Mithradates-Roma Savaşları: Ordular, Askerî Teknolojiler ve Sonuçlar
VI. Mithradates Eupator Dionysos’un yaklaşık 70 yıl süren hayatına, annesinin neden olduğu ölüm korkusu içinde geçen bir çocukluk[1] , komşu krallıklarla yaşanılan sayısız siyasi kriz ve dönemin en büyük emperyal gücü Roma’ya karşı yapılan üç büyük savaş sığmıştır. Çocukluk yıllarında annesi Laodike ile yaşadığı sorunlardan etkilenmesine rağmen, iyi bir asker ve gerektiğinde çok keskin kararlar alabilen sağlam karakterli bir lider ortaya çıkmıştır. VI. Mithradates, hükümdarlığının ilk yıllarında Karadeniz’in kuzeyine seferler düzenleyerek buradaki savaşçı atlı-göçebe kabilelere karşı üstünlük kurmuş[2] ve onlarla ittifaklar yaparak ordusu için paralı asker kaynağı sağlamıştır. Anadolu’da ise batıda Paphlagonia’dan, doğuda Kolkhis ve Armenia Minor’a kadar sınırlarını genişletmiştir[3] . Bu adımları atarken herhangi bir siyasi engelle karşılaşmamasında, Roma’nın ve Anadolu’daki diğer Helenistik krallıkların kendi meseleleriyle meşgul olmaları önemli bir etkendir[4] . Ardından Roma’nın yayılmacı politikalarına karşı çıkarak Anadolu egemenliğini sağlamak için gerekli olan askerî adımları atmaya başlamıştır.
Bu hedef doğrultusunda öncelikle ordusunu güçlendirmiştir. Zira disiplinli ve savaş konusunda oldukça tecrübeli olan Roma ordusuna karşı koyabilmenin tek yolu en az onun kadar sağlam temelli bir ordu oluşturmaktan geçmektedir. Pontos ordusunun yapılanması köken olarak Makedon phalanks düzenine dayanmaktadır[5] . Phalanks birlikleri yanaşık düzende ve göğüs göğüse çarpışma esasına göre tertip edilmiştir[6] . Makedon phalanks düzeninin savaş meydanlarındaki etkisini artıran unsur, sarissa adıyla bilinen ve normal bir mızrağa göre çok daha uzun olan silahlardır[7] . Bu silahla birlikte kısa bir kılıç ve kola takılarak kullanılan yuvarlak biçimli küçük bir kalkan taşıyan phalanks birlikleri savaş tarihinin en ölümcül ordularından birini oluşturmuştur[8] . Savaş meydanında Makedon phalankslarının ilk beş sırası sarissalarını yaklaşan düşman birliklerine karşı öne doğru uzatarak ileriden bakıldığında “uzun kaktüs dikenlerini” anımsatan aşılması güç bir hat oluşturmuştur[9] . Bu ölümcül hattı delip geçebilmek için her şeyden önce sağlam bir cesarete, sonrasında ise iyi bir askerî stratejiye ihtiyaç olduğu çok açıktır. Pontos ordusunun yenilmez olarak görülen ve ok atmada uzman olan hafif silahlı İskit savaşçılarını defalarca dize getirebilmesini sağlayan ana etken de phalanks düzenine dayanan bu askerî strateji olmalıdır[10].
VI. Mithradates, Pontos phalankslarının savaş meydanlarındaki bu ölümcül etkisine karşın Roma legiolarını mağlup etmede tek başlarına yeterli olamayacaklarını henüz savaş başlamadan hesaba katmıştır. Bu nedenle daha önce yenilgiye uğrattığı İskit ve Sarmat gibi savaşçı atlı-göçebe kabilelerden oluşan paralı askerlerle ordusunu takviye etmiştir[11]. Okçuluklarıyla ünlü bu atlı savaşçılar, ağır silahlı piyadelerden oluşan phalanksların yanında yeni bir güç olarak tertip edilerek ordunun manevra kabiliyeti artırılmıştır. Kralın savaş başlamadan önce iyi ilişkiler kurduğu ve gerektiğinde paralı asker sağladığı Giritliler ve Parthlar[12] da ok kullanmayı iyi bilen halklardır. Kral ayrıca Roma ordusundan kaçan, Lucius Cornelius Sulla diktatörlüğüne muhalif askerleri de kendi ordusuna katarak önemli bir hamle daha yapmıştır[13]. Aldıkları iyi askerî eğitimle hem phalanks birliklerine hem de paralı yardımcı birliklere örnek olan bu Romalı muhalif askerlerle birlikte Pontos’un kara ordusunun yapılanması genel olarak tamamlanmıştır. Pontos ordusu savaş meydanında ana gövdesini phalanksların oluşturduğu piyadeler, atlı-göçebe kabilelerden oluşan süvariler ve tırpanlı savaş arabaları olmak üzere üç farklı kıta hâlinde dizilmiştir[14].
Kara ordusunu düzenledikten sonra denizlerde de güçlü bir donanmaya sahip olabilmek için harekete geçen VI. Mithradates, özellikle Kolkhis coğrafyasındaki ormanlardan elde ettiği ham maddelerle tam donanımlı ve güverteli yüzlerce gemiden oluşan büyük bir filo kurmuştur[15]. Ayrıca Pontos Kralı, mühimmatlarını ağır oklar ve taş güllelerin oluşturduğu fırlatma sistemleri, sambykē (sambuca) adıyla bilinen merdivenli kuşatma köprüleri, kuşatma kuleleri ve koçbaşları gibi savaş araç gereçlerinin yapımı için iki tecrübeli askerî mühendis Nikonides ile Kallimakhos’u görevlendirmiştir[16].
Diğer tarafta Roma ordusunun yapılanmasına bakacak olursak, Gaius Marius’un MÖ 104 yılındaki reformuyla birçok yönden değiştirilerek 4.800 askerden oluşan bir legio, her biri 480 askerden oluşan 10 cohorsa bölünmüştür[17]. Son derece düzenli bir şekilde tertip edilmiş legiolar içinde iyi eğitim ve disiplin almış askerlerle birlikte askerî açıdan yetenekli birçok subaya görev verilmiştir. Marius’un reformu askerlerin kullandıkları savaş araç gereçlerine de bir standart getirmiştir. MÖ 1. yüzyılda her bir legionarius; cirit gibi elle fırlatılarak kullanılan yaklaşık 2 m uzunluğundaki piyade silahı pilum, iki tarafı keskin kısa bir kılıç türü olan gladius, pugio olarak adlandırılan bir kama, oval biçimli ve dışbükey kavisli kalkan scutum, göğüs zırhı lorica ve Coolus tipi olarak adlandırılan yanaklıklı bronz bir miğferle donatılmıştır[18].
Silah olarak bir tutam cirit taşıyan hafif piyade birlikleri velites (tek. veles) [19] Marius’un reformuyla birlikte kaldırılmıştır[20]. Ancak cirit kullanımı yardımcı birlikler aracılığıyla devam etmiştir. MÖ 88 yılına gelindiğinde Roma ordusunun çatısını legio birlikleri ve auxiliarii olarak adlandırılan yardımcı birlikler oluşturmuştur[21]. Caesar’ın Gallia Savaşı’yla (MÖ 58-51) ilgili notlarına göre Roma yurttaşı olmayan hafif silahlı piyadeleri kapsayan auxiliariide Numidialı okçu ve ciritçiler, Giritli okçular ve Balearlı sapancılar görev yapmıştır[22]. Okçu ihtiyacının karşılandığı bir diğer bölge ise Parth coğrafyası olmuştur[23]. Reformla kaldırılan ikinci birlik ise süvarilerden oluşan equitestir[24]. Roma yurttaşlarından oluşan equitesin kaldırılmasıyla ortaya çıkan boşluk da yine yabancı müttefikler yoluyla sağlanan atlı birliklerle kapatılmıştır[25]. Tüm bu bilgilerden yola çıkarak Mithradates-Roma savaşları sırasında Roma ordusunun genel yapılanmasının ağır piyade birliği legio ile hafif piyade ve süvari birliklerini kapsayan auxiliariiden oluştuğunu söylemek mümkündür.
Romalılar; ok ve taş gülle fırlatan sistemler (catapulta, scorpio ve ballistalar)[26], kuşatma köprüsü sambykēler, düşman atışlarından korunmaya yarayan hareketli kuşatma sığınağı vinealar, kuşatma kuleleri, aries olarak adlandırılan koçbaşları ve kuşatma rampaları gibi askerî mühendislik ürünlerinde de önemli bir tecrübeye sahiptir. Caesar bu tip savaş teknolojilerini Gallia Savaşı sırasında etkili bir şekilde kullanmıştır[27]. Dolayısıyla Romalıların VI. Mithradates’e karşı gerçekleştirilen savaşlarda da düzenli legio birliklerinin tecrübesine ve askerî mühendislik konusundaki başarılarına son derece güvenmiş olduklarını söylemek yanlış olmaz. Ayrıca Pontos donanmasından çok daha önce yapılanmasını tamamlamış ve MÖ 256 yılındaki Ecnomus Muharebesi gibi deniz savaşlarıyla deneyim kazanmış güçlü bir donanmaya sahiptiler[28].
Birinci Mithradates-Roma Savaşı’nın (MÖ 89-85) ilk yarısında Romalılar, düzenli legio birlikleri yerine Kappadokia, Bithynia, Paphlagonia ve Galatia gibi müttefiklerden toplanan askerlerle veya direkt müttefiklerini öne süren bir stratejiyle savaşma yolunu seçmiştir[29]. Fakat bu strateji işe yaramadığı gibi Anadolu, Ege Adaları ve hatta Hellas’ın büyük bir bölümü Pontos hâkimiyeti altına girmiştir[30]. VI. Mithradates’in bu başarılarında sadece savaşlar değil, onun acımasız karakterini ortaya çıkaran uygulamaları da etkili olmuştur. Kral, Roma emperyalizmine karşı yürüttüğü politikalarında Provincia Asia’nın MÖ 129 yılında kurulmasıyla birlikte Batı Anadolu’ya gelip yerleşen Roma ve İtalik kökenli nüfusu büyük bir tehdit olarak görmüştür[31]. Bu tehdidi ortadan kaldırmak için seçtiği çözüm yolu ise tarihe “Ephesos Akşamı veya Katliamı” (MÖ 88) olarak geçen olaydır. Ephesos ve Pergamon gibi kentlerde yaşayan 80.000-150.000 arasındaki bir nüfus cinsiyet ve yaş grubu ayrımı yapılmaksızın aynı gecede öldürülmüştür[32].
