsi geçen eserler arasında Harput darplı Osmanlı sikkeleri bu makalenin ana konusu oluşturmaktadır.
Mangır/mangur olarak da adlandırılan bakır sikkeler, Sultan I. Murat’tan Sultan II. Abdülhamit Dönemi’ne kadar darp edilmiştir[9] . Mangır nakışlarında ve tiplerinde en fazla çeşitlilik ise Kanûnî Sultan Süleyman zamanında görülmektedir[10]. Sayıca 40’ın üzerinde olan bu dönem darphaneleri arasında yer alan Harput darphanesinde; tavus kuşu, yaban keçisi, Mühr-ü Süleyman, saadet motif gibi bölgesel kültür özellikleri taşıyan sikkeler kesilmiştir. Yukarıda geçen ve bilinen tiplerin yanı sıra, Harput İç Kale kazıları devam ettikçe şimdiye kadar karşılaşılmayan yeni tip Harput darplı Osmanlı sikkeleri de çıkmaktadır. Katalogda yer alan 2 ve 9 numaralı örnekler bu sürecin güzel bir sonucu olarak yeni tespit edilen tipler arasına girmiştir.
Harput darplı Osmanlı sikkeleri, genellikle çeşitli müzelerde ya da koleksiyonerlerin kataloglarında yer almaktadır[11]. Ancak şimdiye kadar arkeolojik kazılarda bulunup yayınlanan Harput darplı Osmanlı sikkeleri olmamıştır. Harput İç Kale’de arkeolojik kazılar neticesinde çıkarılan örnek sikkeler ve yeni tipler ilk kez bu makalede bilim dünyasına sunulmaktadır. İç kale kazılarında Harput darplı Osmanlı sikkelerinin yanı sıra, Amid, Halep, Konstantiniyye (bir örnekte İslambol) ve Mısır darphanelerinde bastırılan sikkeler de bulunmuştur.
Makalede, Harput darphanesinde hangi devletlerin sikke bastığına dair bilgiler bir araya getirilerek ilk kez ayrıntılı açıklanmış, sikkeler ölçeğinde yeni bulgular derlenmiş ve yorumlanmıştır. Ayrıca çeşitli kataloglarda yer alan ve 920/1514 Harput darplı olduğu iddia edilen Osmanlı sikkesi üzerinden hareketle, Harput’un fetih tarihi sorunu üzerinde de durularak konunun netliğe kavuşturulması amaçlanmıştır.
1. Harput Darphanesi
Harput’ta ilk sikke darbı, Sophane Kralı I. Arsames zamanına kadar götürülse de[12], böyle bir bilgiyi netleştirecek nümismatik veri henüz bulunmamaktadır. Mevcut sikkeler ölçeğinden bakıldığında ise, Harput’ta ilk darphaneyi kuran ve sikke bastıran Harput Artukluları’dır.
Çubukoğulları’nın, Harput’u 1085 yılında Bizanslılardan almasıyla başlayan bölgenin Türkleşme sürecinde sikke darbı yapılmamıştır. Henüz fethedilen yerde ekonomik atılımın geri planda kaldığı; önceliğin güvenlik, imar ve iskân olduğu tahmin edilebilir. Harput’taki Artuklu yönetiminin ilk idarecisi olan Belek Gazi Dönemi’ne ait tek sikke örneği ise Halep darplıdır[13]. Harput’ta arkeolojik kazılar devam ettikçe Belek Gazi sikkelerinin de bulunacağı inancını taşımaktayız.
