Giriş
Kuzey-Orta Anadolu’da, Amasya ilinin 25 km batısında yer alan Oluz Höyük’teki[1] (bk. Harita, Fig. 1) kazı çalışmaları[2] 16. yılını tamamlarken, 10 yerleşimin üst üste kurulmasıyla oluşmuş bu önemli merkezin her dönemde dinsel bir yapılanma içinde olduğu ortaya çıkmaya başlamıştır.
Oluz Höyük’ün en büyük kazı alanını oluşturan A Açması’nın en kuzey ucunda 2021 döneminde gerçekleştirilen basamaklı derinleşme çalışmaları sırasında Hitit Büyük Krallığı’nın yıkılışına tanıklık eden Çöküş Dönemi’ne (MÖ 1200-1150) ait ilginç kalıntılar açığa çıkarıldı. 7B2 Mimari Tabakası’nda saptanan söz konusu kalıntılar içinde özellikle buğday ve fiğ tohumlarının yakılması ile gerçekleştirilmiş bir dinsel ayine ait kömürleşmiş tohum kalıntıları (Fig. 2), Hititlerin yıkılış sürecindeki yeni inanç sisteminin ritüel ve pratiklerini ilk kez tanımamıza olanak sağlayacak gibi görünmektedir. Buna ilave olarak 2018 döneminde bu alanda bulunmuş pişirilmiş topraktan bir boğa heykelciği[3] (Fig. 3) Oluz Höyük’ün kuzey bölgelerinin Hititler için dinsel faaliyetlerde kullanılmış olduğuna işaret etmektedir.
Hitit çöküşünden yaklaşık 600 yıl sonra Oluz Höyük’ün Phryg Krallığı Dönemi’nde önemli bir dinsel merkez olmaya başladığını işaret eden en önemli yapı Kubaba Sunağı’dır (kurbangâh; Fig.4). MÖ 600 yıllarında inşa edildiği anlaşılan sunağın yerleşmenin o dönemdeki en yüksek noktasına yapılmış olduğu gözlenmektedir[4] . Kubaba Sunağı batı ve doğusundaki statik amaçlı inşa edilmiş uzantıları olmadan düşünüldüğünde, ana plan şeması olarak kareye yakın dikdörtgen biçiminde masif bir yapıdır. Kubaba Sunağı ve yakın çevresinde 2010 döneminden itibaren geliştirilen kazılarda yapıyı işlevlendirmemize yardımcı olan taştan şekillendirilmiş Kubaba heykelciği parçası[5] dışında, çok sayıda dinsel bulgu ele geçmiştir. Bunlar içinde kamçılı kırbaçlara ait olduğunu düşündüğümüz delinmiş phalanx ve astragaloslar[6] dikkati çekmektedir. 2021 döneminde sunağın güneybatısında bulunan kemikten biçimlendirilmiş şahin idolünün (Fig. 5) adak olarak bırakılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Bulgular
Oluz Höyük kazıları, Kuzey-Orta Anadolu ve dolayısı ile Kızılırmak Havzası Geç Demir Çağı kültürünün Doğu ile olan ve bugüne kadar bilinmeyen bağlantılarını açığa çıkarmaya başlamıştır. 2B Mimari Tabakası’nda (Fig. 6; MÖ 450-300), Akhamenid (Pers) katmanlarında saptanan önemli ve eşsiz arkeolojik bulguların Arkaik Monoteizm’e işaret ettiği gözlenmektedir[7] . Temel pratiğini Ateş Kültü’nün oluşturduğu bu inanç sisteminde Ateşgede[8] , İbadethane, kutsal küllerin depolandığı alanlar ve kutsal eşyaların gömülmüş olduğu bothroslar[9] , içki[10] ve su kültüne[11] ait bulgular ile kurban çukurları[12], Oluz Höyük’te MÖ 5. yüzyıldan itibaren kurumsallaştığı gözlenen Arkaik Monoteizmin işaretlerini yakaladığımız yeni bir dinin varlığını göstermektedir.