Roma’nın VI. Mithradates Eupator’u ciddiye alması gerektiğini anlamasıyla birlikte savaşın seyri de değişmeye başlamıştır. Bu noktadan sonra artık düzenli ve disiplinli legio birliklerini kullanmaya karar veren Roma, Lucius Cornelius Sulla komutasındaki ordusuyla MÖ 86 yılındaki Khaironeia ve Orkhomenos muharebelerinde Pontos ordusunu bozguna uğratmayı başarmıştır[33]. Art arda gelen yenilgiler VI. Mithradates’in Sulla ile MÖ 85 yılında Dardanos Antlaşması’nı yapmasına ve özellikle Batı Anadolu’daki Pontos hâkimiyetinin son bulmasına yol açmıştır[34]. Antlaşma şartları sorunsuz bir şekilde devam ederken Sulla’nın Anadolu’da bıraktığı komutanlarından Lucius Licinius Murena’nın sınır ihlali yaparak Pontos topraklarına girmesi ve bir takım yağma hareketlerine girişmesi üzerine İkinci Mithradates-Roma Savaşı (MÖ 83-81) patlak vermiştir[35]. VI. Mithradates kısa süren bu savaşta Roma ordusuna karşı kesin bir zafer kazanmış, Murena ise Phrygia’ya kaçmıştır[36].
İkinci savaştan yaklaşık yedi yıl sonra Bithynia kralı IV. Nikomedes’in ölümü ve ülkesini miras yoluyla Roma’ya bırakması sonrasında, oğlu olduğunu iddia eden bir kişi harekete geçerek babasının vasiyetine itiraz etmiş ve sonuç alamayınca da VI. Mithradates’in yardımını istemiştir[37]. Aynı zamanda bu olay, zaten yaklaşmakta olan üçüncü ve en uzun süreli Mithradates-Roma Savaşı’na (MÖ 74-63) doğru giden süreci de hızlandırmıştır. Zira Roma’nın Bithynia topraklarına sahip olması demek, aynı zamanda Pontos’la komşu olacağı anlamına geliyordu[38]. Üçüncü Mithradates-Roma Savaşı’nın en önemli özelliği çoğunlukla Pontos sınırları içinde gerçekleşen muharebelerden oluşmasıdır. Bu muharebelerde Roma ordusunu komuta etme görevi ilk önce Lucius Licinius Lucullus tarafından yürütülmüş, savaşın sonlarında ise söz konusu görev Roma Senatosu kararıyla Gnaeus Pompeius Magnus’a verilmiştir[39]. Lucullus tarafından gerçekleştirilen ilk Pontos istilasında (MÖ 72-70)[40] birçok Pontos kalesi ele geçirilmiş, Pharnakeia (Giresun) gibi tahkimatlı kentler düşmüş ve Kurul Kalesi’nin de içinde bulunduğu bölgede ikamet eden Tibaranoi (Tibarenoi) ile Khalybes kavimlerine boyun eğdirilmiştir[41]. Bu istilanın ardından Lucullus, VI. Mithradates’i yakalamak için MÖ 69-68 yıllarında Armenia üzerine büyük bir sefer düzenlemiş, fakat başarısız olan bu sefer sonucunda Pontos kralı MÖ 67 yılında kaybettiği topraklarını ve kalelerini geri alarak ülkesine yeniden hâkim olmuştur[42]. VI. Mithradates savaşın ilk yarısında ordusunu Roma legiolarının kullandıkları silahlarla donatmasına karşın muharebelerde başarı sağlanamayınca bu uygulamadan vazgeçerek Lucullus’un Armenia seferinden itibaren geleneksel silahlara geri dönmüştür[43]. Lucullus’un başarısızlığı sonrasında onun yerine göreve atanan Pompeius’un komuta ettiği Roma ordusu MÖ 66 yılında Pontos’u bir kez daha istila ederek MÖ 65/64 yıllarında VI. Mithradates’in kalelerini yeniden ele geçirmiş ve bunları kullanılamaz duruma getirerek sarnıçlarını taşla doldurmuştur[44]. Pontos’un efsanevi kralı, Pompeius’a karşısında aldığı yenilgiler sonrası Kimmeria Bosporosu’nun (Kırım’ın doğusundaki Kerç Boğazı) batı kıyısındaki Pantikapaion kentine çekilmiş, fakat öz oğlu Pharnakes’in ihaneti karşısında koruması Bituitos’tan yardım isteyerek MÖ 63 yılında yaşamına son verdirmiştir[45].
Kurul Kalesi’nde Roma İstilasının İzleri ve Ele Geçen Roma Özellikli Silahlar
Ordu il merkezine çok yakın bir konumdaki Kurul Kalesi, VI. Mithradates’in Roma’ya karşı Orta ve Doğu Karadeniz coğrafyalarında inşa ettirdiği 75 kaleden[46] (phrourion) biridir[47]. Yerleşmede 2010 yılından beri sürdürülen arkeolojik kazılarda, yukarıda değinilen Pontos coğrafyasındaki iki büyük Roma istilasına kanıt oluşturabilecek çeşitli bulgulara ulaşılmıştır. Bu bulguları, mimari veriler ve silahlar olmak üzere iki ayrı bölüm hâlinde değerlendirmek mümkündür.
Mimari verilerden ilki, yerleşmeyi oluşturan mekânların bazı duvarlarında görülen iki farklı uygulama tekniğidir[48]. Duvarların taş bedenlerinde en altta oldukça düzgün kesilmiş küçük boyutlu taşlardan oluşan bir düzenleme göze çarpmaktadır. Normalde sonraki evrede bu inşa tekniğinin daha da geliştirilmesi beklenirken âdeta gelişigüzel yontulmuş iri taşlardan oluşan bir önceki evreden daha kaba bir duvar işçiliğiyle karşılaşılmaktadır[49] (Res. 1). Bu durumun bütün duvarlarda görülmemesi alelacele yapılmış kısmi bir onarım evresine işaret etmektedir. Kalenin onarım geçirmesine neden olan olayın Lucullus’un MÖ 72-70 yılları arasındaki ilk Pontos istilasıyla ilişkili olması kuvvetle muhtemeldir[50]. Bir diğer değişle istila sırasında tahribata uğrayan duvarların savaşın devam ettiği de hesaba katılırsa özensiz ve hızlı bir şekilde onarıldığını söylemek mümkündür. Bu noktadaki en önemli soru kalenin onarılmasını sağlayanların kimler olduğudur. Söz konusu sorunun yanıtı için en güçlü aday VI. Mithradates’in kendisidir[51]. Çünkü Pontos Kralı’nın Lucullus’un komuta ettiği Roma güçlerini geri püskürtmesinin ardından kaybettiği ülkesini ve kalelerini yeniden ele geçirdiği bilinmektedir[52]. Bu aşamadan sonra Lucullus’un ordusunun ve bazen de Romalıların eline geçmemesi için kralın kendisinin (veya generallerinin) neden olduğu tahribatın[53] hızlı bir şekilde giderilmiş olduğunu düşünmek mümkündür. Bir diğer olasılık ise Lucullus’un, Pontos kalelerini birer birer ele geçirip kontrolü sağladıktan sonra kendisinden ve VI. Mithradates’ten kaynaklanan tahribatı buralara yerleştirdiği Roma askerleri vasıtasıyla tamir ettirmiş olmasıdır. Fakat yabancı bir coğrafyada üstelik savaş devam ederken kalelere yerleştirilen az sayıdaki Roma birliklerinin güvenliği sağlamak yerine inşa işleriyle uğraşmış olması düşük bir olasılıktır. Muhtemelen bu yerleşmeler Romalılar tarafından kısmen yıkık bir şekilde kullanılmıştır.
Kurul Kalesi’ndeki onarım evresine işaret eden bir diğer veri, 2019 yılından itibaren kazısına başlanan İdari Yapılar Alanı’ndan (İYA) gelmektedir. Burada açığa çıkarılan bazı mekânlara eklenmiş olan eğreti duvarlar ve büyük depo alanı (Res. 2), VI. Mithradates’in Pontos’taki kontrolü yeniden sağladıktan sonra yeni Roma saldırılarına karşı kalelerini onarması, güçlendirmesi ve besin stoklamasıyla ilişkili olmalıdır.
Kurul Kalesi’ndeki son mimari evre yerleşmenin her tarafına yayılan büyük bir yangınla sonlanmıştır. Kazılar sırasında gözlemlenen toprak tabakalarındaki değişimle ilgili en dikkat çeken unsurlar, üstte çatı kiremidi enkazıyla dolu kızılımsı renkli bir toprak tabakası ile bunun altındaki kömürleşmiş ahşap çatı elemanlarını da içeren siyah renkli bir yangın tabakasının varlığıdır[54] (Res. 3/A-B). Yangın tabakasının tarihi ile ilgili en önemli buluntular, Philon atölyesinde üretilmiş bir kalıp yapımı kâse[55] ve VI. Mithradates Dönemi’ne tarihlendirilen bronz sikkeler[56] olup bu buluntulara göre Kurul Kalesi’ndeki yerleşim MÖ 65/64 yıllarında son bulmuştur. Söz konusu tarih aralığı Pompeius’un MÖ 66 yılında Pontos’u istila etmeye başladığı ve MÖ 65/64 yıllarında VI. Mithradates’in kalelerini yakıp yıktığı tarihle aynı döneme denk gelmektedir[57]. Kurul Kalesi’ndeki ele geçen silah ve mühimmatların çok büyük bir kısmının son mimari evreyle ilişkili olması ve bunların arasında da geleneksel Roma silahlarına rastlanması, yerleşmedeki büyük yangına Pompeius’un komuta ettiği Roma ordusunun neden olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Kurul Kalesi, Pontos coğrafyasında Pompeius tarafından gerçekleştirilen ikinci ve son büyük Roma istilasının ardından bir daha yerleşim görmemiştir[58]. Yerleşmeden ele geçen ve tarihleme açısından en önemli buluntu grubunu oluşturan sikkelerin baskın bir şekilde VI. Mithradates Dönemi’ne tarihlenenlerden oluşması, Roma Cumhuriyeti ile olan savaş durumu karşısında askerî harcamaların karşılanabilmesine yönelik atılan adımlara işaret etmektedir[59].