Harput darplı ilk sikke örnekleri Harput Artukluları’nın kurucusu, ilk hükümdarı İmâdeddîn Ebû Bekir dönemine (581-600/1185-1203) aittir[14]. Selâhaddîn Eyyûbî, 1185 yılındaki Musul seferi için Nûreddîn Muhammed’in kendisine yardım etmesini istemiştir. Muhammed, yardım teklifini kabul etmiş; ancak hasta olduğu için kardeşi İmâmeddîn Ebû Bekir’i göndermiştir[15]. Ebû Bekir, Musul kuşatmasındayken ağabeyi Muhammed’in ölüm haberi ulaşınca, Selâhaddîn Eyyûbi’den izin alarak tahtı ele geçirmek maksadıyla Hısn-ı Keyfa’ya doğru hareket etmiştir. Bu esnada, yeğeni II. Sökmen, kendisinden önce davranarak tahtı ele geçirmiştir. Ebû Bekir de Hısn-ı Keyfa-Amid Artukluları’na[16] bağlı olan Harput’u 1185’te yönetimine alarak burada yaklaşık 49 yıl devam edecek olan Harput Artukluları’nı kurmuştur[17]. Harput’taki ilk sikkesi 582/1186, son sikkesi ise 599/1202 tarihlidir. Darp edilen paraların hepsi bakırdır. Harput Artukluları hükümdarlarından sadece İmâdeddîn Ebû Bekir zamanında sikke darbı yapıldığı tahmin edilmektedir[18].
Artukluların ardından Harput’a hâkim olan Anadolu Selçuklu Devleti’nin, burada sikke kesmediği bilinmektedir. Ardılı İlhanlar (İran Moğolları) ise; Gāzân Mahmud Han (694- 703/1294-1304), Olcaytu Hüdâbende Muhammed (703-716/1304-1316), Ebû Sa’id Bahadır Han (716-736/1316-1335), Muhammed Han (736-738/1335-1337), Sâtî Beg Hatun (738- 741/1337-1340) ve Süleyman Han (741-747/1340-1346) dönemlerinde sikke darbı yapmışlardır[19]. Gāzân Mahmud’un 701/1302 yılında darp ettirdiği bakır sikke hariç, adı geçen hükümdarların Harput’ta basılan tüm sikkeleri gümüştür. Buradan hareketle, İlhanlar Dönemi Harput darphanesinde ilk sikke 696/1296 yılında Gāzân Mahmud zamanında basılırken son sikke ise Süleyman Han zamanına aittir, denilebilir. Bununla beraber Süleyman Han dönemi sikkenin darp yılı tam olarak belli değildir[20].
Harput’la ilgili kaynaklarda anlatılmasa da, Eretna Beyliği’nin Harput hâkimiyetini burada darp ettirdiği sikkelerden öğrenmekteyiz[21]. Bu dönemde Gıyaseddîn Muhammed’in (753- 767/1352-1365) ve ardılı Alaeddîn’in (767-782/1365-1380) Harput darplı gümüş sikkeleri mevcuttur[22]. Beyliğin Harput’u ne zaman ele geçirdiği net olmasa da[23]; Yinanç’a[24] göre, Gıyaseddîn Muhammet Bey 1364 yılında Dulgadıroğulları’na yenilerek bölgeyi terk etmiştir. Ancak, kendisinden sonra gelen Alaeddîn’in 768/1366 tarihli Harput darplı sikkesi olduğuna göre Eretnalıların Harput’u kaybettikleri tarih, kanaatimizce 1366’dan sonraki bir yıl olmalıdır. Şunu da belirtmek gerekir ki, aynı dönemlerde Timurlu Devleti’nin de Harput darplı sikkesi[25] olduğu iddia edilmiş; ancak sikkenin hangi hükümdar döneminde kesildiği net olmamakla birlikte bu bilgi teyit edilmeye muhtaçtır.
Dulgadıroğulları’nın Harput’u ele geçirmesiyle başlayan ve 1465 yılına kadar[26] devam eden Memlûk-Dulgadır mücadelesinde bölgenin her iki devlet adına sık el değiştirmesiyle oluşan otorite boşluğu, Harput adına siyasi ve ekonomik anlamda olumsuz bir tablo sunmuştur. Dolayısıyla bu dönemlerde Harput’ta sikke darbı yapılmadığı tahmin edilmektedir.
