Giriş
Edremit Körfezi’nin kuzey ucunda, deniz kıyısındaki volkanik bir tepe üzerine kurulmuş olan Assos, Troas bölgesinde antik kalıntıları iyi korunmuş kentlerinden biridir (Resim 1). 17. yüzyıldan itibaren antik kültürler ve İncil’deki kentleri yeniden keşfetmek üzere, doğu ülkelerine yönelen batılı gezginler, Assos’taki antik kalıntıların iyi korunmuş olmasını hayretle karşılamışlardır[1] . Assos’ta gezginlerin en çok dikkatlerini çeken yapı, kabartmalarını tanımlamakta zorlandıkları Athena Tapınağı’dır. Arkaik Çağ’da (MÖ 540) dor düzeninde inşa edilmiş tapınak, bu çağın Anadolu’daki tek örneğidir. Fransızlar 1838 yılında II. Mahmud’tan aldıkları izinle kabartmalı blokların bir bölümünü Louvre Müzesi’ne götürmüşlerdir[2] . 1879 yılında kurulan Amerikan Arkeoloji Enstitüsü, J. T. Clarke ve F. H. Bacon’u dor mimarisini araştırmak üzere Ege kıyılarına göndermiştir[3] . Clarke dönüşünde hazırladığı raporunda Yunan kentlerini incelemek için Assos’un ideal bir merkez olduğunu vurgulamıştır[4] . Enstitüsü başkanı E. Norton’un Assos’u ilk kazı merkezi olarak seçmesinde bu raporun da etkisi olmuştur[5] . 1881 yılında Clarke başkanlığında başlatılan arkeolojik kazılar, 1883 yılı baharına kadar devam etmiştir[6] . Yüz yıl sonra (1981) Ü. Serdaroğlu’nun başlattığı kazılar 2005 yılına kadar kesintisiz devam etmiştir[7] . 2006 yılından sonraki üçüncü dönem kazıları makalenin yazarı tarafından yürütülmektedir. Yeni dönemde antik kentteki tekil yapılardan daha ziyade kenti bir bütün olarak anlamaya yönelik araştırmalara öncelik verilmiştir[8] . Bu amaç doğrultusunda farklı disiplinlerden oluşan araştırma grupları çalışmalarını sürdürmektedir. Makalenin yazarı kentin ticari ve siyasi faaliyetlerinin icra edildiği agoranın kullanım evrelerini araştırmaktadır. Yapılan kazılarda agorayı çevreleyen binaların Erken Hellenistik Çağ’dan Bizans Çağı’na kadar devam eden uzun bir imar faaliyetinin ürünü olduğu tespit edilmiştir. Söz konusu araştırmalarda Agora ve onun güneyindeki yamaca yaslanmış tiyatronun da MÖ 4. yüzyılın sonlarındaki bir yapı programında inşa edildiği belirlenmiştir[9] . Bu makalede tiyatronun tarihi, araştırmacıların görüşleri ve son dönem kazılarındaki arkeolojik kanıtlar ele alınmaktadır.
Araştırma Tarihi
Assos’u farklı tarihlerde ziyaret eden araştırmacılardan bazıları, kentin güneyin yamacına yaslanmış tiyatronun sahne binasının yıkılmış ancak oturma sıralarının sağlam olduğunu vurgulayarak bu kalıntıyı detaylı bir şeklide tanımlamışlardır.[10]
1814 yılında Behram’ı ziyaret eden E. Raczynski tiyatroyu ayrıntılı anlatan ilk araştırmacıların başında gelmektedir:
“Büyük bir tiyatro ilgimi çekti. Şekli eski zaman tiyatrolarında olduğu gibi yarım daire biçimindedir. Assos’takini yapan mimar kavisli bir tepeden ustaca yararlanmasını bilmiştir. Seyircilerin oturduğu yerlerin bir kısmı, kayaya oyularak basamak basamak yapılmış ve bir kısmı da granit yontma taşlarla yapılmış. Tepenin döndüğü yerin her iki tarafında bitişiğindeki basamaklara destek olan iki yüksek duvar vardır. İnsan harabe hâline gelen tiyatroyu görünce, bu yapıyı da şehri de yıkanın deprem olduğunu hemen anlıyor. Öyle zannediyorum tiyatronun inşasında kullanılan taşları derleyip toplamak pek zor olmasa gerek. Çünkü hepsi de çok az yerinden oynamış. Bunların birçoğu orkestra denilen yerde duruyor. 140 ayak genişliğindeki sahne 22 ayak yüksekliğinde ve 30 kadar seyirciler için oturma sırası vardır. Etrafı 7 ayak yüksekliğinde duvarlarla çevrili, geniş cavea’yı tamamen içine alıyor. Cavea’da binden çok seyirci oturabilirdi. Tiyatronun tamamı ise 7.000 kişi alabilecek durumda idi. Proskene’nin duvarları tamamen haraptı”[11].