Kurul Kalesi’nde 2021 yılı itibarıyla toplam 1.170 adet silah ve mühimmat ele geçmiştir. Bunlardan sadece 29 adedi kutsal alanlara adak olarak sunulmuş buluntuları kapsamakta olup geri kalanı kalenin tamamına yayılmaktadır[60]. Silah ve mühimmatların ele geçtiği alanlara; Kybele Kapısı’nın girişi, vestibül alanı, ana savunma duvarının dışında kalan kesimler ve bu duvarın derz araları, koridorlar, merdivenler, mekânların kapı eşikleri ve iç kısımları, bazı mekânlara ait duvarların derz araları, kuleler, besin depolama alanları ve bu alanlarda bulunan pithosların içi gibi sayısız yer örnek olarak verilebilir[61]. Kurul Kalesi savaş araç gereçlerini dört ana tipolojik grup içinde değerlendirmek mümkündür[62]:
Tip-1 (Uzun menzilli ağır silahlar): Fırlatma sistemleriyle kullanılan 298 adet ok ucu ve 119 adet taş gülleden oluşmaktadır.
Tip-2 (Uzun menzilli hafif silahlar): Geyik boynuzundan yapılmış 1 adet kompozit yay güçlendirme çıtası, 84 adet yassı kesitli ok ucu, 393 adet üç kanatlı ok ucu, 14 adet kurşun sapan tanesi, 135 adet pişirilerek sertleştirilmiş kil sapan tanesi ve 67 adet taş sapan tanesinden oluşmaktadır.
Tip-3 (Kısa menzilli fırlatma silahları): Roma legiolarının ağır piyade silahı olan 17 adet pilum demiri ve hafif piyade silahı olarak değerlendirilebilecek 7 adet cirit ucundan oluşmaktadır.
Tip-4 (Yakın dövüş silahları): Mızraklara ait 5 adet uç ve 16 adet dipçik, az bilinen bir Roma silahı olan 1 adet mızrak-orak (falx muralis), 1 adet kısa kılıç, 6 adet kama, 2 adet pala ve 4 adet baltadan oluşmaktadır.
Yukarıdaki tipler incelendiğinde Kurul Kalesi’nde ele geçen savaş araç gereçlerinin baskın olarak uzun menzilli tiplerden (Tip-1 ve 2) oluştuğu görülmektedir. Bunun en büyük nedeni kalenin diğer VI. Mithradates kalelerinde olduğu gibi sarp bir kayalık üzerine inşa edilmiş olmasıdır. Bu konumdaki bir yerleşmeyi ele geçirip yıkabilmek için kullanılabilecek en doğru silahlar uzun menzilli tiplerdir. Kaleye ulaşım sağlanabilecek en elverişli eğim kayalığın batı yamacında bulunmaktadır. Nitekim Kybele Kapısı da bu yamaç üzerine inşa edilmiştir[63]. Taş güllelerin neredeyse tamamı kalenin batı kesiminden ele geçmiştir. Güllelerin ele geçtiği alanlara Kybele Kapısı, bu kapının hemen yanındaki mekânlar, kuleler ve bu tip savunma yapılarının çevreleriyle ana savunma duvarının dış kesimleri örnek olarak verilebilir[64] (Res. 4/A). Hatta bazı duvarların kerpiç bedenlerine saplanmış olarak açığa çıkarılmış gülleler de bulunmaktadır (Res. 4/B). Bilindiği gibi tahkimatlı yerleşmelere yapılan saldırılarda öncelikli hedefler kapılar, surlar ve savunma yapıları olmuştur. Taş gülle fırlatan sistemlerle (Roma Cumhuriyet Dönemi terminolojisine göre ballistalar) bu mimari birimler dövülerek savunma direnci kırılmaya çalışılmıştır[65]. Kurul Kalesi’ndeki yangının en büyük sebebi ise ok fırlatan sistemler (Roma Cumhuriyet Dönemi terminolojisine göre catapulta ve scorpiolar) olmalıdır. Vegetius’un De Re Militari (Diğer adıyla Epitoma Rei Militaris) adlı eseri bu antik savaş makineleriyle fırlatılan okların nasıl tutuşturulduğuyla ilgili önemli bilgiler içermektedir. Eserde yazılanlara göre; sülfür, reçine, bitüm ve kıtıktan oluşan bir karışım demir ok ucunun kovan kısmıyla namlusu arasına sarmalanarak yakıcı yağla ateşe verilmiş ve sonrasında uç kısmı alev alan ok hedefe fırlatılmıştır[66]. Antik Çağ’ın füzeleri olarak yorumlanabilecek bu tahrip gücü yüksek alevli okların Mithradates-Roma savaşları sırasında kullanıldığı antik kaynaklardan edinilen bilgilerle de doğrulanmaktadır[67]. Ancak bu ağır silahlar yine de belirli bir orduyu yansıtan savaş teknolojileri değildir. Bir diğer deyişle bunlar evrensel silahlar olup büyük ve düzenli her ordu tarafından kullanılmış olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin Pontos kralı VI. Mithradates ordusuyla birlikte Kyzikos’u kuşattığında kenti ele geçirebilmek için fırlatma sistemlerinin ok ve taş gülle atan her iki tipini de kullanmıştır[68].
Bu çalışmada özellikle değinilmek istenen silahlar ise direkt Roma ordusunu işaret eden yani bir kimliğe sahip olan silahlardır. Günümüzde birçok güçlü ülke kendi askerî teknolojisini kullanarak taktiksel açıdan ordularına en uygun silahları üretme yoluna gitmektedir. Benzer bir duruma geçmiş dönemlerde de rastlamak mümkündür. Bunun en güzel örneklerinden birini Roma askerî teknolojisi oluşturmaktadır. Romalılar kendi ordu düzenlerine göre oldukça etkili silahlar tasarlamışlar ve savaş meydanlarında bu silahlardan en iyi şekilde faydalanmışlardır. Fakat legio düzeni ve legionarius silahlarının yetersiz kaldığı durumlar da hiç olmamış değildir. Bu sorunların giderilmesi için müttefiklik ilişkisi içinde olunan milletlerden getirtilen ve kendilerine has silahlarını kullanan askerlerle auxiliarii birlikleri (yardımcı birlikler) oluşturulmuştur. Kurul Kalesi’nin son mimari evresine ait yangın tabakası içinden ele geçen savaş araç gereçleri arasında Roma’nın hem legio hem de auxiliarii birliklerini işaret eden örnekler bulunmaktadır. Şimdilik kaydıyla bunları pilum demirleri, cirit uçları ve mızrak-orak (falx muralis) olmak üzere üç başlık altında incelemek mümkündür.
Pilum Demirleri
Pilum (Çoğ. pila) [69], Roma ordusunun ağır piyade birimlerini oluşturan legiolardaki askerlerin tek elleriyle fırlatarak kullandıkları bir tür yakın menzilli taktiksel saldırı silahıdır[70]. Toplam uzunluğu yaklaşık 2 m olan[71] bu silah, namlunun bulunduğu çeşitli uzunluklardaki bir demir parçanın ahşap bir sapa monte edilmesiyle oluşturulmuştur. Silahın namlu, boyun ve ahşap sapa monte edilmeyi sağlayan birleştirici kısımdan (Sap/pırazvana veya kovan) oluşan bütüncül demir parçası, “pilum demiri” veya sadece “demir” olarak adlandırılmaktadır[72]. Ahşap sapın günümüze kadar ulaşmasının oldukça zor olması nedeniyle arkeolojik kazılarda piluma ilişkin elde edilen en önemli kanıtları bu demir parçalar oluşturmaktadır. Pilum demirleri, ahşap sapa monte edilmeyi sağlayan kısımların özelliklerine göre “saplı” ve “kovanlı” olmak üzere iki tipte imal edilmişlerdir[73]. Polybios’un eserinde geçen ifadeler doğrultusunda[74] ve Castricius Victor adlı legionariusun mezar stelinde iki pilumla tasvir edilmesi[75] nedeniyle Roma ordusunda görev yapan her bir legionariusun her iki tipten birer pilum taşıdığı varsayılsa da bu kesin değildir[76]. Çünkü Valerius Crispus’un mezar stelinde olduğu gibi tek bir pilum taşıyan legionarius tasvirleri de vardır[77].
Yapılan deneysel arkeoloji çalışmaları sonucunda pilumun azami menzilinin ortalama 30 m, etkili menzilinin ise bunun yarısı kadar olduğu anlaşılmıştır[78]. Ayrıca yaklaşık 10 m uzaklıktan fırlatılan bir pilumun 15 mm kalınlığındaki meşe ağacı ile 30 mm kalınlığındaki köknar ağacına nüfuz edebildiği; 5 m uzaklıktan atılan bir pilumun ise 20 mm kalınlığındaki kontrplak ile 30 mm kalınlığındaki çam ağacını delebildiği de bu çalışmalarla birlikte kanıtlanmıştır[79]. Silahın taktiksel kullanım şekli ve işlevi, düşman askerlerine doğru toplu halde fırlatılarak onlara ilk darbenin indirilmesi olarak açıklanabilir[80]. Romalı ağır piyadeler pilum yağmuruyla şoka uğrattığı düşman askerlerine ilk kayıplarını verdirerek onların kendilerine karşı hamle yapmasına engel olmuştur[81]. Daha sonra şaşkın, çaresiz ve dağılmış bir durumdaki düşman birliklerine karşı gladius veya gladius Hispaniensis adıyla bilinen kısa kılıçlarını çekip yakın dövüşe geçerek onlara son darbeyi indirmişlerdir[82]. Bu yönüyle değerlendirildiğinde pilumun kılıç dövüşü için gerekli koşulları sağlamak amacıyla üretilmiş olan kısa menzilli bir ilk darbe silahı olarak değerlendirmek mümkündür[83]. Pilumun bir diğer taktiksel kullanım şekli ise düşman hücumu karşısında mızrak gibi dürtme hamlesinin yapılabileceği bir yakın dövüş silahı olarak da kullanılabilmesidir[84].