Eylül 1465’te Uzun Hasan (Hasan Bahadır), Harput’u Dulgadırlı Beyi Melik Aslan’dan alıp Akkoyunlulara kazandırmıştır[27]. Eretnalılardan bu yana, 100 yılı aşkın süredir sikke darbı olmayan Harput darphanesinde artık Uzun Hasan adına basılan tarihsiz gümüş sikkeler görülmeye başlamıştır[28]. Kendisinden sonra sırasıyla Akkoyunlu Devleti yönetimine gelen Yakub ve Baysungur Beylerin Harput darplı sikkesine rastlanmazken torunu Rüstem’in burada 902/1496 tarihli sikkesi mevcuttur[29]. Rüstem’den sonraki Akkoyunlu hükümetinde Harput darplı sikke görünmemektedir.
913/1507 yılında Harput’u Akkoyunlulardan alan Safevî Devleti, kısa süren idaresine rağmen Şah İsmail zamanında (907-930/1501-1523) buradaki darphanede ilk altın sikke darbı yapılmıştır[30]. Söz konusu sikkenin tarihi yoktur. Ancak, Safevîler’in Harput egemenliği 1507-1516 yıllarına denk geldiği hesaba katılırsa sikkenin bu tarihler arasında kesildiği söylenebilir.
Çaldıran Savaşı’yla (920/1514) beraber Doğu Anadolu’nun kapıları Osmanlı İmparatorluğu’na açılmıştır. Dolayısıyla, yeni fethedilen bazı şehirlerde ya yeni darphaneler kurulmuş ya da hazır olanı kullanılmıştır. Mevcut darphanelerin kullanıldığı yerlerden biri de Harput darphanesidir. Burada, Yavuz Sultan Selim zamanında (918-926/1512-1520) basılmış 920/1514 tarihli olduğu iddia edilen[31] akçenin yanı sıra darp yılı olmayan, ancak üzerinde padişahın cülus yılı[32] (918/1512) bulunan altın[33], gümüş ve bakır sikkeler (mangır) de mevcuttur. Yavuz padişahtan sonra Harput’ta altın sikke darbı olmamıştır. Ayrıca, 918 yerine hatalı basım olarak 917/1511 yazılan akçe örnekleri de dikkati çekmektedir[34]. Yavuz Sultan Selim Dönemi’nin Harput darplı son sikkesi ise 925/1519 tarihlidir[35].
Diğer darphaneler gibi Harput darphanesi de iltizam usulüyle işletilmekteydi. Osmanlı’nın Harput’u ele geçirmesinden birkaç yıl sonra bile, mesela 924/1518 yılı defterlerinde darphane mukataasına yer verilmemiş olmasına rağmen[36] Harput darphanesinde sikke basılmaya devam etmekteydi.
Kanunî Sultan Süleyman’ın (926-974-1520-1566) Harput darplı akçe ve mangırlarında genellikle cülus yılı olan 926 tarihi bulunmaktadır. Nadir de olsa darp yılının yer aldığı örnekler de mevcuttur[37]. Harput’ta bu dönemde basılan mangır sayısı ve çeşidi Yavuz Sultan Selim dönemine oranla daha fazladır. Çeşitliliğe ve sayıca fazlalığa rağmen Harput darphanesinin Kanûnî zamanında kapatıldığı tahmin edilmektedir. Zira 929/1523 tahrir defterinde Harput darphane mukataasının geliri 60.000 akçe olarak geçmekteyken 1566 tarihli defterde ise darphane mukataasına yer verilmediği görülmektedir[38]. Gerek Harput’ta gerçekleştirilen arkeolojik kazı çalışmalarında gerek müzelerde veya koleksiyoncularda Kanûnî’den sonra darp edilmiş Harput sikkesi bulunmamıştır. Ancak ilerleyen süreçte yapılacak kazılarda, Kanûnî sonrası sikke ele geçerse bu bilgi değişebilir ya da incelenecek arşiv belgeleri arasından Harput darphanesinin ne zaman kapatıldığı tespit edilebilir.