Tiyatroyu detaylı olarak inceleyen A. Prokesch von Osten (1826) ve J. F. Michaud - B. Poujoulat (1830) ise söz konusu yapı hakkındaki gözlemlerini şu şekilde aktarmışlardır:
“Tiyatro Asia Minor’un en iyi korunmuş yerlerinden biridir. Henüz hiçbir gezgin bunu ölçmedi, bu boşluğu doldurma zahmetinde bulunuyorum. Yamaca yapılmış tiyatronun, muhteşem deniz manzarası, güneyden doğuya doğru Midilli, Adramyttion ve doğuda Pergamon kıyılarına doğru genişliyor. 40 adet oturma sırasına sahip yapının sahnesi de hâlâ görülüyor. Cavea’nın sonunda ona paralel sahne yer alıyor. Orkestra yarım dairden daha fazla”[12].
“Yunanların bize bıraktığı bu türden anıtların belki de en güzeli amphitiyatro’dur. Bu tiyatronun çevresi 450 ayak uzunluğunda. Seyirciler için dağın kayaları oyulmuş, 8’e bölünmüş 40 sıra oturma yeri vardır. Bu oturma yerleri ilk yapıldıkları gibi, onları ne insanlar ne de zaman bozmamış. Tuhaf olansa oturulacak yerleri öyle bir oyulmuş ki oturanlar birbirlerine rahatsızlık vermiyor. Halk seyir için yerine gitmek üzere tonozlu iki pasajdan giriyor ve beş merdivenden çıkıyor. Tiyatronun dışında muhtemelen gezinme yeri olarak düşünülmüş geniş bir teras göze çarpıyor. Assos tiyatrosunda keşfettiklerimizin yanında daha güzel bir şey uydurmak gerçekten çok zor”[13].
John Murray hazırlanan gezi rehberinde Richard Popplewell Pullan notlarında kullanmıştır. 1864 yılının kasım ayında Behram’a gelen R. P. Pullan bir binbaşının idaresindeki askerî birlikler tarafından antik kalıntılardan sökülen taşların İstanbul’a gönderildiğine tanık olmuştur:
“Kasım 1864 yılında Assos’ta bulunduğum sırada, Türk hükûmetinin Tophane’ye yeni rıhtımın yapımı için, gemilerle göndermek üzere bir binbaşının idaresindeki askeri birlik, harabelerin büyük taşlarını kırıyorlardı”[14].
1864 yılında Fransız hükûmetine, Osmanlı Devleti’nin Çanakkale Boğazı’nda yeni kalelerin inşası için Assos’tan taş alınacağı bilgisi iletilmiştir. Fransız hükûmeti Lovure Müzesi’ndeki Assos eserleri nedeniyle yeni bulunacak eserlerinde aynı müzede sergilenmesi gerektiğini ileri sürerek yasal kazı izni almıştır[15]. Bu işi için 28 Aralık 1864 tarihinde E. Duthoit görevlendirilmiştir. Ancak E. Duthoit yaklaşık üç ay kaldığı Assos’ta kazı yapmanın mümkün olmadığına karar vermiş ve sadece kalıntıların -sur duvarları, tiyatro gibi- rölöve ve planlarını çizmekle yetinmiştir. Bu çizimler arasında tiyatronun ölçekli plan ve kesiti de yer almaktadır[16] (Resim 2).