Pilum demirinin piramidal veya iki kanatlı-mahmuzlu olarak tasarlanan namlusu[85] küçük, birleştirici kısma bağlanan ana gövdesi (Boyun) ise oldukça ince bir tasarıma sahiptir. Ahşaptan (Genellikle de dişbudak ağacından)[86] yapılan sap ise bu demir parçadan daha kalın ve ağırdır. Ağırlığın arkada toplanması pilumun fırlatılmasıyla birlikte itici bir güç ortaya çıkararak kalkanları, zırhları ve bunları taşıyan düşman askerlerinin bedenlerini delmesini kolaylaştırmıştır[87]. Bununla birlikte silah hedefe saplandığında veya hedefi ıskalayıp başka bir yere çarptığında ahşap sapın ağırlığını kaldıramayan ince demir bükülme ve eğilmelere son derece müsaittir[88]. Silahın kullanıldıktan sonra yapısının bozulması, düşman tarafından düştüğü yerden alınarak Romalıların üzerine geri fırlatılmasının da önüne geçmiştir[89]. Muharebe sonrasında ise savaş alanından toplanarak onarılması veya geri dönüştürülmesi mümkün olan bir yapıya da sahiptir[90]. İnce ve uzun olması nedeniyle kalkanı deldikten sonra ilerleyerek düşman bedenine kadar ulaşabilmesi pilum demirinin bir diğer tasarım başarısıdır[91]. Pilum demirlerinin düşman kalkanlarına saplandığında namlunun kanat uçlarındaki mahmuzlar nedeniyle söküp atılamadığı[92], demirin eğilmesi nedeniyle de durumun iyice zorlaştığı antik kaynaklardan bilinmektedir. Caesar’ın Gallia Savaşı notlarına göre Romalıların fırlattığı pila düşman kalkanlarına saplanmış, Gallialılar bükülen pilum demirlerini çıkaramayınca kalkanlarını taşımak zorlaşmış ve sonunda kalkansız savaşmak zorunda kalmışlardır[93]. Ancak silahın asıl amacı elbette ki kalkanların etkisiz duruma getirilmesi değil, düşman askerlerinin yaralanması ve etkisiz duruma getirilmesidir[94]. Bishop, arkeolojik kazılardan ele geçen eğilmiş pilum demirlerinin nasıl bu duruma geldiğiyle ilgili farklı ancak gerçeğe daha yakın bir açıklama getirmiştir: Buna göre kalkana saplanan bir pilum demiri ahşap sap kısmında toplanan ağırlıktan değil, düşman askeri pilumu kalkanından çıkarabilmek için zorlarken eğilip bükülmüştür[95]. Araştırmacının pilum demirlerindeki eğilip bükülmelerin oluşumunda insan faktörünün de mutlaka göz önüne alınması gerektiği şeklindeki bu ve buna benzer görüşleri (Savaş alanında üzerine basmak gibi)[96] değerlendirilmesi gereken oldukça mantıklı öngörülerdir.
Plutarkhos, Bioi paralleloi adlı eserinde Marius’un pilum tasarımında bir yenilik yaptığından ve demiri ahşap sapa sabitleyen iki demir perçinden birinin ahşap perçinle değiştirdiğinden söz eder[97]. Bu yolla pilum hedefe çarptığı, saplandığı veya başka bir yere isabet ettiği sırada ahşap perçinin kolayca kırılarak silahın şeklinin bozulmasının ve düşman tarafından yeniden kullanılmasına engel olunmasının amaçlandığını öne sürer[98]. Ancak bu konuyla ilgili herhangi bir arkeolojik kanıt olmadığı gibi bazı araştırmacılar haklı olarak konuya şüpheyle yaklaşmaktadır[99]. Öncelikle incecik ahşap bir perçinin pilum gibi ağır bir silahı sağlama alması çok zordur. Daha kullanılmadan, askerler savaş alanına intikal ederken bile ahşap perçinin gevşeme ve kırılma olasılığı olduğu gibi göğüs göğüse çarpışma için hiç uygun bir sağlamlaştırma tekniği de değildir[100]. Çünkü silah, mızrak gibi dürterek kullanıldığında ahşap perçin kolaylıkla kırılabilir ve bir anda işlevsiz kalabilir. Ayrıca Romalıların pilum demirinin ahşap sapa monte edilmesine büyük önem verdiği arkeolojik kanıtlardan da bilinmektedir. Erken İmparatorluk Dönemi’nde buna yönelik yeni adımlar atılarak pilum demirinin ahşap sapla birleştiği noktaya dörtgen formlu bir sıkılaştırma bileziği geçirilmiş ve üçüncü bir perçin deliği açılmıştır[101]. Bu nedenlerle ahşap perçin teorisi herhangi bir arkeolojik kanıt elde edilene kadar Plutarkhos’un veya bilgi aldığı kaynağın pilumla ilgili yenilikleri yanlış anlaması ve yorumlaması olarak görülebileceği gibi Marius’un reformcu kimliğini yüceltmek için ortaya atılmış bir abartı ifadesi olarak da değerlendirilebilir[102].
Sonuç olarak pilum bir Roma silahıdır. Plutarkhos[103], üçüncü savaşın ilk yarısında VI. Mithradates’in Lucullus’a karşı ordusunu Roma tarzı silahlarla donattığını söylemekle birlikte bu silahları Roma tarzında dövülmüş kılıçlar ve kaynaklı ağır kalkanlar olarak tanımlamakta, başka herhangi bir silah ismi ise vermemektedir. Ayrıca Pontos phalanks birliklerinin Roma legio düzeni örnek alınarak eğitildiğinden söz etmekte, ancak yine silah ismi vermemektedir[104]. Bu durumun eğer gerçekse sadece Pontos phalanks birliklerinin savaş düzeniyle ilişkili olması yüksek ihtimaldir. Bu ihtimal çerçevesinde Pontos piyadelerinin mızraklarını Roma pilumu gibi fırlatarak kullanmayı denemiş olabilecekleri göz ardı edilmemelidir. Ancak phalanks mızrağının tamamen yakın dövüşe göre tasarlanmış büyük ve daha ağır bir silah olduğu düşünüldüğünde yakın menzilde pilumla aynı etkiyi yaratmış olduğunu iddia etmek zordur. Savaş düzeni ve bazı silah tiplerinin taklit edilmesi Pontos ordusuna avantaj sağlamadığı gibi muharebelerin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olmuş ve Lucullus’un Armenia seferiyle birlikte geleneksel savaş düzenine ve silahlara dönüş yapılmıştır[105]. Ayrıca bu söylem Plutarkhos veya bilgi aldığı kaynağı tarafından “Ne yaptılarsa Roma ordusuna karşı üstünlük kuramadılar” tarzındaki bir düşünceyi kuvvetlendirmek için söylenmiş hayali bir kurgunun eseri de olabilir. Bu açıklamalar doğrultusunda pilumun Pontos ordusu tarafından taklit edildiğine dair elde hiçbir veri olmadığı görülmektedir.
Kurul Kalesi’nde ele geçen 17 adet pilum demiri arasında saplı[106] ve kovanlı örnekler olduğu gibi namlu, boyun ve sap kısımlarına ait kırık parçalar da vardır. Sap, üzerinde perçin delikleri bulunan dörtgen görünümlü bir levha şeklindedir. Roma Cumhuriyet Dönemi saplı pilum demirleri çoğunlukla iki perçin deliğine sahiptir[107]. Bu kısım ahşap sapın üst noktasındaki açıklığa geçirilerek perçin yardımıyla pilum demiri sabitlenir[108]. Kurul Kalesi’nde kesin olarak tanımlanabilecek dört adet saplı pilum demiri ele geçmiştir. Bunlardan biri (Kazı Env. No. KK10-DD100/19) kullanım kanıtı olarak sapın hemen üst kısmından “V” şeklinde bükülmüştür. Ancak korozyondan dolayı oldukça tahrip olmuş durumdadır. 2016 yılı kazılarında, Kuzey Teras’ın batısındaki 3 no.lu mekândan ele geçen bir diğer örnek (Kazı Env. No. KK16-KTBM3/27) ise çok daha iyi korunmuş durumdadır (Res. 5/A)[109]. 36,8 cm uzunluğunda ve 173 g ağırlığındaki bu pilum demirinin sapı üzerinde iki perçin deliği bulunmaktadır. Üçgen görünümlü namlusunun kanat uçları mahmuzludur, ancak tek mahmuzu kırılmıştır. Boyun kısmı ise fırlatıldıktan sonra hedef dışındaki bir yere çarpmadan veya yine savaş sırasında insan kaynaklı bir nedenden dolayı eğilmiştir. Bu pilum demirinin hemen yakınında bir adet de Roma Cumhuriyet Dönemi gümüş sikkesi (denarius) ele geçmiştir[110]. Her iki buluntu da taban seviyesi buluntularıdır. Yine 2016 yılının önemli silah buluntularından biri (Kazı Env. No. KK16-CR110/60) Kybele Kapısı’nın taban seviyesinde ele geçen bir pilumun sap kısmıdır (Res. 5/B)[111]. KK16-KTBM3/27’nin sap kısmına benzer özellikler gösteren bu pilum sapının üzerinde de iki perçin deliği vardır. Üstelik alttakinin demir perçini korunmuş durumdadır. Sapın üst orta noktasında boyun kısmından geriye kalan küçük bir çıkıntı yer almaktadır. Pilumun nasıl bu duruma geldiğiyle ilgili Bishop’un yukarıdaki açıklamasına koşut bir olasılık dile getirilebilir: Buna göre pilumun saplandığı kalkandan çıkarılması için uğraşılırken aşırı zorlama sonucunda sap kısmının hemen üstünden bükülerek kırılmış olabilir.