Arkaik Monoteizm’in başlangıç noktasında (MÖ 5. yüzyıl) Kızılırmak Havzası’nda farklı bir tapınak sistemi ortaya çıkmıştır. 2B Mimari Tabakası’nda, kuzeyden güneye eğim yaparak uzanan ve Akhamenid yerleşmesinin ana omurgasını oluşturan Pers Yolu’nun güneyinde dinsel yapıların ağırlıkta olduğu bir bölge açığa çıkmaya başlamıştır (Fig. 6-7). Bu alanda yer alan ve tasarımları ile inşasının birlikte yapıldığı anlaşılan Ateşgede ve İbadethane, Anadolu Geç Demir Çağı arkeolojisi için yeni bir dinsel yapılanmaya işaret etmektedir.
Arkeolojik bulgular batısında yer alan İbadethane ile olan anlamlı geometrik konumu oldukça dikkat çeken Ateşgede’nin, MÖ 450 yıllarında inşa edildiğine ve en azından 2A Mimari Tabakası’nın ilk 50 yılında (MÖ 300-250) ayakta kalmış olduğuna işaret etmektedir. Yaklaşık 200 yıl faaliyet göstermiş olan Anadolu’nun bilinen bu en eski Ateşgedesi toprak üzerine oturtulmuş 1,60 m çapında bir ateş çukuru ile bunun güneyinde uzanan naos’tan oluşmaktadır (bk. Plan 1, Çiz. 1, Fig. 8). Naos’la birlikte dört köşe olduğu gözlenen Ateşgede’yi kuzey ve batıdan basit ve niteliksiz olarak inşa edilmiş set duvarlarının çevrelediği gözlenmektedir. Ateşgede’nin güneyinde kurban kanlarının akıtıldığı bir kanal, doğusunda ve kuzeydoğusunda buraya ulaşan özel yollar ile platformların bulunduğu bir Kutsal Alan bulunuyordu (bk. Plan 1, Çiz. 1; Fig. 8). Kutsal Ateş Çukuru’nu oluşturan taş sırasındaki özel taşlar üzerindeki duman artıklarının kalıntıları ile çukurun içi ve çevresindeki kül ve karbonların varlığı, burada yanmış ateşin “Sonsuz Ateş” olarak hemen hemen sürekli yandığını kanıtlar niteliktedir. Bu bağlamda bugüne değin arkeologlar ve dilbilimcilerin Ateş Kültü’nün varlığına dair problemleri üzerine yaptıkları teorik tartışmaların arkeolojik doğrularını Oluz Höyük’te açığa çıkmaya başladığını söyleyebiliriz.
Strabon (MÖ 64-MS 21), Kappadokia’da Pyraetheia’ların (ateşgedeler) içinde çevresi kapalı ve üstü açık sellalarda ebedi ateşlerin yandığından bahsetmektedir;
“……Kappadokia’da (ki burada adına Pyraetheia adı verilen Magi kastı oldukça geniştir ve ayrıca bu ülkede çok sayıda Pers tanrılarına adanmış tapınak yer alır), kurbanlar kılıç ile verilmez. Bunun yerine bir çeşit odun ile döverek kurbanlar sunulur. Burada aynı zamanda Pyraetheia adı verilen açık hava tapınakları yer alır. Bu mekânların merkezinde üzerinde çok miktarda kül bulunan ve Magi’nin kutsal ateşi sürekli olarak yanar durumda tuttuğu bir sunak yer alır. Buraya her gün giren magi bir saat boyunca ilahiler okur. Asalarını ateşin önünde tutar ve başlarına, yanaklarına kadar uzayıp dudaklarını örten keçe başlıklar takarlar. Aynı gelenekler Anaitis ve Omanus tapınaklarında da görülür. Bu tapınakların da kutsal bölümleri bulunur. İnananları kutsal geçit törenlerinde Omanus’un ahşap heykelini taşırlar. Şimdi bunları bizzat gördüğüme göre; diğer başka şeylerle birlikte, takip eden olaylarla birlikte bu tarihçede kaydedilmiştir[13].”
