Bu çalışma, Hellenistik dönemden başlayarak Bizans dönemi sonuna kadar Niksar’ın tarihsel gelişimini sunmanın yanı sıra Niksar ilçe merkezindeki Roma ve Bizans dönemlerine ait mevcut yapıları, son arkeolojik veriler doğrultusunda yeni değerlendirmelerle ele almaktadır.
Günümüzde Tokat iline bağlı bir ilçe olan Niksar, antik dönemde Lykos olarak bilinen, Yeşilırmağı (İris) besleyen en önemli akarsulardan olan Kelkit suyunun oluşturduğu Phanorea ovası üzerinde, Kelkit vadisinin kuzeyinde, Canik Dağlarının, antik dönemdeki adıyla Paryadres dağının güney eteklerinde yer almaktadır[1] . Niksar’ın coğrafi konumu, kente askeri yönden güçlü bir savunma yanında, Karadeniz’e ve Anadolu’nun iç kesimlerine ulaşan yollar üzerinde bulunmasını sağlamıştır. Yerleşimin verimli arazilerle çevrelenmesi ve bölgede zengin maden yataklarının olması, yol ağları üzerinden bu malların ticaretinin yapılması şehri geliştiren bir faktör olmuştur[2] .
Pontos Krallığı ve Roma İmparatorluğu Dönemlerinde Kentin Durumu
Hellenistik dönem öncesinde Hitit devletinin sınırları içinde kalan bölge, sonrasında, yaklaşık olarak M.Ö.301 yılında temelleri atılan Pontos Krallığı’nın hakimiyetine girmiştir. Başkentleri Amasya olan krallık kısa zamanda topraklarını genişletmiş ve yeni şehirler kurmuştur[3] . Bu şehirlerden biri de Kabeira[4] ’dır. Bütün Pontos kentleri gibi Kabeira da akarsu kenarında ve Anadolu’nun kuzey – güney, doğu – batı yol ağları üzerinde kurulmuştur[5] . Paryadres’in güney eteklerindeki konumuyla Lykos vadisini kontrol eden bu tahkimatlı şehre özellikle Pontos kralı VI. Mithridates döneminde (M.Ö.120-63) ayrı bir önem verilmiştir[6] . Strabon, Mithridates’in bu kentte bir sarayı olduğu, yine bu dönemde kentte bir su değirmeni, av sahaları, hayvanat bahçeleri ve maden yatakları bulunduğu bilgisini vermektedir[7] . Ayrıca Kabeira yakınlarındaki Ameria’da Men Pharnaku ve Selene’ye adanmış bir tapınak olduğundan da Strabon bahsetmektedir[8] . Ameria’daki Men Pharnaku tapınağı, Pontus bölgesinde bilinen üç tapınak devletinden biridir[9] . Ameria ile ilgili olarak araştırmacıların, bu kutsal yerleşimin ve dolayısıyla tapınağın nerede olabileceğine dair farklı görüşleri bulunmaktadır. Niksar çevresindeki yerleşmelerde yaptıkları çalışmalar sonucunda, 20. yüzyıl başında bir Ortodoks köyü olan Argosti’de (bugünkü Ardıçlı Köyü’nde) bronzdan küçük bir boğa başı bulan Franz ve Eugène Cumont, tanrı Men’in kutsal hayvanının boğa olmasını ve Strabon’un bahsettiği Ameria yerleşimindeki Men tapınağını göz önünde bulundurarak Argosti yerleşmesinin Ameria olabileceği üzerinde durmaktadırlar[10]. Olshausen ve Biller ise Argosti’yi tapınak devletinin sürdürülebilirliği için gerekli tarım arazisine sahip olmamasından dolayı uygun bulmayarak, Niksar’ın güneydoğusunda yer alan, ovaya hakim konumdaki Hüseyingazi yerleşmesini işaret ederler. Burada bulunan kayaya oyma mezar odası ve arkasındaki mezarlık alanı civarındaki taş işçiliği, antik döneme ait bir yerleşmeyi gösterdiğinden bu tepenin Ameria için uygun olacağı görüşünü ileri sürmektedirler[11]. Jones ise Men Pharnaku tapınağının Kabeira’da yer aldığından, Ameria’nın ise köylü kesim için ayrılmış bir bölge olduğundan bahsetmektedir[12] .
Özellikle VI.Mithridates döneminde Pontos Krallığı’nın çok güçlenmesi, topraklarını genişletmesi, Roma İmparatorluğu ile Pontos Krallığı’nı karşı karşıya getirmiştir. Roma’nın Anadolu’daki vergilendirme ve vergi toplama düzeninde çıkan sorunlar halkı Roma’ya karşı isyana yöneltirken, Mithridates’in Hellenlerin kurtarıcısı olarak ortaya çıkması ve Hellen kentlerine çeşitli bağışlar yapması, Anadolu’daki şehirlerde de aynı politikayı uygulaması birçok kent tarafından kurtarıcı olarak görülmesini sağlamıştır[13]. Roma, Mithridates’in bu genişlemesine bir son vermek için öncelikle Sulla’yı, sonrasında da Murena’yı görevlendirmiştir, ikisi de başarılı olamayınca üçüncü olarak Lucullus Roma ordusunun başına geçmiştir. Mithridates Savaşları olarak bilinen oldukça çekişmeli savaşların sonuncusu olan III. Mithridates Savaşı’nda Kabeira, Mithridates’in savaş hazırlıklarını sürdürdüğü kent olmuştur. Savaşta Lucullus galip gelir, Mithridates damadı Ermeni Kralı Tigran’a sığınır. Ancak Lucullus’un Anadolu’da yaptığı reformlar ve kazandığı savaşlar Roma’da kendisine güvenin azalmasına ve birçok düşman kazanmasına neden olmuş, sonucunda da Lucullus’un komutanlığı ve yönetimindeki eyaletler elinden alınmıştır[14]. Bu sırada yeniden güçlenen Mithridates’e karşı Roma ordularının başına Pompeius getirilir. M.Ö. 63’de Mithridates’i yenerek Pontos Krallığı’nın topraklarının Roma İmparatorluğu’na ilhak olmasını sağlayan Pompeius Anadolu’da yönetimsel anlamda bazı düzenlemelere girişir[15]. Bu düzenlemelerden biri Pontos Krallığı’nın batı topraklarının Bithynia’ya dahil edilerek Bithynia ve Pontus eyaletinin oluşturulmasıdır[16]. Ayrıca Pompeius, ele geçirilen bölgelerde birçok yeni şehir kurmuştur[17]. Pontos Krallığı’nın bir kenti olan Kabeira da Pompeius tarafından yeniden bir şehir olarak düzenlenmiş ve Diospolis (Zeus Kenti) adı verilmiştir[18] .