Ephesos kazılarını yürüten J. T. Wood, İngiliz Prens Arthur ile 1865 Assos’a geldiğinde, antik taşların başka yerlere gönderilme işleminin devam ettiğine tanık olmuştur:
“1865 yılı Nisan ayında, H.R.H. Prince Arthur şimdi bay Major Elphinstone (şimdi Albay Bay Howard) Ephesos kalıntılarını ziyaret etti. Daha sonra Kraliyet ekselanslarına katılmaktan onur duydum; ona Mytilene ve Pergamon’a yolculuğunda eşlik ettim. Türkler tiyatronun mermer oturma sıralarını çıkarıp, büyük bir saray inşasının devam ettiği İstanbul’a taşıyorlardı”[17].
J.T. Clarke 1879 yılında dor mimarisi üzerine yaptığı araştırma kapsamında Assos’a gelmiş ve tiyatro hakkında şu bilgiyi aktarmıştır:
“Asia Minor’daki pek çok tiyatrodan ve bazı açılardan Yunan toprakları içerisindekilerin en mükemmelidir. Bir depremle kısmen yıkılmış hâldedir. Buna rağmen, tonozlu girişler ve hatta sahnenin bir bölümü ile oturma sıralarının büyük bir kısmı da neredeyse hiç bozulmamış hâlde. Tartışmasız bir biçimde Roma Dönemi’nden kalma benzer özelliklere sahip çağdaşı binalar ile kıyaslandığında pek çok tuhaflığı var. Düzenlemede Vitruvius’un savunduğu şeye neredeyse yaklaşıyor. Oturma sıraları, kısmen zeminin eğimiyle birlikte uyumlu. Akropolün çok aşağısında kalmasına rağmen, hâlâ yüzünü güneye dönen izleyicisine, İda Körfezi boyunca Baba Burnu ve Yunanlıların kalbinin bir parçası olan asil ve hoş Midilli adasına bakan görkemli ve güzel bir manzarayı sunacak yükseklikte”[18].
Clarke, Assos’u ziyaretinden iki yıl sonra Amerikan Arkeoloji Enstitüsü adına kazı çalışmalarını başlatmıştır. Kentteki diğer yapılarda olduğu gibi tiyatroda da sondajlar açılmıştır. (Resim 3). İki metre kalınlığında moloz toprak altında kalan sahne binasında yapılan kazıda, Bizans Çağı’na tarihlenen konutlar keşfedilmiştir[19]. Orkestradaki sondajda da aynı döneme ait ev kalıntıları, mutfak kapları, yanmış hayvan kemikleri ile orkestranın doğu kenarında parapetlerin bitiş noktasında bir Herme bulunmuştur[20] (Resim 4-5). O yıllarda Troia’da kazı yapan H. Schliemann tiyatrodaki kazıyı görmüş ve Amerikan kazı ekibinin tiyatroda değerli eserler bulabileceğini ileri sürmüştür[21]. Ancak ne Amerikan ne Türk kazı heyeti tiyatroda önemli bir eser bulmuştur[22]. Clarke, yaklaşık yirmi yıl önce sağlam olduğu aktarılan tiyatro taşlarının sökülerek yığınlar hâlinde durduğunu görmüştür[23]:
“Yontulmuş taşların kentten sistematik olarak çıkarılmasına şahit olan Sn. Abbot’un (Kasım 1864’teki Assos’u ziyareti) ifadesinde belirtildiği gibi, bu yıkım işinin sonuçları hiçbir yerde tiyatrodan daha fazla acı verici olmadı. Önceki gezginlerin gördüğü neredeyse mükemmel anıtın yerine, şimdi dik tepe tarafında bir oyuktan biraz daha fazlası var. Üst koltuklar kaymış, alt kısımlar molozla örtülmüş. Orkestra toprakla dolu; sahnenin sadece temel duvarları kalmış”[24].
Kazının ikinci yılında Clarke’ın tiyatroda 2 Mayıs 1882 günü yirmi işçi ile başladığı çalışmalar haziran ayına kadar devam etmiş ve üst bölümdeki oturma bölümleri gün yüzüne çıkartılmıştır[25]. Tiyatrodaki çizimlerin yapılmasından sonra kuzey terastaki hamam ve güney stoa’nın kazı toprakları tiyatroya atılmıştır. Tiyatroda hiçbir yazıt bulamadığı için hayal kırıklığı yaşayan Clarke, kazılar sonrasında tiyatronun çok ayrıntılı çizimlerini yaparak son raporunda yayınlamıştır[26] (Resim 6).