Bu önemli bilgi Oluz Höyük bulgularıyla birlikte, ateşgedelerin Roma Dönemi’ndeki varlıkları kadar, Roma öncesindeki mevcudiyetlerine de ışık tutmaktadır. Oluz Höyük Ateşgedesi, Kappadokia’da Strabon öncesi dönemlerde, özellikle Akhamenid egemenliğinin yaşanmakta olduğu MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda ebedi ateşlerin yandığı tapınak ve kutsal alanların olduğuna işaret eden ilk arkeolojik bulgudur. Strabon, değişimler yaşamış olsa da Roma Dönemi’ne kadar devam eden bu geleneğin tanığı ve aktarıcısı olmuştur.
Açığa çıkarılan kalıntıların ışığında, Persler için kutsal ve ebedî ateşin yandığı Oluz Höyük Ateşgede’sinin mütevazi ve basit bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Kutsal ateş çukuru ve naosla birlikte dörtgen bir plan şeması yansıtan Ateşgede’nin (Fig. 8) merkezi bir yapı karakterinde olduğu ve çevresinde konuşlanmış yapılarla bir tapınak sistemi oluşumu içine girdiği gözlenmektedir. Set duvarları ile çevrilmiş olduğu anlaşılan Ateşgede’nin içinde yanmakta olan ateşin dışarıdan görünmesi için üstünün kapatılmamış olduğu düşünülebilir. Ayrıca Kutsal Ateş’in yanında her gün saatlerce dua okuyan Magus’un (Mog) sesinin duyulabilmesi için de üstünün açık olması önemliydi. Bu küçük yapı, içinde toplu ve kalabalık ibadete uygun olmadığı için hemen batısına ibadete katılabilecek bir yapı tasarlanmış ve sütunlu salon tarzında bir İbadethane (Peresteşgâh[14]) inşa edilmiştir (bk. Plan 1, Çiz. 1, Fig. 9, 11). Bugüne değin güney bölümü dışında tüm duvarları açığa çıkarılmış olan İbadethane’yi altı adet sütunun taşıdığı büyük bir çatının kapladığı anlaşılmaktadır. Henüz kazısı tamamlanmamış olmasına karşın mevcut boyutu 100 m2 ’yi geçen İbadethane içinde kuzey-güney doğrultusunda iki sıra halinde aralıklarla yerleştirilmiş üçer adet olmak üzere toplam altı adet taş sütun kaidesi açığa çıkarılmıştır. Kum taşından şekillendirilmiş olan taş kaideler birbirine yakın büyüklükte olup, ortalama 0,50 m çapındadır. Kaidelerin dibinde bulunan yumruk büyüklüğündeki moloz taşlar, oldukça uzun ve kalın ahşap dikmeleri taşıyan taşların devrilme ve kaymasını önlemek amacıyla yerleştirilmiştir. İbadethane içinde bulunan çok sayıda çanak-çömlek parçası (Fig. 10) ve küçük buluntu, yapıyı MÖ 5. yüzyıla kesin olarak tarihlendirmektedir. İbadethane’nin doğu duvarının tam ortasında Ateşgede’yi doğrudan gören bir açıklık bulunmaktadır. Kuzeydeki sütunların arasından Ateşgede ve içinde yanmakta olan Kutsal Ateş rahatlıkla görülebilmekteydi. İbadet için İbadethane’ye gelmiş insanlar özellikle sabahın çok erken saatlerinde bulundukları yerden hem yanan ateşi hem de Ateşgede üzerinden doğan güneşi aynı doğrultu üzerinde izliyor olmalıydılar (Fig. 11). Başlangıçtan beri Zerdüşt Dini’nin odak noktası olan ateş, bu yönüyle bir kıble özelliğindedir. Kıble bir yön birliği ve bir yönelme noktasıdır. Kıblenin varlığı monoteizmde tanrısal gücü temsil eden yapıya ya da sembole doğru birlikte yüksek dinsel duygularla yapılan ibadetin gerçekleştirilmesini sağlamaktadır. Oluz Höyük’teki bu arkeolojik gerçeklikler ve gözlemler, ilk defa Anadolu ve Önasya’da monoteist inanç sistemi çerçevesinde ve dinsel yapılanma doğrultusunda ritus mekânı ile ibadet mekânının bilinçli olarak ayrılmış olduğuna da işaret etmektedir.