Sonrasında kentin siyasi durumunda yine değişiklikler olmuştur. M.Ö.40’da imparatorluğun doğu bölgesinin yönetimini üstlenen Marcus Antonius, Anadolu’da bir takım düzenlemeler yaparak, vasal bir krallık olarak varlığına devam eden Pontos Krallığı’nın Diospolis’in de içinde bulunduğu topraklarının bir kısmının yönetimini M.Ö.39’da Darius’a, M.Ö.37’de ise bölgenin idaresini I.Polemon’a verir. I.Polemon’un M.Ö.8’de ölmesiyle yerine karısı Pythodoris idareyi ele alır[19]. Pythodoris, Diospolis şehrini bayındırlaştırarak kraliyet ikametgahı olarak kullanır ve kentin adını da imparator Augustus onuruna Sebaste olarak değiştirir.[20]
Bu dönemde Sebaste adıyla da bilinen kent, daha sonraki kaynaklarda Neokaisareia olarak karşımıza çıkar. Plinius, Doğa Tarihi kitabında Tiberius (M.S.14-37) tarafından kurulan Kapadokya eyaletinden bahsederken, Neokaisareia şehrinin de bu eyaletin içinde olduğunu belirtir[21], diğer bir deyişle Tiberius döneminde M.S. 1. yüzyıl başında Neokaisareia adı kullanılmaktadır. Genellikle kabul edilen Tiberius döneminde şehrin bu adı aldığıdır, ancak İmparator Nero dönemindeki (M.S.54-68) eyalet düzenlemeleri sırasında Neokaisareia adının verildiği de kabul edilmektedir[22] .
İmparator Hadrianus’un (M.S.117-138) 129 yılındaki Pontus gezisi sırasında, Kelkit vadisi güzergahını kullanıldığı, bu güzergahtaki yolların imparator gelmeden önce onarıldığı ve bazı şehirlerin Neokaisareia’da bunlara dahil, Hadrianopolis adını aldığı bilinmektedir[23]. Ancak Neokaisareia adı da kullanılmaya devam etmiştir.[24] Kentin Hadrianopolis ismini kullanmasıyla ilgili bir başka veri sikkelerdir. Markus Aurelius, Lucius Verus, Commadus ve Septimus Severus sikkelerinde şehrin adının önünde yer alan ΑΔΡ kısaltması Hadrianopolis ismine gönderme yapmaktadır.[25]
Bu noktada yerleşimin tarihsel sürekliliği içinde Kabeira, Neokaisareia şehirlerinin aynı yerleşim yerini ifade ettiği konusuna değinmek gerekmektedir. Çünkü bu konuyla ilgili farklı görüşler bulunmaktadır. Kabeira-Diospolis-Sebaste isimlerinin aynı yerleşim yeri için kullanıldığı konusunda Strabon bize kaynaklık etmektedir ve bu eşitlik ile ilgili herhangi bir şüphe söz konusu değildir. Sorun, Kabeira – Neokaisareia arasındaki tarihsel süreklilik ve bu yerleşimlerin günümüz Niksar’ın da konumlandırılmalarıdır. Mannert, antik kaynaklardaki bilgilerden faydalanarak Kabeira, Diospolis, Sebaste ve Neokaisareia’nın tarihsel süreçte devamlılık gösterdiği ve Niksar’ın da coğrafik olarak bu yerleşmelerin konumuna uygun olduğunu belirtir[26]. Hamilton, Niksar’ın Strabon’un tanımladığı Kabeira ile benzeştiği üzerinde durmanın yanı sıra, Niksar’daki kalıntılardan yola çıkarak burasının Neokaisareia kenti olduğuna değinir[27]. 19. yüzyılın sonlarında bölgede çalışan Hogarth, Kabeira’nın büyük olasılıkla Neokaisareia ile özdeş olduğunu ve tarihi kaynaklardaki tasvirlerin desteğiyle de bu yerleşim için Niksar’dan daha uygun bir yer olamayacağını söyler[28]. Olshausen ve Biller da Kabeira-Neokaisareia eşitliğini savunan araştırmacılardır[29]. Ruge, Neokaisareia’nın Kabeira kenti olamayacağını ileri sürmektedir. Bu savını; Strabon’un Neokaisareia’dan bahsetmemesine, Gregorius Thaumaturgus’un Neokaesareia’nın kuruluşunun bizzat Romalı bir imparator tarafından tamamlandığını ve bundan dolayı imparatorun adıyla anıldığını belirtmesine dayandırır ve bu görüşünü sikkelerle de desteklemeye çalışır. Eğer aynı şehirler olsalardı, Kabeira sikkelerindeki Perseus betimlerinin Neokaisareia sikkelerinde de görülmesi gerektiği üzerinde durur[30]. Ancak Romalıların, Küçük Asya’da kendilerine yer edinmek için uzun süre savaştıkları Mithridateslerin, Pers soyundan geldiklerini göstermek amacıyla kullandıkları Perseus betimini kullanması düşünülemezdi[31] .