Amerikan kazı heyetinden ikinci başkan F. H. Bacon, yirmi yıl sonra yeniden Assos geldiğinde diğer yapılar gibi tiyatrondaki tahribata dikkat çekmiştir:
Limandan yukarı doğru çıkarken ilk önce tiyatroya uğradım. Tanınmayacak durumdaki yapının sahne binası üzerine keçiler için bir ahır yapılmıştı. Agora’da da durum pek farklı değil. Kazıdan sonra binaların taşlarının alınması ve erozyon nedeni ile çok fazla hasar görmüş[27].
Hükûmet tarafından Babakale ve Tophane iskelesi için Assos’tan taş alma faaliyeti bir süre sonra sonlandırılmasına rağmen, halk tarafından antik kalıntılar taş ocağı olarak kullanılmıştır. Behram İskelesi’ne mal getiren deve kervanları tarafından antik taşların çevre köylere taşınması, limandaki onarımlar ve palamut depolarının yapımı gibi faaliyetler, antik kalıntıların yok olmasına neden olmuştur.
1981 yılında başlayan ikinci dönem kazılarının 1989-1991 sezonlarında tiyatro tamamem açığa çıkartılarak restorasyonuna başlanmıştır[28]. Kazı sırasında Orkestra’nın batı kenarındaki in situ parapetler tamamen sökülmüş ancak restorasyon sırasında yerlerine konulmamıştır. Büyük bölümü yok olan güney cephedeki analemma duvarları ile doğu ve batı yönlerdeki eksik oturma sıraları, betondan yapılmış bloklarla restore edilmiştir (Resim 7-8). Ancak geçen süreç içerisinde dış etkilerden dolayı beton blokların bir bölümünde yoğun bozulmalar meydana gelmiştir[29].
Tiyatronun Tanımı
Antik Çağ’da Assos’un kent planını hazırlayanların şehrin deniz yönünden görülmesini arzu ettikleri kesindir. Kentin en önemli kamusal alan ve yapıları limandan akropolis’e uzanan bir aks üzerine yerleştirilmiştir. Liman, onun üzerinde tiyatro, stoa’larıyla agora ve Athena Tapınağı’nın yer aldığı akropolis ve topoğrafyasıyla Assos, mimari ve sanatın uyum içerisinde sergilendiği bir merkezdir. Tiyatroda oturan seyircilere, Ege Denizi’nde yelken açmış gemiler ve onun gerisinde yükselen Lesbos’un dağlarından oluşan manzara sunulmaktadır.
Tiyatro, kuzeyde ana kayadan oluşan yamaca yaslanırken[30], koilon/cavea tıpkı Epidauros’daki (Atina) gibi iki kenarda dikey analemma ile sınırlandırılmıştır[31] (Resim 9). Güney cephedeki analemma duvarının her iki yanında tonozlu mekanlar vardır. Clarke bunlardan doğudaki mekanın (Yük: 1,80; Gen: 1,78; Uz: 8,45 m) latrina ve batıdakinin (Yük: 2,40; Gen: 1,83; Uz: 8,60m) sarnıç olabileceğini ileri sürmüştür[32]. Batıdaki mekanın duvarlarındaki Roma İmparatorluk Dönemi’ne ait künk izleri bu olasılığı desteklemektedir. Assos’un güneyindeki Aigai tiyatrosunda kısmen benzeyen tonozlu bölüm parodos olarak kullanılmıştır. F. Winter bu iki tiyatrodaki tonozlu bölümlerin Roma İmparatorluk Dönemi’ne ait olduğunu ileri sürmekle birlikte, Hellenistik Çağ öncüllerinin araştırılmasını önermiştir[33].