Kurul Kalesi’nin saplı pilum demirlerine son örnek (Kazı Env. No. KK20-CC128/115) 2020 yılı çalışmalarında ele geçmiştir (Res. 5/C). İdari Yapılar Alanı’nın 3 no.lu mekânında, taban seviyesinde ele geçmiş olan bu örnek 39,5 cm uzunluğunda ve 142 g ağırlığındadır. Üçgen görünümlü namlusunun kanat uçları mahmuzlu olmakla birlikte bunlardan birinin sadece başlangıç kısmı korunmuş, diğeri ise hiç korunmamıştır. Pilum demirinin en ilginç özellikleri eğilmemiş olması ve sap kısmında perçin delikleri bulunmamasıdır. Bu özellikler demirin henüz ahşap sapa monte edilmediğini, dolayısıyla da kullanılmadığını göstermektedir. Bu noktada Vegetius’un[112] “Legio birliklerinin düşman kentlerini istila etmek için yola çıktıklarında beraberlerinde elzem olan ne varsa götürmeleri ve gidilen yerde tam donanımlı ordugâhlar kurmaları gerektiği” şeklindeki ifadelerine dikkat çekmek gerekir. Muhtemelen bu pilum demiri Romalı askerlerin yabancı bir coğrafyada zorda kalmamak için beraberlerinde götürdükleri ve saldırı sırasında düşürerek kaybettikleri silah yedeklerinden biridir. Peki, üzerinde neden perçin delikleri yoktur? Kurul Kalesi’nden ve Avrupa’daki kazı alanlarından ele geçen saplı pilum demirleri dikkatli bir şekilde incelendiğinde perçin delikleri arasındaki ölçülerde ulusal bir standardın olmadığı görülmektedir. Bir diğer deyişle perçin deliklerinin demir ve ahşap sap üzerindeki yerlerini belirleyen ölçülerin ustadan ustaya değiştiğini ya da bu deliklerin belirlenmiş bir ölçüye göre önceden hazırlanmadığını ve perçinleme işleminin göz kararıyla yapıldığını söylemek mümkündür. Bu silah savaş alanında kullanıldığında ise ince yapılı demir kolay eğilip bükülmekte, kalın ve sağlam olan ahşap sap ise muhtemelen çok daha az tahrip olmaktaydı. Romalıların yapması gereken tek şey onarılabilecek olan pilum demirlerinden bulabildiklerini alandan toplayıp düzelttikten[113] sonra ahşap saplarına tekrar monte etmekti. Onarılamayacak durumda olan demirler ise ahşap saplarından çıkarılarak yerlerine yedekleri yerleştirilmiştir. Ahşap sapın üzerindeki deliklerle uyum sorunu olmaması için de yedek demirler önceden delinmemiştir. Neticede Roma ordusu Pontos gibi yabancı bir coğrafyada intikal hâlindeydi ve önlerine çıkan diğer hedeflere saldırmak için herhangi bir silahtan yoksun kalması hüsrana yol açabilirdi. Söz konusu pilum demiriyle ilgili göz önüne alınması gereken bir diğer olasılık ise Pontos ordusuna sığındıkları ileri sürülen[114] Romalı muhalif askerlerden birine ait olan henüz ahşap sapına yerleştirilmemiş bir silah buluntusu olabileceğidir.
Saplı pilum demirleri Roma’yla ilişkili Avrupa’daki birçok yerleşmeden bilinmektedir. Slovenya’daki Šmihel[115] ve Reka[116], İspanya’daki Numantia[117], Castellruf[118], La Caridad (Caminreal/Teruel)[119] ve Valencia[120], İtalya’daki Talamonaccio[121], Fransa’daki Entremont[122] ve Yunanistan’daki Ephyra[123] gibi arkeolojik kazı alanlarında saplı pilum demirlerinin çeşitli tipolojik özelliklere sahip örnekleri günümüze kadar ulaşmıştır.
Saplı pilum demirlerinden başka Kurul Kalesi’nde beş adet de kovanlı pilum demiri ele geçmiştir. Bu gruba giren pilum demirlerinde saplı piluma göre daha ince olan ahşap sap, demirin en alt bölümünü oluşturan boru şeklindeki içi boş kısma geçirilerek perçin yardımıyla sabitlenmiştir[124]. Bunlar arasında tam olarak korunmuş tek örnek (Kazı Env. No. KK16-CP111/24) 2016 yılında, Kuzey Teras’ın batısındaki 7 no.lu mekâna ait merdiven basamakları üzerinde ele geçmiştir (Res. 6)[125]. 102 cm uzunluğunda ve 485 g ağırlığındaki pilum demirinin namlusu üçgen görünümlü ve kanat uçları mahmuzlu olmakla birlikte tek mahmuzu kırılmıştır. Kovan çapı ise 2 cm’dir. Boyun kısmı nın namluya doğru olan üst kısmı “U” şeklinde bükülmüş, orta noktası ise hafif eğilerek kopma noktasına gelmiştir. Bu durum fırlatıldıktan sonra hedef dışındaki sert bir yere şiddetli bir şekilde çarpmadan veya insan kaynaklı başka bir nedenden dolayı (örneğin saplandığı yerden çıkarabilmek için uğraşılırken) gerçekleşmiş olabilir. Diğer dört kovanlı pilum demiri, boyun kısımlarının alt ve orta noktalarından kırılmış, dolayısıyla da namlular korunmamıştır. Bunlardan ilki (Kazı Env. No. KK19-CH115/22) Kuzey Teras’ın batısındaki kulelerin birinden (Mekân-12) ele geçmiş olup kovan çapı 1,6 cm’dir ve boyun kısmından eğilmiştir (Res. 7/A)[126]. Yine eğilme ve bükülme gösteren diğer iki örnekten KK12-DH100/31’in kovan çapı 2,2 cm, KK18-CS112/4’ün kovan çapı ise 2,7 cm’dir (Res. 7/B-C)[127]. KK18-CS112/4 kırık olmasına rağmen 188 g’a ulaşan ağırlığıyla da dikkat çekmektedir. Kovan çapı 2,2 cm olan son örneğin (Kazı Env. No. KK18-CS112/47) 17,9 cm’lik bir kısmı korunmuş olup herhangi bir eğilme ya da bükülme göstermemektedir (Res. 7/D)[128].
Kovanlı pilum demirlerinin çeşitli tipolojik özelliklere sahip tam ve kırık örnekleri, yoğun olarak Avrupa’daki yerleşmelerden ele geçmiş olan silah buluntularıdır. Bunlardan Slovenya’daki Šmihel Roma Cumhuriyet Dönemi’ne tarihlenen çok sayıdaki kovanlı pilum demiriyle ön plana çıkmaktadır[129]. Bu döneme tarihlenen diğer örnekler için İspanya’daki Numantia, Renieblas, Castillejo, Osuna, La Caridad (Caminreal/Teruel) ve Valencia, İtalya’daki Montefortino ve Fransa’daki Alesia’dan (Alise-Sainte-Reine) önemli buluntu yerleridir[130]. Roma İmparatorluk Dönemi’ne tarihlenen örnekler, İngiltere’deki Waddon Hill, İsviçre’deki Vindonissa (Windisch), Almanya’daki Eining-Unterfeld, Saalburg ve Harzhorn, Hollanda’daki Lobith ve Slovakya’daki Iža’dan bilinmektedir[131]. Ayrıca Boğazköy’ün Roma Dönemi tabakalarından ele geçen ve mızrak ucu olarak tanımlanan kovanlı, ince ve uzun bir silah buluntusunun Roma pilumuyla karşılaştırılabileceği Boehmer tarafından belirtilmiştir[132].
Arkeolojik kazı çalışmalarında ele geçen pilumla ilgili buluntuların önemli bir bölümünü de kopmuş pilum namluları oluşturmaktadır. Bishop[133], bu kopmaların nedeninin kalkanlara saplanan pilumları çıkarabilmek amacıyla yapılan “sallamak” gibi aşırı zorlayıcı hareketlerden kaynaklı olabileceği görüşündedir. Bunların bir demirci ocağı olmadan çabucak tamir edilemeyeceği[134] düşünüldüğünde savaş alanında bırakılmış olmaları gayet normaldir. Nitekim Kurul Kalesi’nde ele geçen pilum demirleri arasında ana gövdelerinden koparak ayrılmış namlu bölümleri de yer almaktadır. Bunlardan KK14-CL113/15, üçgen görünümlü ve kanat uçları mahmuzludur (Res. 8/A)[135]. Namlunun alt kısmında, kopan boyun kısmından kalan iz görülebilmektedir. Buna göre boynun dörtgen kesitli olduğu anlaşılmaktadır. Namlunun tipolojik özellikleri ve ölçüleri, KK16-KT-BM3/27, KK20-CC128/115 ve KK16-CP111/24’ün namlularıyla oldukça benzerdir. Ayrıca bu tipin Roma Cumhuriyet Dönemi’ne tarihlendirilen benzerleri İspanya’daki Castellruf[136] ve Yunanistan’daki Ephyra’dan[137] da bilinmektedir. Diğer üç pilum namlusu örneği (Kazı Env. No. KK16-CR110/39, KK19-CD127/46 ve KK19-CP115/19) piramidal biçimli ve dörtgen kesitlidir (Res. 8/B-D)[138]. Hepsinde boyun kısımlarından küçük bir parça korunmuştur. Bunlardan KK16-CR110/39 Kybele Kapısı’nda ele geçmiştir. KK19-CP115/19 ise muhtemelen hedeften şaşıp sert bir yere çarpmanın (örneğin taş duvara veya yerdeki bir taşa)[139] şiddetinden dolayı eğilmiştir. Bu tür eğilmeler yapılan deneysel arkeoloji çalışmalarıyla yeniden yaratılabilmiştir[140]. Piramidal biçimli kopmuş pilum namlularının Roma Cumhuriyet Dönemi örnekleri İspanya’daki Osuna[141]; Roma İmparatorluk Dönemi örnekleri ise Almanya’daki Oberstimm[142] ve Kalkriese[143], İngiltere’deki Longthorpe ve Corbridge[144], İskoçya’daki Newstead ve Bar Hill[145] ile Galler’deki Prysg Field’den (Caerleon)[146] bilinmektedir. Ayrıca Zeugma’dan da bu tipten bir pilum namlusu ele geçmiştir[147]. Kurul Kalesi’nde ele geçen diğer pilum demiri parçaları boyun kısımlarına aittir.