Oluz Höyük Ateşgedesi henüz tümüyle açığa çıkarılmış değildir ve eklentileri güneye doğru devam etmektedir. 2020 dönemi çalışmalarında Ateşgede’nin güneyindeki alanda, İbadethane ile arasındaki boşlukta yaptığımız genişleme ve derinleşme çalışmaları sonucunda çok önemli dinsel bulgulara ulaşılmıştır. Söz konusu alanda saptanan taş ve kalypterden oluşturulmuş kısa bir kanal oldukça dikkat çekicidir. İlk aşamada bir taş yığıntısı olarak beliren kanal ve yakın çevresinde gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda iri bir kalypterin kuzey-güney doğrultusunda toprağa ters durumda yerleştirilmiş olduğu görülmüştür (Fig. 12). Söz konusu kalypter 0,65 m uzunluğunda ve 0,20 m genişliğindedir. Kanalın üzeri düzgün yerleştirilmiş bir taş dizisi ile kapatılmış olup, sonrasında kanalın tamamı gelişigüzel atılmış taş ve toprak yığını ile örtülmüştür. 2013 döneminde başlayan Oluz Höyük Ateşgede kazıları sırasında, söz konusu kalıntıların üstünün de tümüyle taş ve toprakla kaplanmış olduğu gözlenmişti. Bu durum Ateşgede’ye ait mimari ögelerin bilinçli olarak yıkılarak tahrip edilmiş ve sonrasında tekrar kullanılmaması için taşlarla örtülmüş olduğu anlamına gelmektedir. Benzer bir uygulamanın kanal için yapıldığı, sökülerek tamamen yok edilmek yerine taşlarla kapatılarak kullanılamaz duruma getirildiği anlaşılmaktadır. Kuzey-güney uzunluğu 1,10 m olan kanal batısındaki taş blokajla birlikte 0,40 m genişliğindedir. Kuzeyden güneye eğimli yerleştirilmiş kalypterin güney ucuna yerleştirilmiş iri bir moloz taş, kanalın giderini kapatmıştır. Ateşegedenin güneye doğru devam eden ve yeni açığa çıkarılan duvarına bitişik olarak yerleştirilmiş kanalın girişindeki toprak birikintisi içinde bulunan bazı hayvan kemik parçaları, burasının özel bir işleve sahip olduğuna işaret etmektedir. Ateşegede’ye olan yakın konumu kanalın, büyük olasılıkla kutsal ateşin yanında gerçekleştirilen kurban ritüelleri ile bir ilgisi bulunduğuna işaret etmektedir. Oluz Höyük Arkeozooloji uzmanı Prof. Dr. Vedat Onar tarafından kanalın ağız kısmında bulunan hayvan kemikleri üzerinde yapılan incelemeler sonucunda, bunların satır marifetiyle parçalanmış genç bir sığıra ait olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda Ateşgede’nin hemen güneyinde yer alan kanal, Kurban Kültü’nün Ateş Kültü ile birlikte icra edildiğine işaret etmektedir. Bu özel kanalın değişik, kaliteli yapısı ve giderinin kapatılmış olması, burasının esas işlevinin kurbandan akan kanların yönlendirildiği ve biriktirildiği bir alan olduğunu göstermektedir. Kurban Kanalı’nın önünde ele geçen MÖ 5. yüzyıla ait fisto ve üçgen motifleriyle bezenmiş Orta Anadolu Demir Çağı geleneğinde üretilmiş boya bezekli çömlek parçası (Fig. 13), 2B Mimari Tabakası’nın tarihlemesini teyit eder özelliktedir.