Basit planlı inşa edildiği tahmin edilen darphanenin, iç kalede bir yerde ya da Artuklu Sarayı (Resim 2) olarak bilinen yapının içinde olduğu tahmin edilmektedir[39] (Çizim 3). Ancak yapının basit planlı olduğuna dair arkeolojik veri henüz yoktur. Ayrıca, darphanenin kale içinde gelişigüzel güzergâhta ve herkesin girebileceği bir yerde olamayacağını; öneminden ve devlet kontrolünde bulunmasından dolayı, iki katlı Artuklu Sarayı içinde bir mekânın bu amaç için kullanılmış olabileceğini düşünebiliriz. Ne yazık ki yıkılma tehlikesi nedeniyle saray kalıntısının içinde arkeolojik kazı yapılamamaktadır. Burada sadece mazgallı eyvan ve erken dönem izleri taşıyan alt kademe duvar dokusunun bir kısmı açığa çıkarılmıştır. İç kalede daha evvel kazısı yapılan alanlarda; demirci atölyeleri, metal cüruf ve potalar bulunmasına rağmen, darphane olarak kullanılmış olan bir mekânın varlığı şimdilik netleşmemiştir.
2. Harput’un Fetih Tarihi Sorunu ve 925/1519 Tarihli Harput Sikkesinin Yanlış Okunma İhtimali
Harput’un Osmanlı Devleti tarafından tam olarak ne zaman fethedildiği hususunda farklı yıllar nakledilmektedir. Harput araştırmacılarına bakıldığında; İshak Sunguroğlu[40], Nurettin Ardıçoğlu[41], Ertuğrul Danık[42] gibi yazarlar, Harput’un fetih tarihini 921/1515 olarak vermişlerdir. Mehmet Ali Ünal[43] ise konuyu, Feridun Ahmet Bey’in (ö. 991/1583) Sultan III. Murad’a (982-1003/1574-1595) takdim ettiği[44] Münşeâtü’s Selâtîn adlı eserine dayandırarak 922/1516 olarak zikretmiştir. Feridun Bey[45], Harput’un fethini 922 yılı olayları arasında göstererek: … Divan oldi Harput fetholunduğu başartı (müjdesi) geldi demiştir. Haydar Çelebi[46] de, Ruz-nâmesi’nde aynı tarihi zikrederek benzer bilgiler aktarmıştır.
Solakzâde Tarihi’nde[47], Harput’un yıl verilmeden Kemah hâkimi Karaçinoğlu Ahmed Bey ve Karaman Beylerbeyi Hüsrev Paşa tarafından üç gün içinde fethedildiği anlatılmaktadır. Eserde, Harput’un ilhakı için tarih verilmese de Eylül 1515’te Diyarbakır fethinden sonra, yani 1516 yılında gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Hoca Sâdeddîn[48] ise, Çerkes Hüseyin Bey tarafından Harput ve çevresinin önceden alındığını; ancak kalenin hâlâ ele geçirilmediğini dile getirdikten sonra, Kemah hâkimi Karaçinoğlu Ahmed Bey’le birlikte üç gün süren muhasara nihayetinde kalenin fethedildiğini yazmıştır. Kitapta, Eylül 1515’te Diyarbakır’ın fethedildiği anlatılmakta[49], ilerleyen bölümlerde ise Harput kalesinin fethi için “ilkyaz günlerinde”[50] tabiri kullanılmaktadır. Buradan da sonraki yılın yani, 1516 baharının kastedildiği anlaşılmaktadır.
