Azerbaycan’da, Bakü Tarih Müzesi’nin zengin eser koleksiyonu arasında bulunan iki mezar taşı, üzerindeki figürlü tasvirleriyle dikkati çekmektedir. Daha önce varlığından haberdar oluğumuz, ancak 2006-2007 yıllarında Azerbaycan mezar taşları konusunda yaptığımız alan araştırmaları esnasında[1] müzedeki tadilat sebebiyle göremediğimiz bu eserleri, söz konusu tadilatın tamamlanmasından sonra 2008 yılında Şemkir’de gerçekleşen uluslararası bir kongre vesilesiyle yerinde inceleme imkanı bulduk. Gerek form itibariyle, gerekse dış yüzlerindeki tasvirleri bakımından Azerbaycan’ın zengin mezar kültürü ve mezar taşlarına önemli birer örnek teşkil eden bu eserler, üzerlerinde durulması gereken bir nitelik taşımaktadırlar. Böyle bir düşünceden hareketle, bu yazımızda söz konusu mezar taşlarını form ve tasvirleri bakımından tanıtarak, bunlara ilişkin görüş ve düşüncelerimizi aktarmaya çalışacağız. Ölen kişilerin kimlik bilgileri bulunmadığı için kime ait oldukları tespit edilemeyen bu mezar taşları, daha eski olanından başlanmak suretiyle müzedeki teşhir numaralarına göre adlandırılarak ele alınacaktır.
I. 67 Numaralı Mezar Sandukası
121x73x17,5 cm ölçülerindeki dikdörtgen prizmal formlu taş sanduka, Bakü Tarih Müzesi’ne Mingeçevir’den getirilmiştir.[2] Kaide yapısından özgün halinin şahidesiz olduğu tahmin edilen sandukanın, boyuna ve yüksekliğine göre eninin ince tutulduğu, kabaca yontulmuş kaidesinden alt kısmının toprağa gömülerek mezarın üstüne oturtulduğu anlaşılmaktadır. Kitabesinden 684 (m.1285-86) tarihli[3] olduğu tespit edilen sandukanın yan yüzlerinde, süslemeli bordürlerle kartuşlar içerisine alınmış yazı ve figürlü tasvirler mevcuttur. Üst yüzeyi kırılmış ve tahrip olmuş durumdaki sandukanın baş ve ayak kısmına gelen dar yüzlerinde de figürlü tasvirler bulunmaktadır (Res. 1-5; Şek. 1-5).
Taşın uzun yan yüzlerinden birinde; kabartma tarzında, önlerindeki ejdere doğru ilerleyen iki atlının yer aldığı av sahnesi tasvir edilmiştir. Atların kuyruklarının uzun ve düğümlü oldukları dikkati çekmektedir. Her iki süvarinin başları büyük tutulmuş; sivri çeneli yüzleri profilden verilmiştir. Öndeki atlı sol eliyle ok ve yayını, sağ eliyle de atının dizginlerini tutmaktadır. Sağ tarafında sadağı bulunan ve altında ayrıca kılıcı sarkan bu kişi okuyla yayını germiş, önündeki ejdere doğru ok atmak için hazırlık yapar pozisyondadır. Süvarinin başının gerisinde dolunay olduğunu düşündüğümüz daire şekilli bir nesne görülmektedir. Atlının önünde, başını yukarı kaldırmış ve uzun dilini çıkarmış haldeki ejderin gövdesi düğümlüdür. Yürür vaziyette resmedilmiş olan at, ön ayaklarıyla ejderin düğümlü bölümüne basmakta, arka ayakları ile de kuyruk kısmını çiğnemektedir. Yüzü yine cepheden verilmiş olan arkadaki binici; sol eliyle atının dizginlerini, sağ eliyle de muhtemelen doğan olduğunu tahmin ettiğimiz bir avcı kuşu tutmaktadır (Res. 2, Şek. 4).