Oluz Höyük’te geçmiş yıllarda yapılan kazılarda, kurban edilmiş bazı hayvanlara ait bulgular açığa çıkarılmıştı. Kurban çukurlarında bulunan sığır, eşek ve domuz kafatasları, kurban edilen hayvanlarda tekdüzelik yerine çeşitlilik olduğunu göstermektedir. Herodotos’un, Perslerin sığır (öküz) ve eşek yediklerine dair aktardığı bilgiler, kurbanların Akhamenidlerle olan ilişkileri hakkında şüpheye yer bırakmamaktadır. Herodotos ayrıca, Ateş Kültü rahiplerinin (Mog, Magus) insan ve köpek dışında her canlıyı öldürebileceklerini aktarmaktadır[15]. Bu bilgi, köpeğin kurban hayvanları içinde yer almadığına işaret etmektedir. 1910’da Manyas Gölü kıyısındaki Daskyleion’da (Hisartepe) bulunmuş bir kabartmada, ellerinde kurban aletleri bulunan iki şahıs, önlerindeki sunak üzerinde kurban etmiş oldukları boğa ve koyunun kafaları ile betimlenmiştir (Fig. 14). MÖ 5. yüzyıla tarihlenen yani Oluz Höyük Ateşgedesi ile çağdaş olan bu kabartma bir kurban ayinine ait olmalıdır. Ağızları bir peçe ile örtülü olan Magusların Zerdüşt Dini geleneklerine uygun giyinmiş oldukları gözlenmektedir. Bu durum kurbanların insan nefesi ile kirlenmemesi için bir önlem olmalıdır. Magusların sol ellerinde bulunan dibe doğru daralan silindirik aletlerin kurban işlevi ile ilgili olduğu, bu durumda hayvanların tokmak benzeri ahşap aletlerle dövülerek öldürülmüş olduğu anlaşılmaktadır. Daskyleion kabartmasının sol üst köşesinde betimlenmiş nesnenin bir ateş sunağı olduğu görülmektedir. Bu bağlamda kurban törenlerinin Ateş Kültü ile ilişkili olma ihtimali bulunmaktadır. Oluz Höyük’te Ateşgede’nin yanı başında açığa çıkarılan kurban kanalı, Pers betimleme sanatında anlatılmak istenen bir ritüeli arkeolojik olarak kanıtlamış bulunmaktadır.
İbadethane’nin kuzeyinde açığa çıkarılan küçük bir kerpiç yapının (Fig. 15) Ateş Kültü ile ilgili özel bir işlevi olduğu düşünülebilir. 2,40x2,10 m boyutundaki yapının orta bölümü küçük bir hücre biçimindedir. Bu alanda yapılan derinleşme çalışmalarında her biri farklı renkte en az 7 katman kül bulunduğu gözlendi (Fig.16). Kerpiçlerin kırılgan durumu bu küçük yapıda kesinlikle ateş yanmadığına ya da yangın yaşanmadığına işaret etmektedir. Bu bağlamda söz konusu katmanları oluşturan küllerin bu yapıya yakın bir yerden özel olarak taşınmış olduğuna işaret etmektedir.