Cirit Uçları
Cirit uçları arkeolojik kazılarda ele geçtiği zaman tanımlanması oldukça zor, aynı zamanda terminolojik problemleri olan silah parçalarıdır[148]. Özellikle de namluları yaprak biçimli olanlar tipolojik benzerliklerinden dolayı çoğu zaman mızrak ucu kategorisinde değerlendirilmektedir. İkisinin birbirinden ayırt edilmesinde yaygın olarak kabul edilen görüş yakın dövüş için tasarlanmış olan mızrağın namlusunun elle fırlatılmak üzere tasarlanmış olan cirit namlusuna göre çok daha büyük olmasıdır[149]. Silahı terminolojik olarak tanımlamada ve mızraktan ayırt etmede ise İngilizcede “javelin” terimi kullanılırken Türkçede buna en uygun terim “cirit”tir. Ciritler, antik dünyada hem savaşlarda hem de avcılık faaliyetlerinde kullanılmış olan menzilli silah tipleridir[150].
Ciritlerin savaşlarda kullanılmaya başlanması, Tunç Çağı’nın sonlarına kadar uzanan bir geçmişe sahiptir[151]. Mısır’daki Medinet Habu ve Karnak-Amon tapınaklarının duvar kabartmalarındaki savaş sahnelerinde cirit kullanan düşman kabileleri de yer almaktadır[152]. Drews[153], bu dönemde kullanılan ciritlerin günümüzde spor müsabakaları için tasarlanan tiplerin yaklaşık yarısı veya üçte biri ölçülerinde olabileceği görüşünü ileri sürmüştür. Ancak ciritlerin savaşlarda en yaygın kullanımı Roma Cumhuriyet Dönemi’nde, avcı erlerinden oluşan ve velites olarak adlandırılan hafif piyade birlikleri zamanında gerçekleşmiştir[154]. Bu birlikler Marius’un reformuyla kaldırıldıktan sonra ise auxiliarii hafif piyade birlikleri aracılığıyla kullanımlarının sürdüğü gibi Roma Dönemi boyunca süvariler tarafından da kullanılmıştır[155]. Nadir de olsa bazı Roma heykeltıraşlık eserlerinde cirit tasvirlerine rastlanır. Bunlardan biri Mainz Kabartması, bir diğeri ise Suriye’deki Apamea’da bulunan Aurelius Mucianus’un mezar stelidir[156]. Polybios’un ifadeleri Roma ciridinin ölçüleri konusunda bir fikir vermesi açısından önem taşımaktadır: Buna göre ahşap sapın uzunluğu 91,44 cm (2 cubits) ve kalınlığı bir parmaktır[157]. Yine Polybios’a göre[158], demir namlunun kesiti o kadar ince dövülmüştür ki bükülmelere son derece meyillidir ve böylece düşman tarafından düştüğü yerden alınarak geri fırlatılamaz. Romalı avcı erlerinin küçük ve yuvarlak kalkanlarını taşıdıkları kollarında bir tutam, yani 6-7 adet cirit taşımış olduklarını söylemek mümkündür[159]. Genç bireylerden seçilen bu askerler ayrıca gladius kuşanmışlar ve başlarına da bazen kurt derisi veya başka benzer bir malzemeyle kaplanmış olan miğferler giymişlerdir[160]. Subayları tarafından savaş alanında tanınmayı kolaylaştıran bu miğferler sayesinde cesaretle savaşıp savaşmadıklarına bakılmış, yani askerî geleceklerine karar verilmiştir[161].
Günümüzde bile Türkler için önemli bir savaş oyunu olmasına rağmen ciridin gerçek savaşlarda kullanımının antik dünyanın Orta Asya ve Yakın Doğu coğrafyalarında çok fazla yaygınlaşmamış olması muhtemelen bu bölgelerde yaşayan halkların ok ve yay kullanımında ileri bir düzeye erişmesiyle alakalıdır. Bir diğer deyişle ok ve yay gibi uzun menzilli bir silah varken cirit gibi kol gücüyle atılan çok daha kısa menzilli bir silaha fazla ihtiyaç duyulmamış olabilir. Anlaşılıyor ki cirit kullanımı daha çok yaya olarak göğüs göğüse çarpışma esasına göre tertip edilmiş Roma gibi orduların ihtiyacıydı ve merkezdeki ağır piyadelerin her iki kanadından hareket eden hafif silahlı birlikler tarafından düşmanı avlamak için kullanılıyordu[162]. Romalılar dışında ciridin savaşlarda en yaygın kullanıldığı coğrafyalardan biri de zaten avcılık sebebiyle silaha oldukça aşina olan Afrika Kıtasıdır. Nitekim auxiliarii birliklerindeki ciritçi ihtiyacının karşılandığı halklar olarak Afrika’nın kuzeybatısında ikamet eden Numidialılardan söz edilmektedir[163].
Kurul Kalesi’nde toplam yedi adet demir cirit ucu ele geçmiştir. Bunlardan biri (Kazı Env. No. KK18-CS112/2) tipolojik özellikleriyle dikkat çekmektedir (Res. 9). Cirit ucunun uzunluğu 19,3 cm, kovan çapı 1,8 cm ve ağırlığı 75 g’dır. Piramidal biçimli ve dörtgen kesitli küçük bir namlusu ve 0,7 cm kalınlığında ince bir boyun kısmı bulunmaktadır. Kovan çapı bakımından oldukça ince bir ahşap sapın varlığından söz edilebilir. Bu çap ölçüsünün Polybios’un cirit tanımındaki bir parmaklık sap kalınlığına da uyduğu söylenebilir. Cirit ucu boyun kısmından bükülmüştür. Bu durum silahın fırlatıldığına ve sert bir yere isabet etmekten ya da saplandığı yerden sökmeye çalışmak gibi insan kaynaklı başka bir nedenden dolayı demirin büküldüğüne işaret etmektedir. Bishop[164], benzer tipolojik özellikler ve ölçüler göstermekle birlikte yaprak biçimindeki bir namluya sahip olan Osuna (İspanya) buluntusunu pilum olarak tanımlamıştır. Ayrıca aynı yerleşmeden ele geçen tek kanatlı ve tek mahmuzlu bir namluya sahip başka bir kovanlı silah buluntusunu da yine bu kapsamda değerlendirmiştir[165]. Bu görüşlerle benzer şekilde Cowan[166], muhtemelen avcı erleri tarafından kullanılan bazıları 15 cm uzunluğunda kısa ve hafif pilum demirlerinden bahsetmiştir. Eğer durum böyleyse velitesin Marius tarafından kaldırılmasına karşın legio birlikleri içinde küçük gruplar hâlinde de olsa avcı erlerinin varlığının devam ettiği veya bu tip silahların auxiliarii içindeki hafif piyadeler arasında kullanımlarının sürdüğünü Kurul Kalesi buluntusuna göre söylemek mümkündür. Bununla birlikte elde edilen arkeolojik kanıtlara göre ağır bir silah tipi olduğu bilinen pilumla kıyaslandığında hem boyutunun çok daha küçük hem de çok daha hafif olmasından dolayı KK18-CS112/2 ve bu tarz silah parçalarını “cirit ucu” olarak tanımlamak tarafımızdan daha doğru bir yaklaşım tarzı olarak benimsenmiştir.
Kurul Kalesi’nde ele geçen diğer beş cirit ucu örneği, uzun ikizkenar üçgen veya dar yaprak benzeri en bilinen standart formlara sahiptir. Bunlardan biri (Kazı Env. No. KK16-CP111/67), Kuzey Teras’ın batısındaki 7 no.lu mekâna ait dar koridorun taban seviyesinde ele geçmiştir (Res. 10/A)[167]. Oldukça iyi korunmuş durumdaki cirit ucunun uzunluğu 11,9 cm, kovan çapı 1,4 cm ve ağırlığı 37 g’dır. Ayrıca 7,9 cm’lik namlu uzunluğu bulunan silahın kovan kısmında da bir adet perçin deliği yer almaktadır. Diğer iki örnek 2018 yılında ele geçmiştir. Bunlardan KK18-CS112/33’ün toplam uzunluğu 12,2 cm, namlu uzunluğu 6,3 cm, kovan çapı 1,6 cm ve ağırlığı 48 g olmakla birlikte iyi korunmuş durumda olduğunu söylemek mümkündür (Res. 10/B)[168]. Bu örneğin kovan kısmında perçin deliği tespit edilememiştir. KK18-CS112/29’un ise korunmuş uzunluğu 13,8 cm, namlu uzunluğu 9,4 cm, kovan çapı 1,2 cm ve ağırlığı 50 g’dır (Res. 10/C)[169]. Kovan kısmı kırık olduğu için perçin deliğine sahip olup olmadığı konusunda yorum yapılamaz. Kovan çapı da bu kırık kısımdan alınmak zorunda kalınmıştır. Kurul Kalesi’nde şimdiye kadar ele geçen en iyi korunmuş durumdaki cirit ucu (Kazı Env. No. KK21- CB129/170), İdari Yapılar Alanı 7 no.lu mekânın taban seviyesi buluntuları arasında yer alır (Res. 10/D). Silahın toplam uzunluğu 18,3 cm, namlu uzunluğu 11,5 cm, kovan çapı 1,3 cm ve ağırlığı 92 g’dır. Kovanında perçin deliği bulunmamaktadır. Aynı mekânın taban seviyesinden benzer özelliklere sahip ikinci bir cirit ucu (Kazı Env. No. KK21-CB130/239) daha ele geçmiş olmakla birlikte bunun korozyonu ve tahribatı oldukça fazladır. Kurul Kalesi’nden son cirit ucu örneğinin (Kazı Env. No. KK15-CM112/3) ise uzunluğu 10,1 cm, kovan çapı 1,1 cm ve ağırlığı 13 g’dır[170]. Namlusu hafif eğilmiş olan bu örnek külah gibi bir forma sahip olmakla birlikte uca doğru çıktıkça iğne gibi sivrilmektedir. Piramidal namlulu ilk cirit ucunda olduğu gibi diğer tüm örnekler Polybios’un bir parmak sap kalınlığı tanımlamasına uyan kovan çapı ölçülerine sahiptir. Ayrıca ikizkenar üçgen veya dar yaprak formlu cirit uçlarının da en fazla 1 cm olan namlu kesit kalınlıklarıyla yine Polybios’un açıklamalarına koşut, kolay bükülebilecek bir yapıya sahip olduklarını söylemek mümkündür. Bu tip cirit uçlarının Roma İmparatorluk Dönemi’ne tarihlenen benzerleri İngiltere’deki Waddon Hill, Hod Hill, Longthorpe[171] ile İsrail’deki Masada’dan[172] bilinse de terminolojik sorunlardan dolayı bunlara mızrak uçları başlığı altında yer verilmiştir.