At nalı formlu cavea’da oturma yerleri arasında iki ve en üst bölümünde de bir olmak üzere genişlikleri farklı üç diazoma vardır. Batı ve doğu yönlerinden gelen yollar tonozlu geçitlerden sonra birinci diazoma’ya bağlanmaktadır. Birinci diazoma (Gen:1,80 m) ile orkestra arasındaki oturma sıraları (Kerkis), 0,37 m yüksekliğinde ve 0,74 m genişliğindedir. Arka sıralarda oturanların öndekileri rahatsız etmemeleri için oturma sıraları üzerine ayak koyma yerleri (Gen: 0,32 m) yapılmıştır. Bu bölümde merdivenler 0,78 m genişliğinde ve 0,35 m yüksekliğindedir (Resim 10).
İkinci diazoma’nın (Gen: 1,20 m) üzerindeki oturma sıraları daha yüksek (0,98 m) yapılmıştır. En geniş olan üçüncü diazoma (Gen: 2,16 m) tiyatronun en üst kısmında analemma duvarı (Yük: 1,30 m) önünde yer almaktadır. İkinci ve üçüncü diazoma arasındaki oturma sıraları ve merdivenleri ölçü ve biçim bakımından diğer bölümdekilerden farklıdır. Bu bölümdeki oturma sıraları daha dar (Gen: 0,37-0,47 m) olup, üzerlerinde ayak koyma yerleri mevcut değildir. Orkestra ile birinci diazoma arasındaki bölümde oturma sıralarının ön cepheleri iç bükey profilli iken üst bölümdekiler düz bırakılmıştır. Bu kısımdaki merdivenler 0,87 m genişliğinde, 0,30 m yüksekliğinde ve 0,36 m derinliğindedir. Oturma sıralarındaki bu farklılık, büyük bir olasılıkla, Roma İmparatorluk Dönemi’nde tiyatronun kapasitesini artırmak için yapılmış olmalıdır.
Yukarıdan aşağıya doğru diazoma’larla birbirinden ayrılan kerkis’ler (oturma sıraları) 8, 15, 15 olmak üzere 38 sıradan oluşmaktadır. Orkestra’nın kenarındaki ilk oturma sırası Roma İmparatorluk Dönemi’nde korkulukların monte edilmesi için kesilmiştir. Birçok Yunan tiyatrosunun aksine Assos’ta klimakes (merdivenler) oturma sıralarını radyal şekilde kesmez. Tiyatroya, doğu ve batıdaki birinci diazoma’ya açılan tonozlu girişler ve sahne binasının her iki yanındaki kemerli bir kapı şeklindeki parodos’lardan da ulaşmak mümkündür.
Zemini sıkıştırılmış toprak olan orkestra’nın (20,54 x 20,40 m) çevresinde taştan yapılmış açık kanal (Gen: 0,40; Derinlik: 0,19 m) ve onun kenarında ahşap korkuluğun monte edilmesi için açılmış kare şeklinde oyuklar yer almaktadır[34]. Tiyatrodaki yağmur suları, orkestra’nın iki ucundaki deliklerin bağlandığı biri batıda sahne binasının altından, diğeri sahnenin doğusundan geçen kanallarla caddeye akıtılmıştır.
Orkestra’nın önünde dor düzeninde tek katlı bir proskene yer almaktadır (Resim 11). Proskene’nin ön cephesi 16 adet mermer yarım sütun ve bunların arasına yerleştirilen taş korkuluklar ile kapatılmıştır. Proskene’lerin ön cephelerinde bu tür yarım sütun kullanımı MÖ 3. yüzyılın ortalarından itibaren görülmektedir. Proskene’nin arkasında 19,14x7,02 m ölçülerinde iki katlı sahne binası vardır. Üç odalı zemin katına güney ve kuzeyde orta eksendeki iki kapıdan girilmektedir. Sahne binasının ikinci katına batı duvarı dışına yaslanmış ahşap merdivenden çıkılmaktadır. Yunan mimarisinde tiyatrolarda sahne binasının ilk defa Atina’daki Dionysos tiyatrosunda ortaya çıktığı kabul edilmektedir[35]. Priene ve Assos tiyatrolarındaki sahne binaları Hellenistik tiyatroların aksine adeta boşlukta tek başına kalmış gibi durmaktadır[36]. Aşağıda da değinileceği gibi bunun nedeni erken örnekler olmalarıdır.