Neokaisareia sikkeleri özellikle bölgedeki kültlerle ilgili bilgi vermektedir. Roma imparatorluğu döneminde şehirler için önemli bir yeri olan imparator kültünün ve bu kült kapsamında imparator adına yapılan tapınakların Neokaisareia’daki varlığı sikkelerden anlaşılmaktadır. Zamanla şehirler için imparator kültüne ve tapınağına sahip olmayı ifade eden bir anlam yüklenen Neokoros unvanını[32] Neokaisareia iki kere almıştır. İlk olarak İmparator Traianus dönemi sikkelerinde karşımıza çıkmaktadır, Traianus sonrasında gelen imparatorlardan Verus, Commodus, Septimus Severus ve Geta dönemlerinin sikkelerinde de neokoros unvanı ve tapınak betimi görülmektedir. Neokaisareia ikinci kere neokoros unvanını Severus Aleksander döneminde almıştır. Bu dönem sikkelerinde iki tapınak betimi dikkat çekmektedir. Daha sonraki imparatorlardan III.Gordianus, Valerianus ve Gallienus’a ait Neokaisareia sikkelerinde aynı kullanım devam etmiştir[33]. Sikkeler, imparator kültü adına şehirde tapınaklar yapıldığını göstermektedir, ancak günümüzde bu tapınaklara dair herhangi bir kalıntı mevcut değildir.
Sikkeler bölgedeki tapınımlarla da ilgili bilgi vermektedir. Kabeira sikkelerinden[34] bu yerleşimde Ares, Athena, Nike, Perseus, Roma, Tykhe ve Zeus tapınımları olduğu anlaşılmaktadır[35]. Kentin Roma İmparatorluğu’na tabi olmasıyla birlikte Neokaisareia sikkelerinden[36] de kentin kültleri tespit edile bilmektedir. Bu dönemde Apollon, Athena, Demeter, Dioskurlar, Herakles, Roma, Tykhe ve Irmak tanrıları tapınım görmüştür[37] .
Erken Hıristiyanlık Döneminde Neokaisareia
Hıristiyanlığın ortaya çıkması ve yayılmasında Neokaisareia önemli bir merkez olmuştur, bu durumun en önemli nedeni 213 yılında Neokaisareia’da doğan, asıl adı Theodorus olup, vaftiz olduktan sonra Gregorius adını alan Gregorius Thaumaturgus’tur. Eğitimine Neokaisareia’da başlar, sonrasında hocasının tavsiyesi üzerine erkek kardeşi Athenodorus ile birlikte hukuk eğitimi almak için Beyrut’a giderken, yolu Filistin’e düşer ve o dönemin en ünlü kilise babası Origen’le yolları kesişir. Origen’den felsefe ve teoloji eğitimi alır ve İsa’nın takipçilerinden biri olur. Origen’den aldığı eğitimden sonra 240 yıllarında Neokaisareia’ya piskopos olarak geri gönderilir[38]. Bu dönemde Hıristiyanlık resmi din olarak ilan edilmediğinden pagan inanışın çoğunlukta olduğu şehirde yaptığı mucizelerle Gregorius kısa sürede halkın inancını değiştirmesini sağlar ve bu mucizelerden dolayı kendisine Thaumaturgus / Mucize Yapıcı denilir. Gregorius, Pontus’daki faaliyetlerini sürdürürken Hıristiyanlara karşı özellikle 249-250 yılı kışında imparator Decius’un (M.S.249-251) çıkardığı buyruk sonucundaki şiddetli takip, Gregorius ve birçok inananın Neokaisareia yakınlarındaki dağlara kaçmasına neden olmuştur. İnananlar ancak takibin sona ermesiyle birlikte şehre geri dönebilmişlerdir[39] .
İmparator Diokletianus (M.S.284-305), idare sistemine getirdiği değişiklikler sonucunda imparatorluk topraklarını eyaletlere bölmüştür. Kapadokya da dahil olmak üzere Karadeniz sahillerini ve iç kesimlerini kapsayan Pontus diocesisliği kendi içinde 12 eyalete ayrılmıştır. Bu dönemde Neokaisareia Pontus Polemoniakus eyaletinin yönetim merkezi olmuştur[40] .
Erken Hıristiyanlık dönemiyle ilgili olarak Neokaisareia’nın önemli bir konumu da bölgesel konsil toplantısıdır. 313 yılında Milano Fermanı ile birlikte Hıristiyanlığın serbest kalması sonrasında erken bölgesel konsillerden biri de Neokaisareia’da toplanmıştır. Konsilin kesin olarak ne zaman toplandığı bilinmemekle birlikte, 314 yılında Ankyra’da (Ankara) ve 325 yılında Nikaia’da (İznik) toplanan ilk ökümenik konsil arasında, özellikle de 314 yılında, Ankyra konsilinden sonra toplandığı olasılığı üzerinde durulmaktadır[41] .
Neokaisareia ile ilgili bilgi veren antik kaynaklar depremlere de değinmektedir. Depremler Neokaisareia için oldukça tahrip edici sonuçlar vermiştir. Özellikle 344’deki deprem piskoposluk kilisesi dışında şehri tahrip etmiştir[42]. 499 yılındaki depremde şehrin büyük bölümü yerle bir olurken Gregorius Thaumaturgus’un mabedi bu felaketi zarar görmeden atlatmıştır[43]. 503 ve 506 yıllarında şehirde hasar yapabilecek şiddette depremler yaşandığı da bilinmektedir[44] .
395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra Neokaisareia günümüzde Bizans olarak anılan Doğu Roma İmparatorluğu’nun sınırları içinde kalır. 7. yüzyılda Bizans’ın içinde bulunduğu zor durum karşısında imparator Herakleios idari ve ordu düzeninde değişikliğe giderek thema sistemini getirir. Bu dönemde Neokaisareia Kapadokya’dan Karadeniz’e ve oradan da güneyde Fırat nehrine kadar olan toprakları içine alan Armeniakon themasında yer alır[45] .