Mızrak-Orak (Falx Muralis)
Kurul Kalesi kazılarının silah buluntuları açısından en ilginç örneklerinden biri 2016 yılında ele geçen mızrak-orak[173] ya da Latince orijinal adıyla falx muralistir (Kazı Env. No. KK16- CP111/12). Kuzey Teras’ın batısındaki 7 no.lu mekâna ait merdiven basamakları üzerinde, kovanlı pilumla (Kazı Env. No. KK16-CP111/24) aynı plankarede ele geçen bu kompozit demir uç, dürterek kullanmak için bir mızrak ucu ve çekme-kesme işleminin yapılabileceği bir orağın bileşiminden meydana gelmektedir (Res. 11). Silahın toplam uzunluğu 48 cm, mızrak namlu uzunluğu 33,5 cm, orak namlu uzunluğu 13,1 cm, kovan çapı 4,3 cm ve ağırlığı 735 g’dır. Oldukça ağır olan silahın kovan çapı da kalın bir ahşap sapın varlığına işaret etmektedir. Demir parçanın saptan çıkmasını engellemek için perçin kullanıldığı kovan üzerindeki delikten anlaşılmaktadır.
Mızrak-orak tipindeki kompozit silahların tarihiyle ilgili elde yeterli bilgi yoktur. Antik Çağ’da Doğu Akdeniz coğrafyasında kullanılan ve gaga gibi çıkıntısı bulunan bir dizi farklı silah türünden yalnızca biri olduğu düşünülmektedir[174]. Sekunda[175], dorudrepanon adıyla bilinen bu silahın bir adam boyundan biraz daha kısa olduğunu ve kara savaşlarında süvarilere karşı kullanıldığını ileri sürmüştür. Böylece atı üzerinde saldırıda bulunulan bir düşman askeri, silahın orak kısmıyla kolayca avlanabilir ve atından düşürülebilir. Ayrıca direkt atın bacakları da hedef alınarak hayvanın sahibiyle birlikte yıkılması sağlanabilir. Ancak dorudrepanonun boyutuyla ilgili tartışmaları bitirecek elde gerçek bir arkeolojik kanıt olmadığı, yorumların sadece Atina vazoları üzerindeki resimlere dayandığı da unutulmamalıdır. Romalılar ise bu silahı kendilerine göre uyarlayarak kuşatmalarda tahkimatlı düşman yerleşmelerinin sur duvarlarına, mazgallarına veya buralardan savunma yapan askerlere karşı kullanmışlardır[176]. Buna karşın silahın Romalılar tarafından hangi amaçlarla kullanıldığıyla ilgili antik kaynaklardan edinilen bilgiler de son derece sınırlıdır. Bu kaynaklardan biri olan Caesar’ın Gallia Savaşı’yla ilgili notları arasında bu tip silahların kuşatmalarda duvarlara karşı kullanıldıklarına dair önemli ipuçları yer almaktadır[177]. Yine aynı kaynakta benzer bir silahın Romalılar tarafından düşman gemilerinin halatlarının kesilerek yelkenlerinin düşürülmesi ve gemilerin etkisiz duruma getirilmesi amacıyla da kullanıldığı görülmektedir[178]. Anlaşıldığına göre Romalılar bu silahları çok amaçlı olarak düşünmüşlerdir. Bununla birlikte silahın deniz savaşlarında kullanımı aslında sadece Romalılara has bir özellik de değildir. Çünkü antik kaynaklardan Helenlerin de aynı amaçla dorudrepanonu kullandıkları bilinmektedir[179].
Falx muralisin kuşatmalarda nasıl kullanıldığıyla ilgili bir diğer ipucu Romalıların MS 67 yılındaki Jotapata (Yodefat) kuşatmasından gelmektedir. Iosephos’un, Bellum Iudaicum adlı eserinde koçbaşlarını etkisiz duruma getirmek için duvarlardan sarkıtılan içi saman dolu çuvalları tutan kordonların Romalılar tarafından uzun saplı ve tırpanlı bir aletle kesildiğinden bahsedilmektedir[180]. Antik kaynaklardan edinilen tüm bu ipuçları silahın varlığını, kuşatmalarda ve deniz savaşlarında kullanıldığını kanıtlamakla birlikte özellikle kuşatmalarda nasıl işe yaradığıyla ilgili arkeolojik kanıtlara göre bazı önerilere ihtiyaç olduğu çok açıktır. Öncelikle mızrak-orağın sur duvarlarına ve mazgallara karşı kullanımını ele almak gerekir. Kurul Kalesi buluntusu incelendiğinde hem mızrak hem de orağın kesitlerinin oldukça ince olduğu görülmektedir. Bu kadar ince kesitli bir demir parçayı sağlam bir duvar taşına dürtmek veya taşı aşağı çekmeye çalışmak işe yaramayacağı gibi silahın bükülmesine de neden olacaktır. Bu iş için bükülmeyi önleyecek kalın ve hatta dörtgen kesitli bir demir ucun kullanılmasının dayanıklılık açısından daha uygun olacağı çok açıktır. Ancak silah, tipolojik olarak kendisine çok benzer özelliklere sahip olan günümüz yangın kancaları[181] gibi bir işlev görmüş olabilir. Daha geniş bir açıklama getirilecek olursa fırlatma sistemlerinin gönderdiği taş güllelerden dolayı tahrip olarak çökmeye yüz tutmuş duvarlar ile yine benzer sistemlerle fırlatılan alevli okların yaktığı ahşap mimari elemanlar bu silahlarla çok rahat aşağı çekilebilir ve yıkım hızlandırılabilir. İçeri girildikten sonra ise yolu kapatan enkaz kenara çekilerek hareket alanı yaratılabilir ve eğer varsa enkaz altında kalmış Romalı askerler kurtarılabilir. Ayrıca yerleşmenin yıkıntıları arasında ganimet arama işinde de rahatlıkla kullanılabileceği gibi savunmacıların saldırısı karşısında mızrak gibi bir yakın dövüş silahı olarak gayet etkili olabilir. Silahın mazgallar arasından savunma yapan düşman askerlerine karşı kullanımı ise bir diğer tekniği yansıtır. Bunun için duvara kadar yanaşıp kuşatma merdivenlerine tırmanılarak hem mızrak hem de orakla düşmana zarar verilebilir ve özellikle orak kısmıyla savunmacı aşağı çekilebilir (Res. 12). Silahın kuşatma savaşlarındaki son kullanım tekniği olan duvarlardan sarkıtılan savunma amaçlı malzemelerin kordonlarının kesilmesi ve koçbaşlarının işlerinin kolaylaştırılması da oldukça mümkündür. Ancak konumu nedeniyle bu tekniğin Kurul Kalesi’nde uygulanabilir olması çok zordur. Çünkü Kybele Kapısı’nın konumlandığı batı yamaç ulaşılabilir bir eğime sahip olmasına karşın kuşatma rampası olmadan koçbaşlarının çıkarılıp hareket ettirilebileceği geniş bir alan imkânı vermez. Koçbaşları kullanılamayacağı için duvarlardan bu araçları etkisiz hâle getirmek için herhangi bir ağırlık sarkıtmaya da gerek yoktur. Falx muralisin Kurul Kalesi’nin istilasında oynadığı rol muhtemelen daha önce sayılan kullanım teknikleriyle alakalıdır. Elbette bunların hepsi birer olasılıktır ve silahın kullanımıyla ilgili başka pek çok düşünce ileri sürülebilir.
Kurul Kalesi mızrak-orağının en yakın benzeri Golan Tepeleri’ndeki Gamla’dan ele geçmiştir[182]. Bu örneğin dışında yine Roma İmparatorluk Dönemi’ne tarihlenen bir diğer buluntu da Suriye’deki Dura-Europos’tan bilinmektedir[183]. Ancak tipolojik farklılığı nedeniyle bu buluntunun başka bir amaçla kullanılmış olması ihtimali de göz önüne alınmalıdır[184]. Dura-Europos örneğinin bir benzeri de Mardin’deki Ilısu Höyük’ün Roma İmparatorluk Dönemi buluntuları arasında yer almaktadır[185]. Dura-Europos ve Ilısu Höyük örnekleriyle yakın özellikler göstermesine karşın saplamalı olarak üretilmiş olan bir diğer ilginç buluntu Fransa’daki Alesia’dan ele geçen ve pilum demiri olarak tanımlanan bir MÖ 1. yüzyıl silahıdır[186].
Sonuç
Kurul Kalesi; savunma duvarları, kuleleri, çeşitli kullanımlara yönelik mekânları ve ele geçen 1.170 adet silah buluntusuyla kale tipi yerleşim modeline uygun bir karakter sergilemektedir. Yerleşmede birden fazla kutsal alan olmasını, VI. Mithradates tarafından kaleye dönüştürülmeden önce Kurul Kayalıkları’nın bir açık hava kutsal alanı olarak sağlam bir dinsel geçmişinin olmasıyla ilişkilendirmek mümkündür. VI. Mithradates’in bu kutsal tepeyi kaleye dönüştürmesinin nedeni, yüksekliğinin ve çevreye hâkim konumunun ortaya çıkardığı stratejik özelliklerle alakalıdır. Kale işlevi kazanmasından sonra da kayalıkların kutsiyetinin artarak devam ettiği elde edilen arkeolojik kanıtlardan anlaşılmaktadır. Bu durumun ortaya çıkmasında kalede ikamet eden askerler ve bunların aileleri ile diğer sivil nüfusun etkili olduğu aşikârdır.