Harput’un fetih tarihinden bahseden ilk kaynak ise Yavuz Sultan Selim’in Doğu Anadolu’daki faaliyetlerinde danışmanı olan İdrîs-i Bidlîsî’nin[51] Selim Şah-nâme’sidir. Bidlîsî, dönemin bizzat tanığı olmuş, Harput’un ve diğer bölgelerin Osmanlı hâkimiyetine girmesinde katkıda bulunmuştur[52]. Selim Şah-nâme’de[53] Harput’un fethi, 1516 yılı olayları içinde anlatılmıştır. Bu ana eserde Harput’un önceden alındığı; ancak kalenin henüz fethedilmediği, bahar ayı başlarında üç gün süren muhasara sonucunda ele geçtiği aktarılmaktadır. Hatta bu fethin çeşitli fetihlerin anahtarı olduğu zikredilmiştir. Benzer bilgileri paylaşan Hoca Sâdeddîn’in, İdrîs-i Bidlîsî’den iktibas yaptığı anlaşılmaktadır.
Araştırmacıların dikkatini çekmeyen ancak kafa karıştırıcı bir diğer sorun ise, 1516’da fethedilen Harput’ta, iki yıl öncesinde yani 1514 yılında Osmanlı akçesinin darp edildiği iddiasıdır[54]. Böylesi bir durum da, fetih tarihi olan 1516 yılını ilk bakışta şüphede bırakmaktadır. Hoca Sâdeddîn’in ve İdris-i Bidlîsî’nin de belirttikleri gibi, “Harput ve çevresi önceden fethedilmişti”[55] cümlesinden yola çıkarsak, evvelce fethedilen yerler sikkenin tarihiyle doğrusal olarak 1514 yılına denk düşebilir, şeklinde bir düşünce akla gelebilir. Bu bilgiyi doğru varsayarsak demek oluyor ki Harput ve çevresi 1514, Harput Kalesi ise 1516 yılında ele geçmiş gibi görünüyor. Üstelik 1514 tarihli Harput sikkesinden hareketle, darphanenin kale dışında bir yerde olduğu fkri de doğmaktadır. Ancak, Harput çevresinin fethi ile kalenin fethi arasında iki yıl gibi uzun bir zaman dilimi olması ihtimal dışıdır. Çünkü 1515’te alınan Diyarbakır tarafına gidiş geliş zor olduğu için Harput fethedilmiştir[56]. Dolayısıyla, Harput ve çevresinin alınışı 1515’ten önce olmaması gerekir. Ayrıca, 1514 kışında Harput, Mardin, Hısn-Keyfa gibi yerlerdeki Safevî askerlerinin birleşerek, halkının Osmanlı’ya biat ettiği[57] Diyarbakır’ı kuşatmaya gelmesi de[58] Harput’un o yıl Safevîlerin elinde olduğunu göstermektedir. Bu bilgiler, Harput çevresi ile kalesinin fetih dönemleri arasında kısa bir zaman olduğuna işaret etmektedir. Netice itibarıyla Harput’un çevresi 1515 sonlarında, kale ise 1516 baharında fethedilmiştir, denilebilir. Yani Harput’un tamamının Osmanlı eline geçmesi 1516 yılını bulmuştur.
Yukarıdaki bilgilerden hareketle, ana kaynaklar Harput’un fethini 922/1516 olarak söylediği halde, 920/1514 yılında Harput’ta kesildiği iddia edilen akçe üzerindeki darp yılının hatalı okunduğunu düşünmekteyiz. Sikke üzerindeki yazılar, darp esnasında tam merkezlenemediği için 925/٩٢٥ tarihinin son rakamı olan 5/ ٥ sayısının sadece üst kısmı görülmüş ve nümismatlar tarafından muhtemelen 0/٠ şeklinde okunarak 920/٠ ٩٢ tarihli olarak kayıtlara geçmiştir. Sikke darbının düzgün yapılmaması sonucunda sıfır ve beş rakamı birbirine karıştırılmıştır. Buradan da anlaşılacağı gibi sikkenin darp yılı 920 değil, 925 olmalıdır. Nitekim aynı sikkenin 925 yılında darp edildiğine dair örneği de mevcuttur[59]. Yukarıda da geçtiği gibi Osmanlı Devleti, 1514 yılında ne Harput çevresine ne kalesine egemendi. Bu nedenle, henüz Safevîlerin elinde olan bu yerde sikke darbı yapılamayacağı aşikârdır.