1068’de Türkler tarafından yağmalanan Neokaisareia[46], 1071 Malazgirt Savaşı sonrasında Artuk Bey tarafından alınmış, Artuk Bey’in 1073’de bölgeden çağrılmasından sonra Bailleul Dükü Roussel şehirde hakimiyet kurmuştur. Kısa süre sonra Orta Anadolu’ya giren Türk beyi Tutak’ı kendi tarafına çeken Bizans İmparatorluğu Neokaisareia’ya yeniden sahip olmuştur[47] . Melik Danişmend Gazi tarafından alınana kadar şehir Bizans’ın elinde kalmıştır. Türklerin eline geçtikten sonra da Bizanslıların bu bölgeyle ilişkisi devam etmiştir. Danişmendli Beyi Gümüştekin’in 1100’de Antakya Haçlı Prensi Bohemund’u esir alarak bu kaleye kapatması, 1101 yılındaki Haçlı ordusunun Bizanslıların eşliğinde Bohemund’u kurtarmak için Niksar üzerine yürümesine neden olmuştur. Ancak sefer başarılı olmamış ve Bohemund 1103 yazına kadar Niksar’da esir olarak tutulmuştur[48] .
Melik Danişmend Gazi’nin 1134 yılında ölümüyle Danişmendli tahtına geçen Melik Muhammed’in beyliğin güney sınırlarını genişletmek için yaptığı seferi fırsat bilen Bizans İmparatoru Ioannes Komnenos 1139-1140 yıllarında Karadeniz sahillerini ele geçirip, Niksar’ı kuşatır. Altı ay şehri muhasara etmesine rağmen bir sonuç alamaz[49]. 1175’de Niksar’ın Selçukluların eline geçmesinden sonra 1176’da Bizanslılar Danişmendlilerle ittifak yapıp Niksar’a yürüdülerse de başarılı olamamışlardır[50] .
Arkeolojik Veriler
Son yıllarda gerçekleştirilen çalışmalar, arkeolojik kazılar Niksar’ın Roma ve Bizans dönemlerine ait kültür mirasının tespit edilmesini sağlamıştır. Bu dönemleri kapsayan, bölgeyle ilgili bilimsel çalışmalar daha çok nümizmatik ve epigrafya ağırlıklıdır[51]. Mimari veriler ise genellikle tek yapı ölçeğinde incelenmiş, birkaç tez bu araştırmalara katkı sağlamış, Tokat il merkezi ve ilçelerinin kültür envanterinin yapılmasıyla da Niksar ilçe merkezi ve köylerindeki kültür varlıklarının toplu bir listesi ortaya çıkarılmıştır[52]. Ancak son yıllarda yapılan kazı ve temizlik çalışmaları sonrasında, yapılardaki değişim göz önünde bulundurulduğunda Niksar ilçe merkezindeki Roma ve Bizans dönemlerine ait yapıların yeniden ele alınması kaçınılmaz olmuştur.
Niksar Kalesi’nin karşısındaki, Harmancık olarak bilinen tepenin yamaçlarıyla Harmancık mevkiinin hemen batısında yer alan Leylekler Çeşmesi mevkii Neokaisareia’nın nekropol alanıdır (Res.1). İlk olarak Harmancık – Ayvaz üstü bölgesinde 1976 yılında Niksar-Urla-Hasan Köy yolu yapımı sırasında tesadüfen mezarlar bulunmuştur. Sonrasında Leylekler Çeşmesi mevkiinde 1982 yılında özel mülkiyete ait alanda yapılan inşaat çalışmasında bir dizi mezarın ortaya çıkmasıyla bu bölgenin önemi anlaşılmış ve Tokat Müzesi bu alanda arkeolojik araştırma ve kurtarma kazılarını başlatmıştır. 1984 yılında Leylekler Çeşmesi yakınında Ayvaz üstünde belediyenin su deposu inşası için yaptığı çalışmalar sırasında bir takım kalıntıların ortaya çıkmasıyla, 1986-1987 yıllarında Tokat Müzesi tarafından kurtarma kazısı yapılmıştır. Günümüzde kazı sonucunda elde edilen mezar bulguları görülemediğinden ve nekropol alanının bir kısmı modern yerleşmenin altında kaldığından bu kazılar ve neticesinde yapılan yayınlar Neokaisareia nekropolü için oldukça önemlidir[53]. Yapılan kazılarda bağımsız sanduka mezarlar, grup halinde sanduka mezarlar ve arkosolium biçiminde mezarlar belirlenmiştir. Sanduka mezarların en basit tipi dört taş levhadan oluşmaktadır. Grup halindeki sanduka mezarların bir kısmı özenli tuğla örgülü olup duvarları sıvalıdır, bir kısmı ise moloz taşla inşa edilmiş ve duvarları yine sıvanmıştır. Sıvaların çoğunluğu dökülmüş olsa da mevcut izlerden bazı mezarların içinin kırmızı renkte boyandığı anlaşılmaktadır (Res.2-3). Mezarların üzeri taş levhalarla kapatılmıştır. Kaba yonu yerel taşla inşa edilen arkosolium mezarlardan iyi durumda olanı haçvari bir plana sahiptir[54]. Mezarların ve nekropol alanının tarihlendirmesi küçük buluntulardan faydalanılarak yapılmıştır. Küpeler, yüzükler, cam şişeler ve pişmiş toprak unguentariumlar buluntular arasındadır[55] .