Roma İmparatorluk Dönemi’nde tiyatrolarda av, vahşi hayan mücadeleleri (Venationes) ve gladyatör dövüşleri organize edilmek için orkestranın kenarındaki birinci oturma sırası kesilerek 1,37 m yüksekliğinde andezitten parapetler dikilmiştir[37] (Resim 12). Orkestra’nın çevresindeki parapet’lere ek olarak, oyunlar sırasında ahşap bir korkuluğun kurulduğu anlaşılmaktadır[38]. Birbirlerinden 0,15 m aralıklarla yapılmış yuvalar 0,16x0,20 m ölçülerinde ve 0,18 m derinliğindedir. Assos’ta gladyatör oyunlarının düzenlendiğine ilişkin epigrafik belgeler yoktur. Fakat akropolis’in batısındaki ana kaya üzerine kazınmış elinde ağ ve üç dişli dirgen tutan ve başında miğfer olan gladyatör (retiarius) tasviri, kentte bu tür oyunların düzenlendiğini akla getirmektedir[39]. Tiyatronun oturma sıraları üzerindeki yazıtlar, Roma İmparatorluk Dönemi’nde yapının işlevini sürdürdüğünü desteklemektedir. MS 2. yüzyıla tarihlenen yazıtlar, taş ocağı işletenler, demirciler ve dericiler olmak üzere üç meslek birliği ile Serapis kültü mensuplarına (Serapia) aittir (Resim 13) Yazıtların yer aldığı oturma sıralarının konumu, esnaf birliklerinin ekonomik güçleri ile ilişkilidir. Sahneye en yakın 5. sıra taş işletmecilerine, 7. sıra demircilere, 22. sıra dericilere ve Serapis’e inanan kişilere ayrılmıştır[40].
Sahne Binasındaki Kazılar
Araştırmacılar, Assos gibi Asia Minor’daki Yunan tiyatrolarının inşa yılları ile ilgili arkeolojik ve epigrafik kanıtların yetersiz olduğu konusunda hem fikirlerdir. Tiyatroların uzun çağlar boyunca işlevlerini sürdürmeleri, güvenilir bir tipoloji ve kronolojinin oluşturulmasını zorlaştırmaktadır. Bu yüzden araştırmacılar tiyatroların inşa tarihlerini belirlemek için sahne binalarının planlarına yönelmişlerdir. Batı Anadolu’daki tiyatroların kataloğunu hazırlayan D. B. Ferrero da Hellenistik Çağ tiyatrolarının sahne binalarına ilişkin bilgilerin çok yetersiz olduğunu vurgulamıştır. Aynı araştırmacı, Assos tiyatrosunda kazı yapılmış olsa da sahne binasının toprak altında olmasından dolayı önerilerin kazı ile değişebileceğini ifade etmiştir[41].
Son yıllarda agora’da elde edilen sonuçlar, kentteki diğer yapıların da yeniden araştırılmasının gerekli olduğunu ortaya koymuştur[42]. Bu amaç doğrultusunda tiyatronun inşa yılının yeniden gözden geçirilmesi için 2014 yılında sahnenin merkezi odasında sondaj kazısı yapılmıştır[43]. Kazıda en üst tabakadaki Erken Hellenistik Çağ seramik buluntularının en alt katmana kadar kesintisiz devam ettiği görülmüştür. Sondajın en alt tabakasında (-2,80 m) kuzey ve doğu duvarlarının bir bölümü korunmuş ev kalıntısına rastlanmıştır. Ana kaya üzerine oturan tek sıra taş temel duvar 0,40 m genişliğindedir. Bir bölümü batıdaki sahne odasının altında kalan evin korunan ve kuzey köşesini oluşturan doğu duvarı 2,60 m, kuzey duvarı ise 1,60 m uzunluğundadır (Resim 14). Odanın içerisinde üst örtüden dökülmüş olan çatı kiremitleri bir tabaka oluşturmaktadır. Çatı kiremidi tabakasının altında 15-30 cm kalınlığındaki son tabakada, seramik kaplar, dokuma ve iğ ağırlıkları ile diğer ev eşyaları bulunmuştur. Çatı kiremitleri ve zemindeki eşyalar, evin bir deprem sonucu yıkıldığına işaret etmektedir.