Değerlendirme ve Sonuç
Oluz Höyük’te açığa çıkarılan Ateşgede ve çevresinde konuşlanmış olan yapılar yalnızca Akhamenid arkeolojisi için değil aynı zamanda Ön Asya din arkeolojisi ve din tarihi için de çok önemli bulgulardır. Söz konusu bulgular Demir Çağı Anadolu’sunda tapınma mekânının tasarımına yeni bir bakış açısının geldiğini kanıtlamaktadır. Bulgular Kızılırmak Havzası’nda yani Orta Anadolu ve yakın çevresinde ilk defa ayin mekânının merkezi konumda düşünüldüğünü, ritus ve ibadet mekânları ayrımına gidildiğini göstermiştir. Çok sütunlu bir yapı olan İbadethane (Peresteşgâh) ile hemen doğusuna yerleştirilmiş Ateşgede, Akhamenid Dönemi’nde Persler için Anadolu’da inşa edilmiş olan ilk tapınak olarak değerlendirilebilir. Buna karşın Herodotos, Perslerin tapınak bilmediklerini ve yapmadıklarını şu şekilde ifade etmiştir: “Perslerin göreneklerine gelince, işte bildiklerim şunlardır: Tanrı heykeli, tapınak, sunak yapmak gibi şeyler bilmezler; hatta yapanlara deli derler, bu sanırım, onların tanrılara, Yunanlılar gibi insan biçimi yakıştırmış olmamalarından ileri gelir”[16]. Historiai’da, Herodotos’un Amasya ve yakın çevresinden bahsetmemiş olması, söz konusu bölgeyi ve Oluz Höyük’ü hiçbir zaman ziyaret etmemiş olduğuna işaret etmektedir. Burada ilginç olan durum, MÖ 480 yılı civarında doğmuş olduğu bilinen Herodotos’un 30’lu yaşlarındayken Oluz Höyük Ateşgedesi’nin faaliyette bulunuyor olmasıdır. Bu bağlamda Oluz Höyük İbadethane ve Ateşgedesi’nin, tarihsel süreçte Pers tapınak geleneğinin başlangıç noktasında yer aldığı söylenebilir. Ateş Kültü ile bağlantılı monoteist görünümdeki bu yeni dinin Anadolu coğrafyasında doğmuş ve kurumsallaşmış olabileceğine ilişkin kanıtların varlığı, Ön Asya din tarihinin yeniden tartışılmasına da olanak sağlayacaktır. Günümüz Zerdüşt Dini ile gerek mimari gerekse de rituslar açısından yakın benzerlik taşıyan Demir Çağı’nın bu yeni Anadolu dini ile ilgili benzer bulgular bugüne değin ne İran ne de doğusundaki Afganistan ve Turan coğrafyalarında saptanamamıştır.
Ateşgede ve batısındaki İbadethane’nin Pers Dönemi’nin Anadolu’daki ilk tapınağı olabilecek özelliklere sahip bulunması din arkeolojisi ve din tarihi bakımından oldukça önemlidir. Set duvarları ile çevrili basit bir Ateşgede’den üstü kapalı bir İbadethane kavramının doğmuş olması, Persler için tapınak uygulamasının başlangıcı ve kökeni olmalıdır. Perslerin tapınak kavramını bilmemeleri, Zerdüşt Dini’nin kurumsallaşması ile birlikte değişmiş gibi görünmektedir.