Sandukanın diğer uzun yan yüzünün bir bölümünde boğa, geyik, koyun ve yılandan (ejder?) oluşan bir hayvan topluluğu ile diğer yarısında nesih tarzda Arapça ayet kitabesi yer almaktadır. Bunları kuşatan kenar bordürünün dört tarafında, birbirinden farklı dört süsleme motifinin uygulandığı dikkati çekmektedir. Etrafı bir silmeyle sınırlandırılmış alana yedi satır halinde kabartma tekniğiyle hakkedilmiş kitabesi yerleştirilmiştir (Res. 3-4, Şek.5). Kitabenin özgün metni şu şekildedir:
الله لا اله الا هو الحي القيوم لا تاخذه سنة
ولا نوم له ما فى السموات وما فى الارض من
ذاالذى يشفع عنده الاباذنه يعلم ما بين ايديهم
و ماخلفهم ولا يحيطون بشئ من علمه
الا بما شاء وسع كرسيه السموات و الارض
ولا يوده حفظهما وهوالعلى العظيم[4] سنه
تاريخ عين بعد موته ستمايه و ثمانين اربعة
Okunuşu:
Allâhü lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyü’l-kayyûm lâ te’huzuhû sinetün
ve lâ nevmün lehû mâ fi’s-semâvâti ve mâ fi’l-ardi men
ze’llezî yeşfeu indehû illâ bi-iznihî ya’lemu mâ beyne eydîhim
vemâ halfehüm velâ yuhîtûne bi-şey’in min ilmihî
illâ bimâ şâe vesia kürsiyyühû’s-semâvâti ve’l-ardi
velâ yeûduhû hıfzuhumâ ve hüve’l-aliyyü’l-azîm. Sene
târîhi ayn ba’de mevtihî sitte mie ve semânîne erbaa.[5]
Anlamı: Allah, O’ndan başka tanrı yoktur. O daima hayy’dir (diridir), kayyûm’dur (sürekli vardır). Kendisini ne bir uyku ne de bir uyuklama tutabilir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun izni olmadıkça katında şefaat edecek yoktur. O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir (O’na hiçbir şey gizli kalmaz). O’nun bildirdiklerinin dışında insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O çok yücedir ve çok büyüktür[6]. Tarihi ölümünden sonra altı yüz seksen dört (m.1285-86) yılı…
Kitabeden; sandukanın, kişinin ölümünden sonra sevenleri tarafından yaptırılmış olduğu anlaşılmaktadır. Ancak ölenin ismi ve kimliğine ait bilgi yoktur.
Sandukanın kısmen silinmiş kısa yüzlerinden birinde; dua eder vaziyette kollarını açmış ve ellerini havaya kaldırmış halde bir insan tasviri görülmektedir. Figürün cepheden verilen ve gövdeye oranla büyük tutulduğu görülen baş kısmında miğfer tarzında bir başlık dikkati çekmektedir. Taşın diğer kısa yüzünde; bir atın veya koçun üzerinde kanatlarını açmış büyük bir kartal (veya huma kuşu?) figürü yer almaktadır (Res. 1,4).
II. 64 Numaralı Koç Şekilli Mezar Taşı
Karabağ bölgesinden müzeye getirilmiş[7] olan koç heykeli şeklindeki bu mezar taşı, 82x44x36 cm boyutlarındadır. Siyah bazalt taştan, ön ve arka ayakları birbirinden ayrık olarak yontulmuş koçun zencirek şeklinde örgülü süslemeye sahip boynu vücuduna oranla kalın tutulmuştur. Boynuzu iki yanda kıvrımlı bir volüt şeklindedir. Sol boynuzu ve burun tahrip olmuştur. Boynuzların gerisinde koçun kulağının da işlendiği görülür. Boynu dışında heykelin diğer vücut uzuvlarının nispeten realist bir üslûpta ele alındığı anlaşılmaktadır (Res. 6).
Koç heykelinin üstünde, sırt kısmına Arap harfleriyle sülüs tarzında;
الله محمد علی اغالار ...
yazısı hakkedilmiştir.