Cam objeler içinde konik boyunlu, armudi gövdeli şişeler, dışa çekik ağızlı, silindirik boyunlu, küresel gövdeli şişeler ve silindirik veya konik boyunlu, küresel gövdeli şişeler çoğunluktadır. Bir adet de küresel gövdeli, dışa açılan ağızlı kavanoz bulunmaktadır (Res.4-5). Dışa çekik ağızlı, küresel gövdeli şişeye örnek olarak Bergama Müzesi’ndeki 1. yüzyıla ait şişe, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi cam eserleri arasındaki 1. yüzyıla tarihlenen şişe ve İskoçya Ulusal Müzesi’ndeki Kıbrıs buluntusu, 1.yüzyıl sonu-3.yüzyıl başına tarihlenen şişe verilebilir[56]. Armudi gövdeli, kısa konik boyunlu şişenin benzerleri arasında Sardes buluntusu bir şişe ve Şişecam Koleksiyonu’ndaki benzer formlu şişe sayılabilir[57]. Küresel gövdeli, konik boyunlu şişeler 3. yüzyılda ortaya çıkmış, 4. yüzyılda yaygın olarak kullanılmıştır[58], Neokaisareia nekropolü buluntuları arasındaki bu tip şişeler, Bergama Müzesi’ndeki konik boyunlu örneklerle benzeşmektedir[59], ancak Neokaisareia örneklerinde boynun alt kısmı aletle şekillendirilmiştir. Küresel gövdeli küçük boyutlu cam kavanozlar 2. yüzyıldan itibaren yaygın olarak kullanılmıştır[60], benzer bir örnek Şişecam Koleksiyonu’nda ve Bergama Müzesi’nde bulunmaktadır[61]. Benzer örnekler doğrultusunda Neokaisareia nekropolündeki cam buluntuların Anadolu’da ve Doğu Akdeniz’de 1.-4. yüzyıllar arasında sıklıkla kullanılan formlar oldukları söylenebilir.
Mezarlarda bulunan pişmiş toprak unguentariumlar (Res.6) genellikle soğan formludur, bir adette iğ formlu örnek bulunmaktadır. M.Ö.1. yüzyılda cam üfleme tekniğinin gelişmesiyle birlikte cam unguentariumlar örnek alınarak yapılmaya başlanan soğan formlu unguentariumlar M.Ö.1. yüzyıl – M.S.l.-2. yüzyıla ait örneklerdir[62]. Amasya’nın merkez ilçesine bağlı Uygur beldesinde yapılan kurtarma kazısında elde edilen mezar buluntuları arasındaki 2. yüzyıla tarihlenen unguentariumlar yakın bölge benzerleri olması açısından önemlidir[63] .
Pişmiş toprak kap örnekleri içinde tek kulplu, ovoidal gövdeli, konik dipli iki testi de vardır (Res.7). Gövde ve dip formu bakımından benzerlik gösterdiği Atina Agorası örnekleri doğrultusunda testilerin tarihlendirmesi için 4. yüzyıl önerilebilir[64] .
Çeşitli tipte takılar içinde ince halka küpeler, sarkaçlı küpeler (Res.8) ve taşlı yüzükler bulunmaktadır. İnce halka küpeler en yaygın küpe biçimi olup, bir ucu kanca biçiminde, diğer ucu ise ilmek şeklinde kıvrılıp, açılmaması için ilmeğin çevresine dolandıktan sonra halka biçimine getirilmesiyle oluşur. Halka küpelere sarkaç asılması veya halka kısmına disk eklenmesiyle elde edilen sarkaçlı ve diskli küpeler M.S.2. yüzyıldan itibaren yaygın olarak kullanılmıştır. İstanbul Arkeoloji Müzeleri koleksiyonundaki 2. yüzyıla ait sarkaçlı küpeler[65], Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi koleksiyonundan 2. yüzyıla ait diskli ve sarkaçlı küpe[66] Neokaisareia nekropolünde bulunan küpelere örnek olarak gösterilebilir. Mezar buluntuları içinde Erken Hıristiyanlık dönemine ait, taşında bir çapa motifinin iki yanında birer adet balık figürü olan yüzük (Res.9) ve monogramlı yüzük (Res.10) dikkat çekici parçalardır. Erken Hıristiyanlık döneminde yüzük taşlarında çapa ve balık figürleri ile monogramlar yaygın olarak kullanılmıştır[67] .
Cam buluntular arasındaki iki kadeh ayağı (Res.5) 5.-7. yüzyılı işaret etmektedir[68]. Bu tarz kadeh ayaklarına benzer örnek olarak Sardes’te Erken Bizans katmanında bulunan kadehi, Smyrna Agorası cam buluntuları arasındaki, 7. yüzyıla tarihlendirilen benzer tipteki kadeh ayaklarını ve Ernesto Wolf koleksiyonundan Doğu Akdeniz menşeli 6.-7. yüzyıla tarihli kadehleri verebiliriz[69] .
Mezar odalarından çıkarılan sikkeler, İmparator Tiberius döneminden Iustinianus dönemine kadar, diğer bir deyişle 2. yüzyıldan 6. yüzyıla kadar uzanmaktadır[70] . Mezar buluntuları, nekropolün Roma İmparatorluk döneminden Erken Bizans dönemine kadar kullanılmış olduğunu belgelemektedir.
Nekropol alanıyla ilgili bir başka veri Niksar ilçe merkezindeki 1921 tarihli Lülecizade Kardeşler Çeşmesi’nde kullanılan, Harmancık mevkiinden getirilen lahit kapaklarıdır (Res. 11) . Lahit kapağının akroterlerinde birbiriyle ilişkili iyi çoban ve süt sağma sahneleri betimlenmiştir (Res.12). 2.-4. yüzyıllar arasında görülen iyi çoban ve pastoral konulu sahneler hem paganizmde hem de Erken Hıristiyanlıkta kullanılmıştır[71]. Yerel ustalar tarafından, eyalet üslubunda yapılmış Niksar’daki lahit kapağı üslup özellikleri doğrultusunda 3. yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirilmektedir[72] .
Bir diğer mimari veri İsmet Paşa Mahallesi’ndeki yapı kalıntısıdır (60 ada, 2 parsel). Kalıntı, duvarlarının bir bölümü günümüze ulaşmış üst yapı ve tonozlu galeri şeklindeki alt yapıdan oluşur. İş yeri olarak kullanılan ve evler arasında kalan üst yapının tuğla ve küçük moloz taşlı almaşık örgülü kavisli duvarında nişler vardır (Res.13). Tokat Müzesi tarafından yapılan temizlik ve sondaj çalışmalarıyla içindeki dolgu toprağın büyük kısmının boşaltıldığı alt yapının üzerinde evler bulunmaktadır. Alt yapıya giriş güney yöndeki kısa kenardan sağlanmaktadır (Res.14[73]-15). Kuzey-güney doğrultulu, yan yana, beşik tonozlu, birbirine bir kapı ile bağlantılı uzunlamasına iki galeriden oluşan alt yapı, bu özellikleriyle cryptoporticuslara benzemektedir (Res.16-17)[74] .