MÖ 5. yüzyıl ortalarında Oluz Höyük’te inşa edilen Ateşgede ve İbadethane, Kızılırmak Havzası’nın Demir Çağı sürecindeki ilk tapınağıdır. Orta Anadolu ve yakın çevresinde yapılan kazılar, Hitit Dönemi’nden (MÖ 1200 yılları) sonra kapalı mekân tapınak geleneğinde bir duraksama dönemi ya da kopukluk olabileceğine işaret etmektedir. Kızılırmak’ın batısında yer alan gerçek Phryg Ülkesi Demir Çağı yerleşmelerinde kapalı mekân tapınaklarının varlığına dair tatmin edici bulgular bugüne değin ele geçmemiştir. Bu değerlendirmeye Göllüdağ ve Kerkenes Dağ yerleşmeleri de dahil edilebilir. Kızılırmak kavisi içindeki bazı yerleşmelerde açığa çıkarılan Kubaba kutsal alanları dışında Orta Anadolu ve yakın çevresinde Erken, Orta ve Geç Demir Çağı sürecinde kapalı mekân tapınak yapısına bugüne değin rastlanılmamıştır. Oluz Höyük 2B Mimari Tabakası bulguları ise Geç Demir Çağı ve MÖ 6. yüzyıl başlarında, önce Medlerin sonrasında ise Perslerin Anadolu’yu işgali ile birlikte başlayan dinsel yapılanmadaki yeniliklerin mimariye yansımaya başladığına işaret etmektedir. Aslında Perslere uzak olan kapalı mekân tapınak kavramının ilk olarak Anadolu topraklarında ortaya çıkmış olması anlamlıdır. Burada üzerinde durulması gereken husus, Medler ve Perslerin Anadolu topraklarına girdiği döneme değin, Kızılırmak Havzası dinsel yapılanmasında ana unsur durumundaki Kubaba Dini’nin yerine iç ve dış dinamiklerin etkisiyle ortaya çıkan Ateş Kültü’nün, Arkaik Monoteizm çerçevesinde kurumsallaşmaya başlamış olmasıdır. Med geleneklerinden beslenen ve Erken Zerdüşt Dini gibi bir isimle de tanımlanabilecek bu yeni dinsel yapılanmanın şimdilik yalnızca Kızılırmak Havzası’na özgü olduğunu söyleyebilecek durumdayız. Basit ve gösterişsiz bir mimariye sahip bir Ateşgede ve onunla fiziki bağlantısı olmasa da konumsal ilişkisi bulunan bir İbadethane yapısının varlığı, sonraki dönemlerde Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi tek tanrılı dinlerde ortak nokta olacak bir toplanma mekânında cemaat oluşturulması fikrinin ortaya çıkışı ile ilgili olmalıdır. Bu durum daha önceki Anadolu din sistemleri ve eski Yunan paganizminde yoktur. Ritus pratiği ve bunu izleyerek ibadete katılan cemaatin varlığı, birbirleri ile ilişkili iki ayrı kutsal yapının birlikte çalışarak tapınak sistemini ortaya çıkarmış olmasıdır. Bu durumu dinsel eylemlerin tapınak mekânına etkisi olarak da açıklayabiliriz. Bu yeni dinsel mimari Demir Çağı’nda yeni bir inanç sistemi ile birlikte Anadolu coğrafyasında ortaya çıkmıştır.
Oluz Höyük 2B Mimari Tabakası tapınağı ile birlikte Perslerde ve Anadolu’da kutsal yapı kavramının başlamış olduğu düşünülebilir. İbadethane’ye kuzeyden ulaşan Pers Yolu’nun batı kenarında yer alan taş teknenin varlığı, yapıya girmeden ve ibadete başlamadan önce su ile arınmanın varlığına bir işaret olarak değerlendirilebilir. Bu durum kişisel arınmanın İbadethane’ye giriş ve ibadete başlamak için bir ön şart olduğunu ve yapıların kutsal olarak kabul edildiklerini göstermektedir. Benzer bir durum İslamiyet için de geçerlidir.
İbadethane’nin kuzeyinde ve Pers Yolu’nun batı kenarında saptanan bir bothrosta (b.3105) bulunan ve Erken Zerdüşt Dini rituslarında kullanılmış olduğu düşünülen ateşdan, mah ruy, kepçe, kap-kacak, testere ve balta gibi tapınak envanterini oluşturan bulgular (bk. Tablo[17]), Oluz Höyük İbadethane ve Ateşgedesi’nin günümüze ulaşan hatıralarını oluşturuyor olmalıdır. Söz konusu bulguları andıran objelerin günümüz Zerdüşt Dini ayinlerinde kullanılıyor olması, bu dinin Oluz Höyük’te kökeninin ya da erken bir döneminin saptandığı ve kutsal kitap Avesta’nın bile yazılmadığı bir evresinin (sözel dönem) yaşandığına işaret etmektedir.
EKLER