Yazının okunuşu: “Allah, Muhammed, Ali, Ağalar…” şeklindedir:
Üzerinde belirtilmediği için eserin kesin tarihini tespit etmek mümkün olmakla birlikte, üslûp özellikleri itibariyle mezar taşı 15-16. yüzyıllara maledilebilir[8]. Yazıda “Allah, Muhammed, Ali” isimlerinden sonra zikredilen “Ağalar” isminin ölen kişiyle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, bu şahsın kimliğine ait başka bilgi yoktur.
Koçun gövdesinin iki yan yüzünde kabartma şeklinde birer av sahnesi tasvir edilmiştir. Bunlardan sağ yandaki tasvirde yer alan avcı at üstünde; diğer yüzdeki yaya olarak resmedilmiştir. Her iki betimlemede de kişinin yüzü cepheden verilmiş ve miğferli olan başı vücuda oranla biraz büyük tutulmuştur. Sağ yandaki tasvirde, kuyruğu düğümlü bir ata binmiş avcı, sağ eliyle kılıç, sol eliyle atının dizginlerini tutmaktadır. Önünde bir dağ koyunu, arkasında ise dağ keçisi yer almaktadır. Bunların dağ koyunu ve dağ keçisi olduğu boynuzlarından tespit edilmektedir. Zira, öndeki dağ koyunun boynuzları iki yana doğru; dağ keçisinin ise geriye doğru uzanmaktadır. Koçun sol tarafındaki tasvirde ise ayakta yaya olarak duran avcı, önünde bulunan geyik ve dağ keçisine karşı ok atar pozisyonda resmedilmiştir. Avcının ilk attığı ok, ona daha yakın olan geyiğin böğrüne saplanmış haldedir. Belindeki kuşağın altında kılıcı ve sadağı bulunan avcının, sadağının gereğinden büyük yapıldığı ve alt ucunun, geyiğin arka ayaklarına kadar uzandığı görülmektedir. Her iki yüzde de farklı pozisyonlarda verilmesine rağmen, tasvir edilen insan figürünün aynı kişiye ait olduğu anlaşılmakta, bu da söz konusu tasvirlerin ölen kişiyi betimlediğini göstermektedir. (Res. 6-8; Şek. 6-7).
Değerlendirme ve Sonuç
Azerbaycan’da oldukça eskilere giden bir mezar taşı kültürüne rağmen, burada ele alınan eserlerden ilki; üzerindeki “altı yüz seksen dört” (m.1285-86) yazısı ile, bölgede üzeri tarih kitabeli en eski mezar taşı örneği niteliğindedir. Daha eski olduğu anlaşılan diğer mezar taşlarının üzerinde tarih yazısı bulunmadığından kesin tarihleri tespit edilememektedir.
Sanduka şeklindeki mezar taşlarına bugünkü Azerbaycan’ın hemen her bölgesinde rastlanmaktadır[9]. Bazı ayrıntılar bakımından bölgelere ve yörelere göre farklılıklar gösteren bu tip mezar taşlarının form itibariyle Türk mezar kültüründe de oldukça yaygın olduğu bilinmektedir.
Koç heykeli şeklindeki mezar taşları, Türklerin yaşadığı geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Azerbaycan’da yaygın olarak görülen bu tip mezar taşlarının en güzel örnekleri Gence’de[10], Nahçivan’da[11] ve halen işgal altındaki Karabağ bölgesinde[12] bulunmaktadır. Aynı şekilde Anadolu’nun doğu bölgelerinde; Kars, Ardahan, Iğdır, Tunceli, Van yörelerinde de Akkoyunlu ve Karakoyunlulara maledilen koç heykeli şeklindeki mezar taşlarına rastlanmaktadır. Hatta iç ve batı Anadolu’da, Afyon ve Akşehir’in bazı köylerinde de bu tür mezar taşları tespit edilmiştir[13].