İsmet Paşa Mahallesi’ndeki cryptoporticusun duvarlarında ve tonozunda kaba yonu taş kullanılmıştır (Res.16). ∼3.80 m. genişliğindeki batıdaki galerinin batı ve doğu duvarları farklı uzunlukta olduğundan (batı duvar 16.75 m., doğu duvar ∼23.5 m.), kısa kenarlar verev biçiminde uzanmaktadır. Batı galeriye sadece doğudaki galeriden ulaşılır. İki galeri arasındaki kapının söveleri yekpare blok taştandır (Res.18- 19).
39 m. uzunluğunda, ∼4 m. enindeki doğudaki galerinin (Res.16, 20) tonozunda galerinin aydınlanmasını sağlayan, üst kısma uzanan açıklıklar bulunmaktadır. Doğudaki galerinin kuzeyindeki kapı açıklığının söveleri yekpare blok taştandır (Res.21). Kapıdan sonraki alan toprak dolguludur. Bu nedenle alt yapının kuzey yönünde ne kadar ve nasıl devam ettiği bilinmemektedir. Galerinin doğu duvarı boyunca yaklaşık 2.5x2.5 m. boyutlarında, tonozla örtülü, girişlerinin basık kemerli açıklıklarla sağlandığı 11 adet mekan bulunmaktadır (Res.17, 20, 22). Mekanların içindeki toprağın temizliği sırasında toprakla karışık çok sayıda iskelete rastlanıldığı bildirilmiştir.
Mevcut mimari kalıntılar yapının tarihlendirmesi için kesin bir veri sunmasa da, özellikle agoralarda, gymnasionlarda, evlerde, tapınaklarda karşımıza çıkan cryptoporticuslar, Roma mimarisinde yapısal kolaylık sağlayan bir unsur olarak görülmektedir[75]. Neokaisareia’daki cryptoporticusa Anadolu’dan verilebilecek en iyi örnek Pergamon Asklepion’undaki 2. yüzyıla tarihli cryptoporticusdur[76]. Smyrna Agora’ sındaki 2. yüzyılın sonlarına ait, daha özenli işçiliğe sahip örnek, crytoporticusa açılan mekanlarla Neokaisareia’dakine benzemektedir[77]. İnşa tekniği bakımından üst yapıdan farklı olan crytoporticus için örnekler doğrultusunda 2.yüzyıl, üst yapı için ise duvar örgüsü ve şehirde büyük tahribat yaptığı bilinen 344, 499, 503 ve 506 yıllarındaki depremler de dikkate alınarak 5.-6. yüzyıl önerilebilir.
Bir başka kalıntı Ayvaz mevkiinde, belediyeye ait su tesisinin arka tarafında kalan döşeme mozaikli yapı kalıntısıdır[78]. Su tesisiyle ilgili inşaatlar sırasında ortaya çıkarılan kalıntının üzeri geçici koruma önlemi ile kapatılmıştır (Res.23-24). Kalıntının bir bölümünün üzerine yapılan memba suyu tesisinin duvarının bu yapıya ve tabandaki opus tessalatum tekniğindeki mozaik döşemeye zarar verdiği açıkça görülmektedir (Res.25). Yapı kalıntısının çok az bir bölümü mevcut duvarlarında düzeni belli olmamakla birlikte moloz taş – tuğla, duvar payesinde ise tuğla – harç örgü kullanılmıştır (Res.26). Döşeme mozaiğinde, 45cm genişliğindeki beyaz zemin üzerine iki renkli (kırmızı ve siyah) taş mozaikle yapılmış bir tür meander düzenlemeli (latchkey) bordürle sınırlanan asıl kompozisyonda, merkezdeki daha küçük düğümlü dairelerle oluşan, 68 cm çapındaki büyük dairelerin birbirine düğümlerle bağlandığı bir düzenleme görülmektedir (Res.27-28[79]). Bu dörtgen düzenlemenin batısındaki yarım daire formlu alan, dalga motifiyle çerçeveli, iç dolgularında birer çiçek bulunan balık pulu motifli bir mozaikle döşelidir (Res.29-30). Geçmeli düzenlemenin benzer örnekleri Ravenna San Severo Bazilikası’nda ve yine Ravenna’da Theodorik’in Sarayı olarak bilinen yapının mozaiklerinde görülmektedir[80]. Çiçek dolgulu balık pulu motifli kompozisyonun bir benzeri New York Metropolitan Müzesi Koleksiyonu’ndaki, Antakya menşeli, 6. yüzyıla ait hamam mozaiğinde karşımıza çıkmaktadır[81]. Bordürde görülen meander motifi için 6. yüzyılın ikinci çeyreğine tarihlenen Seleucia Pieria (Samandağ)’daki kilisenin taş frizleri örnek olarak verilebilir[82]. Ayvaz mevkiindeki kalıntı, üslup, bezeme anlayışı ve benzer örneklerden yola çıkarak 6. yüzyıla tarihlendirilebilir. 17. yüzyıl ortalarında Niksar’a gelen Makarios Ayvaz olarak adlandırılan sıcak su kaynağının bulunduğu yerdeki Thaumaturgus Kilisesi’nden bahseder[83]. Evliya Çelebi ise şehrin dışında, güney yönde, suyunun pek faydalı olduğu küçük bir ılıcaya değinir[84]. Ayvaz Mevkiindeki kalıntı da şehrin güney yönü dışındaki konumuyla Evliya’nın tanımlamasına uymaktadır. Döşeme mozaikli yapı kalıntısının çok az bir bölümü mevcut olsa da kalıntı yön itibariyle kiliseye uymamaktadır. Bu nedenle Makarios’un bahsettiği Thaumaturgus Kilisesi’nden ziyade, kalıntının yakınında bulunduğu su kaynağı göz önünde bulundurulduğunda büyük ihtimalle Erken Bizans dönemine ait ılıca / hamam yapısının bir bölümü olmalıdır.