Batıdaki sahne odasının altında kalan evin diğer bölümüne ulaşmak amacı ile ikinci bir sondaj açılmıştır[44]. Ancak yürüme seviyesinden -2,30 m derinlikte bir kanala rastlanmıştır. Kuzeyden güneye doğru uzanan kanalın (Gen: 0,67; Der: 0,60; Uz: 6,20 m) zemini taş döşeli olup üzeri ortalama 1,50 m uzunluğunda ve kabaca işlenmiş büyük taşlarla kapatılmıştır. Kanalın, orkestra’nın kenarındaki açık kanalda toplanan yağmur suyunu güneydeki caddeye taşıdığı belirlenmiştir. Kanalın inşası sırasında evin tamamen yok olduğu görülmüştür.
Evin içinde bulunan eserler Assos Hellenistik Çağ seramiği ve tiyatronun yapım tarihi için oldukça önemlidir. Seramik kaplar siyah astarlı kantharos[45], balık tabağı[46], guttus[47], kulpsuz kâse[48] ve kapak gibi farklı formlardan oluşmaktadır. MÖ 4. yüzyılın son çeyreğine tarihlenen buluntu grubu bir gemi batığındaki kap grubu ile aynıdır[49] (Resim 15). Tiyatrodaki kapların, Aigai’da IV. Aleksander’e ait mezardaki (MÖ 310) gümüş kaplarla benzerliği dikkat çekicidir[50]. Seramik kapların yanında çeşitli formlarda dokuma tezgâhı ve iğ ağırlıkları, bronz iğ kancası, mermer tartı ağırlığı (?) ve kurşun levha diğer buluntulardır. Mutfak kapları ve dokuma aletleri, Erken Hellenistik Çağ’daki gündelik yaşamı anlamamıza ve tiyatronun sahne binasının yapım tarihine ışık tutmaktadır. Sondajdaki arkeolojik veriler, sahne binasının MÖ 4. yüzyılın son çeyreğinde tahrip olan bir konutun üzerine inşa edildiğini desteklemektedir.
Sonuç
Mimari bir yapı tipi olarak tiyatrolar, ilk kez Atina’da ortaya çıkmasına rağmen, gelişimini Asia Minor kentlerinde tamamlamıştır[51]. Günümüz araştırmacılarına göre Yunan mimarisinin önemli yapılarından olan tiyatrolar, MÖ 4. yüzyılın ortalarında belli bir plan tipine ulaşmıştır[52]. Asia Minor’da MÖ 3. yüzyılın son çeyreğinden önceye ait bir tiyatronun varlığının bilinmediği ileri sürülmüştür[53]. Asia Minor’daki tiyatroların birçoğunun inşa tarihleri için arkeolojik kanıtlar eksiktir. Tiyatrolar, Roma İmparatorluk Dönemi’nde kullanılmalarından dolayı tipolojik karşılaştırma yardımıyla tarihlendirilmektedir. Bu yüzden araştırmacılar, Hellenistik Çağ tiyatrolarında proskene’nin ortaya çıkışı ve işlevi üzerine odaklanmışlardır[54]. Taştan yapılmış proskene’nin ne zaman ortaya çıktığı kesin olarak bilinmemektedir. A. von Gerkan, Epidauros ve Priene tiyatrolarının proskene binalarını en erken örnekler olarak önermiştir[55]. M. Biber ise uzun ve dar proskene’nin Delos, Priene, Assos, Ephesos ve Asia Minor’daki başka yerlerde ortaya çıkararak MÖ 3. ve 2. yüzyıllarda Yunan anakarasına yayıldığını ileri sürmüştür[56].