İncelenen örneklerden her iki mezar taşında da tasvirlerin ana konusunu oluşturan av sahnesi; Türk sanatında minyatür, çini, maden, mezar taşları gibi eserlerde ve Selçuklu dönemi sikkelerinde önemli bir tema olarak yer tutar.[14] Bu bağlamda, av sahneleri Azerbaycan mezar taşlarında da sevilerek uygulanmıştır. Ancak bunların Bakü Tarih Müzesi’ndeki bu iki eser ile bugün Gobustan Tarihi Milli Park’ta bulunan iki mezar taşı dışında en güzel örneklerin, halen Ermeni işgali altındaki Karabağ bölgesinde ve özellikle Sisyan Rayonu’nda olduğu bilinmektedir.
Aile veya mensubu bulunulan boyun yiyecek ihtiyacını temin etmenin yanında, Türklerde av kültüyle[15] de ilişkilendirilebilecek nitelikteki avın, mezar taşlarında tasvir konusu[16] olarak uygulanması eski Türk kültürüne dayanmaktadır.[17] Nitekim yukarıda belirtilen Azerbaycan örnekleri ile Afyon Müzesi’nin bahçesinde[18] ve Bosna Hersek’te Saraybosna Milli Müzesi’nin avlusundaki aynı temayı işleyen mezar taşları arasındaki üslûp benzerliği bir tesadüfle açıklanamayacak kadar güçlüdür. Gerek Azerbaycan’daki bu örneklerde gerek ise Afyon’daki mezar taşlarıyla Bosna Hersek’teki Bogomilciler dönemine ait benzer tasvirlere sahip mezar taşları arasındaki bu üslûp birliğini, herhalde Esin’in de belirttiği[19] gibi kökleri Orta Asya’ya uzanan ortak Türk kültürünün yansımalarından başka şekilde açıklamak mümkün olmayacaktır.
Mezar taşları üzerindeki tasvirleri oluşturan figürleri, ikonografik anlamları itibariyle tek tek değerlendirmek de mümkündür. Ancak, bunlara ilişkin burada fazla ayrıntıya girmeksizin, sadece I. Örnekte, öndeki atlının ayakları altındaki ejdere kısaca değinmek istiyoruz (Res. 2; Şek. 4). Bilindiği gibi insanın ejderle mücadelesini konu alan sahnelere, başka kültür çevrelerinde de rastlanmaktadır. Türk sanatında ise bu unsur, Pencikent’teki duvar resimlerinden (7-8. yüzyıllar) başlayarak pek çok Ortaçağ sanat eserinde karşımıza çıkmaktadır.[20] Genel bir değerlendirme ile buradaki ejderlerin, insanın mücadele ettiği kötülük sembolü olan ve aynı zamanda ay ve güneş gibi gök cisimlerini yutarak onların tutulmalarına sebep olduğuna inanılan yaratık olduğu düşünülmektedir. Atlının üst gerisinde yer alan, bir kısmı tutulmuş aya benzeyen nesnenin de böyle bir inanış ve tasavvurla ilgili olduğu tahmin edilmektedir. Buradaki atlı avcı-ejder ilişkisi Pers mitolojisinde on iki insanı yutan ve doğan güneşi yutmak üzere ağzını açmış bir canavarı, dokuz günlük mücadele sonucunda mağlup eden Karesaspa[21] adlı genç bir kahramanı da akla getirmektedir.
Türk - İslâm döneminde karanlığın ve kötülüğün temsilcisi olan ejderi avlamak, öldürmek; onu avlayıp öldürenin kahramanlığına, gücünün yüksekliğine, mertliğine ve yiğitliğine de işaret eder.[22] Bu cihetle buradaki mezar taşında böyle bir tasvirin işlenmesi ile mezar sahibinin (ölenin) kötülük sembolü olan ejderi öldürmek suretiyle yukarıda sayılan vasıflara eriştiği ve yüce bir kişiliğe sahip bulunduğu ifade edilmek istenmiş olmalıdır.
Mezar taşları üzerindeki tasvir unsurlarının her birini bunun gibi açıklayacak olursak, burada yer alan tasvirlerin basit bir şekil ve süslemeden ibaret olmayıp, bunların ölen kişinin niteliklerini ifade eden geniş bir semboller dünyası halini aldığı görülecektir.