Çanakçı deresi üzerindeki Leylekli Köprü (Res.31-32) araştırmacılarca farklı dönemlere tarihlendirilmektedir. Galliazzo, köprüyü Merzifon’daki Kız Kayası köprüsü ile karşılaştırarak Roma dönemine tarihlemektedir[85]. Gündoğdu, Roma dönemine ait köprünün Türk döneminde onarım geçirdiği bilgisini verir[86]. Çal ve Seçgin ise köprüyü Türk dönemine tarihlendirmektedir[87]. Yarım daire formlu tek gözlü kemer açıklığına sahip köprünün, ayaklarındaki ve yan yüzlerdeki belli bir seviyeye kadar korunmuş düzgün kesme taş işçiliği dikkat çekicidir. Haç kazılı kemer kilit taşı ve kilit taşına yakın bir noktada, köprüye ismini veren, ağzında yılan tutan leylek kabartmalı bir levha (Res.33) bulunmaktadır. Leylekli Köprüye, kesme taş işçiliği ve tek gözlü kemer açıklığıyla benzer bir örnek Keban Baraj Gölü nedeniyle su altında kalan, 6. yüzyıla tarihlendirilen Karamağara Köprüsü’dür[88]. Benzer örnekler ve mimari özelliği nedeniyle Geç Roma – Erken Bizans dönemine ait Leylekli Köprünün üst kısmındaki duvar örgüsünden, sonraki dönemlerde onarım geçirdiği anlaşılmaktadır.
Aynı dere üzerinde yer alan Çilhane Köprüsü de inşa malzemesi ve tekniği dolayısıyla Geç Roma – Erken Bizans dönemine ait olmalıdır (Res.34). Üst kısmındaki farklı duvar dokusu köprünün sonradan bir tamirat geçirdiğini göstermektedir. Aynı dere üzerinde yer alan Seymenli Köprüsü ise geçirdiği onarımlar nedeniyle özgün halini oldukça kaybetmiştir.
Bu noktada üzerinde durulması gereken bir husus kaleyle sınırlı olduğu düşünülen kentin, Roma dönemiyle birlikte mimari yapılanma anlamında kalenin bulunduğu yamaçlardan, derenin karşı tarafına doğru genişlemiş olduğudur. Seçgin, Roma döneminde Niksar’daki yerleşiminin kale ile sınırlı olduğunu, Çanakçı deresinin ötesine geçmediğini, bu nedenle de dere üzerindeki üç köprünün de Anadolu Selçuklu dönemine ait olduğunu belirtir[89]. Ancak, İsmet Paşa Mahallesi’ndeki, Karşıbağ-Hüsam Mahallesi’ndeki ve Ayvaz mevkiindeki kalıntılar Roma ve Erken Bizans dönemlerinde yerleşimin derenin diğer tarafına doğru yayıldığını göstermektedir.
Kale, iki yönden Maduru ve Çanakçı dereleri, kuzeyden de Canik dağları ile doğal bir savunma hattına sahiptir. Maduru deresine inen dik yamaçlarda sadece iç kale surları örülüyken, şehrin saldırıya açık olduğu ova tarafında diğer bir deyişle güney yamaçlarında tahkimata ağırlık verilmiş ve içkale surunun önüne iki sıra sur eklenmiştir. Kalenin zayıf olan dağla bağlantılı bölümü ise hendekle güçlendirilmiştir.
Temelinde güçlü savunması nedeniyle Mithridates’in savaş hazırlıklarını sürdürdüğü Kabeira’nın tahkimatının olduğu Neokaisareia Kalesi, Roma döneminde doğudan gelen Part saldırısına karşı Pontus bölgesinin doğu kısmında bir tampon bölge olarak elden geçirilerek kullanılmıştır. Bizans imparatorluğu döneminde de doğudan gelen Arap tehlikesine karşı Hellenistik dönemde varlığı bilinen, Roma döneminde de kullanılmış kalelere yeniden taşınılmıştır[90]. Günümüz Niksar kalesi de bu kalelerden biridir. Kalede Mithridatesler dönemine ait herhangi bir mimari kalıntı bulunmamaktadır. Roma dönemi duvar dokusunu da belirlemek mümkün olmamıştır, surların büyük bölümü Bizans ve Türk dönemlerine tarihlendirilmektedir[91]. 1926 yılında kalede araştırma yapan Osten, dört farklı duvar tipi olduğunu, poligonal taşlardan oluşan birinci duvar yıkıldıktan sonra hemen hemen yuvarlak taş sıralarından oluşan bir örgüyle onarım yapıldığını, bu örgünün üzerinde kaba yontu dikdörtgen taşlardan oluşan duvar örgüsü, onun da üzerinde harçlı taş örgü bir teknik görüldüğünü belirtir. Bugün bu farklı teknikleri belirlemek maalesef mümkün değildir. Osten’in değindiği bir başka veri, giriş kısmına kadar taş ve toprak dolu olan tüneldir[92]. Osten’in bahsettiği Pontos Krallığı’na ait kalelerde karşımıza çıkan tüneller ve Hellenistik dönem mimarisinin bir özelliği olan poligonal duvar tekniği Mithridatesler döneminin Kabeira surlarına ait olmalıdır. Wilson da Niksar Kalesi’ndeki yeraltı merdivenleri için Demir Çağı’nı, özellikle de Mithridates dönemi kalelerini işaret ettiği üzerinde durur[93]. Araştırmacıların bahsettiği bu tünel Maduru deresine inen geçit olmalıdır. Kaledeki tünellerden bahseden bir başka araştırmacı Şahin, Halil Edhem’i kaynak göstererek biri Maduru, diğeri Çanakçı deresine inen iki tünelden bahsetmektedir[94]. Son yıllarda kalenin güney yönünde Çanakçı deresine doğru inen merdivenli bir tünel tespit edilmiş, Tokat Müzesi tarafından yapılan temizlik çalışması ile tünelin bir kısmı açığa çıkarılmıştır.