Tüm bunlarla beraber Harput darphanesinde, Yavuz Sultan Selim’in cülus yılı olan 918/٩١٨ yerine hatalı basım olarak 917/٩١٧ yazılan sikkeler de mevcuttur[60]. Osmanlı sikkelerinin bu tip hatalı örnekleri sadece Harput darphanesinde görülmemektedir. Amid, Bitlis, Hısn, Ruha gibi farklı darphanelerde de hem cülus yılı hem darp yılı hatası olan sikke örnekleri[61] mevcuttur. Bu örneklerden yola çıkılarak; sikke üzerinde hatalı şekilde 920 yazsaydı bile bu tarihi, dönem içindeki fetih kronolojisine ve tarihçeye uygun düşecek şekilde 925 yılı olarak değerlendirmek gerekecekti.
Sonuç
2014 yılından bu yana devam eden ikinci etap Harput İç Kale kazılarında şimdiye kadar net olarak tarihlendirilen 89 adet Osmanlı sikkesi bulunmuştur. Bunların Mısır darplı olanları gümüş, diğerleri de bakırdır. Ele geçen sikkelerden kesim yeri okunanlar arasında Amid, Halep, Mısır, Konstantiniyye (bir örneğinde İslambol) darphaneleri vardır. Makaleye konu olan sikkelerden 9 tanesi ise Harput darplıdır. Bunlardan 1 tanesi (Kat. No.: 1) Yavuz Sultan Selim, 7 tanesi de (Kat. No.: 2-8) Kanûnî Sultan Süleyman dönemlerine tarihlendirilmiştir. 1 adet sikkenin de (Kat. No.: 9) I. Selim ya da Kanûnî’ye ait olduğu düşünülmektedir. Tarihlendirilen sikkeler arasında yeni tip olduğu tahmin edilen ve ilk kez yayınlanan iki sikke vardır (Kat. No.: 2 ve 9). İncelenen eserlere bakıldığında darp yılının bazı rakamları silik de olsa tarih veren sikkeler mevcuttur (Kat. No: 2-6). Şah unvanının okunduğu örnekler (Kat. No.: 5, 7 ve 8) de görülmektedir. Yalnızca 1 sikkede (Kat. No: 1) hükümdar adı okunmaktadır.
Harput darplı Osmanlı mangırlarının sayısal azlığına rağmen Kanûnî sikkelerinin Yavuz devrine oranla yoğun olduğu görülmektedir. Bunda da, Yavuz’un Harput’un fethinden sonra sadece 4 yıl tahtta kalması, oğlu Kanûnî’nin ise 46 yıl gibi uzun bir süre hükümdar olması çok ve çeşitli sikke darbı yapılmasında etkili olmuştur.
Harput darphanesi bahsinde nümismatik verilerden hareketle; İlhanların, Süleyman I zamanına kadar Harput’ta sikke darbı yaptıkları, Harput tarihinde adı geçmese de Eretnalıların burada egemenlik kurup sikke kestiği, ilk altın sikkenin bilinenin aksine Yavuz Sultan Selim döneminde olmayıp Şah İsmail zamanında basıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca, çeşitli kataloglarda yer alan 920/1514 Harput sikkesinde okuma hatası olduğu; üzerindeki 925/1519 tarihi, yazıların merkezlenememesi nedeniyle, 0/٠ ve 5/٥ rakamları birbirine karıştırılarak 920 olarak okunduğu görülmüştür. Dolayısıyla 921/1515 kışında başlayan Harput fethinin 922/1516 baharında kalenin de alınmasıyla tamamlandığı, bu nedenle de 1516 tarihinden önce burada Osmanlı sikkesi darbının mümkün olmadığı tespit edilmiştir. Böylece hem net bir fetih (1516) tarihi ortaya çıkarılmış hem de söz konusu sikkenin daha önce yanlış okunduğu kanaatine varılmıştır.
KATALOG**
EKLER