Mithradates-Roma savaşlarının en uzun süreli olan üçüncü aşaması (MÖ 74-63) Pontos coğrafyası ve Kurul Kalesi gibi tahkimatlı yerleşmelerin kaderinde önemli bir rol oynamıştır. Çünkü bu savaşın çok büyük bir bölümü Pontos topraklarında yaşanmıştır. Lucullus ve Pompeius’un art arda gelen iki büyük istilası sonrasında neredeyse tüm şehirler ve kaleler yakılıp yıkılmış, ülke âdeta büyük bir enkaz yığınına dönmüştür. Bu yıkımlara sadece Lucullus ve Pompeius’un saldırıları neden olmamış bazen de kralın kendisi veya generalleri, Romalıların eline geçmemesi adına kendi şehirlerini ve kalelerini hiç düşünmeden tahrip edebilmişlerdir. Pontos ülkesinin Helenistik Dönem tarihi için oldukça talihsiz sonuçlar doğurmasına karşın bu savaşlar, eski ordular ve savaş teknolojileriyle ilgilenen araştırmacılar için büyük önem taşımaktadır. Antik kaynaklar, Mithradates-Roma savaşlarının nedenleri, sonuçları, her iki ordunun yapılanmaları, savaş teknolojileri ve bunların nasıl kullanıldıklarıyla ilgili önemli bilgiler içermektedir. Ancak tüm bu bilgilerin arkeolojik kanıtlarla da doğrulanmaya ihtiyacı vardır. Kurul Kalesi’nin tam da bu noktada öncü bir rol üstlendiğini söylemek mümkündür. Yerleşmede 2010 yılından beri kesintisiz olarak sürdürülen kazılarda özellikle Üçüncü Mithradates-Roma Savaşı ile ilgili önemli kanıtlar elde edilmiştir. Bu kanıtlar, mimari bulgular ve silahlar olarak iki kısımda değerlendirilebilir. Bazı mekânların duvarlarında görülen ve onarımı işaret eden teknik farklılıklar, yapılara sonradan eklenen özensiz eğreti duvarlar, kerpiçle kapatılarak iptal edilmiş kapılar, tabana çökmüş çatı kiremitleri, her tarafa yayılan yangın izleri, duvar enkazları, karbonlaşmış ahşap çatı elemanları ve yanarak cüruflaşmış kerpiç duvar blokları Kurul Kalesi’nin uğradığı yıkımların ve geçirdiği onarımların en önemli mimari kanıtlarını oluşturmaktadır. Mermer Kybele heykelinin bile bu yıkımdan fazlasıyla nasibini aldığı ve çok yüksek bir ısıda yanarak tahrip olduğu yapılan çalışmalarla tespit edilmiştir. Kazılarda ele geçen yüzlerce silah ve diğer küçük buluntuların çok büyük bir kısmını da bu yıkım tabakasından ele geçenler oluşturmaktadır. Kurul Kalesi’ni Karadeniz Bölgesi’ndeki diğer Helenistik yerleşmelerden ayıran en önemli özellik ise Pompeius’un son saldırısının (MÖ 65/64) ardından bir daha yerleşim görmemiş olması ve bu yıkıma ilişkin kanıtların günümüze kadar ulaşabilmiş olmasıdır.
Bu çalışmanın ana konusunu da oluşturan Roma özellikli silahlar, ayrıca üzerinde durulması gereken önemli bir buluntu grubunu yansıtır. Romalılar, ordu düzenlerine göre bazen kendileri tasarlayarak bazen de var olan bir silahı kendilerine göre uyarlayarak oldukça etkili askerî teknolojiler geliştirmişlerdir. Romalıların ordu düzeninin merkezinde yaya olarak göğüs göğüse çarpışma esasına göre tertip edilmiş legio birlikleri yer almaktadır. Gerek cesurca savaşan bu birliklerin gerekse kanatlardan hareket eden avcı birliklerinin kullandığı menzilli silah tipleri kol gücüyle fırlatılarak kullanılan silahlardan oluşmaktadır. Öyle ki daha sonra kurulan auxiliariide bile bu tip silahları kullanan ithal savaşçılara sıklıkla yer verilmiştir. Neredeyse tüm Roma Dönemi boyunca pilum, cirit ve pilumun evrimiyle ortaya çıkan ve günümüz dartlarının daha büyük bir tipini yansıtan plumbata gibi kol gücüyle fırlatılan menzilli silahlar önemini korumuştur. Bu tip silahlar herhangi bir arkeolojik kazı alanında ele geçtiğinde Romalıların yüzyıllar önce bu topraklardan geçtiğinin askerî ipuçlarını oluşturmaktadır. Çünkü bu tip silahların kesinlikle Roma silahları oldukları antik kaynaklar ve arkeolojik bulgular yoluyla kanıtlanmıştır. Plutarkhos, üçüncü savaşın ilk yarısında Pontos ordusunun Roma tarzı silahlarla donatıldığını söylese de kılıç ve kalkandan başka silah ismi vermemektedir. Dolayısıyla pilum gibi Roma ile özdeşleşmiş menzilli silahların Pontos ordusunda taklit edildiğini gösteren herhangi bir kanıt bulunmamaktadır. Ayrıca antik yazarların Helen ve Roma ordularına karşı oldukça hassas oldukları ve onların kahramanlıklarını yüceltebilmek adına bazen gerçek olması çok zor olaylar örgüsünü anlatımlarında devreye soktukları da bilinmektedir. Asyalı milletlerin bu tip silahlara çok fazla ihtiyaç duymamış olması, muhtemelen çok daha uzun menzilli bir silah olan ok ve yayı kullanmada oldukça ustalaşmış olmalarından kaynaklanmaktadır. Üstelik ok ve yay hem avcılıkta hem de savaşlarda kullanılabilecek en etkili silah tiplerinden biridir. Zamanla Romalılar da okçuluğun önemini kavramışlar ve önce auxiliarii içinde okçulara yer vermişler, sonrasında ise bizzat kendileri okçuluk eğitimlerine başlamışlardır. Pilum gibi silahların üzerindeki eğilmelerin, bükülmelerin, kırılmaların ve kopmaların savaş alanındaki çeşitli nedenlerden kaynaklandığı deneysel arkeoloji çalışmalarıyla artık bilinmektedir. Mızrak-oraklar (falx muralis), pilumla kıyaslandığında çok daha özel amaçlara hizmet eden ve oldukça nadir ele geçen silahlardır. Antik kaynaklarda da bunlara son derece kısıtlı bir şekilde yer verilmiş olmakla birlikte bu tip silahların Romalılar tarafından kuşatmalarda ve deniz savaşlarında kullanıldığına dair ipuçlarına ulaşılabilmiştir.
Kurul Kalesi’nde, Roma yıkımının mimari bulguları ve yangın tabakasından ele geçen yüzlerce silaha karşın şimdiye kadar insan iskeleti kalıntılarına rastlanmamış olması doğal olarak “neden” sorusunu akla getirmektedir. Ancak bazen arkeolojik kazılarda savaşla ilişkili çok fazla kanıt olmasına karşın insanın kendisine ait herhangi bir bulguya ulaşılamayabilir. Bunun iki nedeni olabilir. Her şeyden önce insanlar kaybettikleri yakınlarını savaş alanında bulup uygun bir yere defnetmek isterler. Tibaranoi ve Khalybes kavimlerinin de kendi topraklarında kurulmuş kalelerde görev yapan ve Romalılar tarafından öldürülmüş olan yakınlarını bulup defnetmek istemiş olabilecekleri gayet doğal bir insan davranışıdır. VI. Mithradates tarafından kurulmuş bu kalelerde savaşçılıklarını kanıtlamış ve kralın hâkimiyetini uzun zaman önce kabul etmiş yerel halk varken tamamen dışarıdan getirilmiş askerlerin görev yapmış olduğunu düşünmek için herhangi bir sebep yoktur. Muhtemelen buralarda çoğunluğu yerel halk olmak üzere çeşitli milletlerden toplanmış askerler birlikte görev yapmışlardır. İkincisi ve belki daha önemlisi, herhangi bir yerleşmede istila sonucu öldürülmüş olan insanların toplu hâlde alanda bırakılması, insan bedeninin hızlı bozulduğu hesaba katılırsa, etrafa yayılacak çok ağır bir koku oluşturacağı ve salgın hastalık riskini de çok üst seviyelere çıkaracağı gerçeğidir. Üstelik bu durum birçok etçil hayvanı da buralara çekecektir. Tarih boyunca yaşanan savaşlarda şehir meydanlarında kalan sahipsiz insan bedenlerinin sonradan uzak bir yere taşınarak buralarda toplu hâlde yakıldıkları veya gömüldükleri sayısız örnek bulunmaktadır. İnsanlığın en büyük katliamı olan İkinci Dünya Savaşı bu tür uygulamaların en korkunç örnekleriyle doludur. Sebep her ne olursa olsun Kurul Kalesi ağır bir yıkımla karşı karşıya kalmış, Kybele heykelinin de aralarında olduğu birçok kült eşyası ve diğer eşyalar yanarak çöken ahşap çatı elemanları ve duvar enkazlarından oluşan ağır yükün altında kalarak tahrip olmuş, Romalılar dâhil olmak üzere fark edilmeleri imkânsız hâle gelmiştir. Bu kadar kalın bir enkaz tabakasını kaldırmak günler sürecek bir iştir. Muhtemelen Romalılar kaleleri birer birer yakıp yıktıktan sonra buralarda fazla vakit kaybetmemiş ve aldıkları emir doğrultusunda asıl hedeflerine, yani VI. Mithradates’i bir an önce yakalamaya odaklanmışlardır. Çünkü Pontos-Roma ilişkileri öyle bir noktaya gelmişti ki Romalılar için en büyük ganimet birçok milletin gözünde efsaneleşmiş olan Pontos kralının kendisiydi.
EKLER