Tiyatrolar konusunda ilk kapsamlı araştırmayı yapan W. Dörpfeld, Assos’taki tiyatronun yapım tarihine değinmez[57] ancak daha sonraki araştırmacılar MÖ 200 yılını önermişlerdir[58]. F. Sear’a göre Asia Minor’da MÖ 3. yüzyıldan öncesine ait bir tiyatronun varlığına ilişkin arkeolojik kanıt mevcut değildir. En erken örnek olarak gösterdiği Priene tiyatrosunu MÖ 3. yüzyılın başları/ortasına tarihlemiştir[59]. B. Ferrero, ise en eski sahne binalarına sahip Priene tiyatrosunu MÖ 250-225 ve Assos tiyatrosunu MÖ 200 yılına tarihlemiştir[60]. F. Sear Assos tiyatrosu için aynı tarihi önerirken,[61] H. P. Isler, Assos tiyatrosunun Priene tiyatrosuna benzerliğine değinmiş ve Hellenistik Çağ gibi genel bir tarih önermiştir[62]. C. Wilkenning-Aumann, tiyatroda üç yapısal evrenin söz konusu olduğunu ve yarım mermer sütunlu proskenion’un ikinci evrede (MÖ 2. yüzyıl) yapıldığını ileri sürmüştür[63]. Yunan tiyatrolarında koilon’un yanlarındaki analemma duvarlarının düz yapılması MÖ 4. yüzyıla özgüdür[64]. Koilon’u sınırlayan analemma duvarlarının düz ve daha alçak yapılmasından dolayı seyirci kapasitesi azalmıştır. Tiyatrolardaki bu değişiklikler, MÖ 3. ve 2. yüzyıllarda Assos gibi birçok tiyatroda uygulanmıştır[65].
Roma İmparatorluk Dönemi’nde Assos tiyatrosunda bazı eklentilerin yapıldığı tartışmasız kabul edilmektedir. W. Dörpfeld ve F. Sear, Roma İmparatorluk Dönemi eklentilerinin MÖ 1. yüzyılın sonlarında yapıldığını ileri sürmüşlerdir[66]. Orkestra’nın çevresine dikilen parapet’lerin Perge tiyatrosu ile benzerliğini dikkate alan Isler, söz konusu eklentilerin MS 2. yüzyıldan daha geç olmadığı görüşündedir[67]. Tiyatronun oturma sıraları üzerindeki mesleki birliklere ait yazıtlar, Isler’in bu önerisini desteklemektedir (Resim 15). Tiyatronun batısındaki gymnasionun arşitrav blokları üzerindeki yazıtta, tiyatronun onarılmasından söz edilmektedir. MS geç 2. yüzyıl-erken 3. yüzyıla tarihlenen söz konusu yazıt[68] nedeniyle tiyatrodaki eklentiler en geç MS 3. yüzyılın başında yapılmış olmalıdır. Asia Minor’daki ilk gladyatör dövüşü, L. Lucullus tarafından Ephesos’ta MÖ 71/70 yılında düzenlenmiş[69] ve sonraki yüzyıllarda diğer kentlere yayılmıştır. Büyük bir olasılıkla MS 2. yüzyılın sonlarında Assos tiyatrosunda, orkestra’nın etrafına parapet’ler eklendikten sonra bir arena’ya dönüştürülerek gladyatör dövüşleri düzenlenmiş olmalıdır[70]. Akropolis’in batısındaki kayanın üzerine kazınmış olan yazıt ve gladyatör betimlemesi (MS 2. yüzyıl) tiyatrodaki gladyatör oyunları ile ilişkili olmalıdır. Ancak bu tür oyunların oldukça masraflı olmalarından dolayı Assos tiyatrosunda en fazla birkaç defa düzenlendiği tahmin edilmektedir.
Hellenistik Çağ tiyatrolarını inceleyen araştırmacılar birçok tiyatronun inşa tarihleri için arkeolojik kanıtların eksik olduğunu vurgulamışlardır. Bu sorun antik kentlerdeki diğer kamusal yapılar -sur duvarları, gymnasion, bouleuterion, stoa, vd.- için de geçerlidir. Assos’ta Agora ve tiyatroda yürütülen araştırmalar, söz konusu resmi yapılarla ilgili problemlerin çözümüne katkı sağlamıştır. Assos tiyatrosu Erken Hellenistik Çağ’da agora’nın da içinde yer aldığı büyük bir yapı programının parçası olarak inşa edilmiştir. Assos’taki araştırmalar, Asia Minor’daki Hellenistik Çağ tiyatrolarının yeniden gözden geçirilmesinin daha güvenilir bir tarihleme için faydalı olacağını ortaya koymuştur.
EKLER