Bizans askeri mimarisinin karakteristik özelliklerinden olan pruva biçimli de denilen beşgen burçlar Niksar surlarında da görülmektedir (Res.35-36). Beşgen burçların özellikle Arap istilası döneminde 7.-10. yüzyıllar arasında Bizans askeri mimarisinde kullanımı artmıştır[95]. 7. yüzyıldaki Arap istilaları ve sonrasında 11. yüzyıldaki Türk akınları Bizans’ın doğu bölgelerindeki şehir surlarının yenilenmesine neden olmuştur. Beşgen burçlar Niksar surlarının bu dönemde elden geçirildiğini göstermektedir. Amasya, Korikos, Toprakkale, Ankara surlarında da bu tarz burçlar kullanılmıştır[96] .
Bir başka yapı Karşıbağ – Hüsam Mahallesi’ndeki kalıntıdır (380 ada, 19 parsel). Alt yapı ve bunun üzerinde yer alan duvarlarının çok az bir bölümü günümüze ulaşmış üst yapı kalıntısında Tokat Müzesi tarafından bir kurtarma kazısı gerçekleştirilmiştir. Farklı boyutlarda tonozlu odalardan oluşan alt yapının duvarlarının dış yüzünde çok düzgün olmamakla birlikte kesme taş kullanılmıştır (Res.37). Yer yer tuğla kırıklarından bir sıra, yer yer de bir düzen göstermemekle birlikte gelişigüzel yerleştirilmiş tuğla kırıkları duvar örgüsünde görülmektedir. Bu farklı duvar işçiliği daha sonraki bir onarımı göstermektedir.
Doğu – batı doğrultulu üst yapı bir kilise kalıntısıdır. Duvarlarının çok az bir bölümü mevcut yapının, duvar örgüsünde çok düzgün olmamakla birlikte kesme taş kullanılmıştır. Batı kısmında orta nefe açılan kapı eşiği mevcuttur. Apsis kısmı, üzerine oturduğu tonozdaki çökme sonucu yıkılmıştır. Kalıntının hemen dibinden geçen yolun inşasının da yapının doğu bölümüne zarar verdiği anlaşılmaktadır. Nef ayrımını sağlayan paye ayakları ve sütun kaideleri günümüze ulaşmıştır (Res.38). Orta mekanda yer alan 4 adet paye ayağı zeminden itibaren bir sıra düzgün kesme taş üzerinde tuğla – harç örgü düzeninde devam etmektedir. Payelerde kullanılan tuğlalar 35.5x4 cm, 34.5x3 cm boyutlarındadır. Yan neflere dair mimari verilerin azlığı nedeniyle kesin olmamakla birlikte, orta mekanda yer alan payeler yapının kubbeyle örtülü olabileceğini düşündürmektedir. Kilisenin bema kısmının önünde, zemin döşemesine ait harçta haç işaretleri görülmektedir (Res.39). Dikkatli bakıldığında bordür izleri de seçilebilmektedir. Bu izlerden, üzerinde haç bulunan iki adet levhanın yer kaplamasında ters çevrilerek yeniden kullanıldığı anlaşılmaktadır. Naosun orijinal döşemesi yer yer günümüze ulaşmıştır. Kilise kalıntısının doğusundan geçen yolun yapımı sırasında döşeme mozaiklerinin çıkarıldığından Karahan, bahsetmektedir[97], ancak bugün bu mozaikler mevcut değildir.
Yapı çeşitli araştırmalarda Gregorius Thaumaturgus Kilisesi olarak tanımlanmaktadır. Danişmendname’de Danişmendliler tarafından Niksar’ın alınmasında Thaumaturgus Kilisesi’nden bahsedilmektedir[98]. Danişmendname’deki tanımlamadan yapının bir manastır kompleksi olduğu ve sur dışında bulunduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca yapı için kullanılan “kale gibi” tanımlaması güvenlik amacıyla manastır kompleksinin etrafında yer alan çevre duvarı için kullanılmış olmalıdır. Kaynaklardaki anlatımlar Thaumaturgus Kilisesi için kalenin dışında bir konumu işaret etmektedir. Bryer, bu tanımdan yola çıkarak Niksar’ın 1 km. güneybatısında Erbaa yolundaki bir kalıntıyı önermektedir[99]. Karşıbağ – Hüsam Mahallesi’ndeki kilise kalıntısı konum itibariyle tasvirlere daha uygun görünmektedir, fakat kesin olarak bu tanımlamayı yapmamızı sağlayacak bir kanıt bulunmadığından, yapının kazısı tamamlandıktan sonra elde edilen yeni bulgularla durumun netlik kazanacağı düşünülmektedir.
Kuzey kısmı yamaca yaslı, küçük ölçekli bir yapı olan kaledeki kilise (Res.40- 42) bazı araştırmalarda Bizans dönemine tarihlendirilmektedir[100] . Özenli işçilik göstermeyen, moloz taş inşa tekniği, kapı ve pencere açıklıklarının üzerindeki kemerlerin bir sıra tuğla ile çerçeve yapılarak belirginleştirilmesi, basit dikdörtgen bir açıklıktan oluşan kapısının üzerindeki hafifletme kemeri gibi özellikleriyle yapı, 19. yüzyıla ait Doğu Karadeniz’deki kiliselerle benzeşmektedir[101]. Yapının içinde güney tarafındaki kemerlerde kullanılan Bizans dönemine ait olmayan, daha geç dönem yapılarında karşımıza çıkan tuğlaların (Res.43) yanı sıra güney cephesinde bol miktarda kullanılan, çoğunluğu haç bezemeli devşirme malzeme (Res.44) yapının özellikle yamaca gelen güney kısmının yıkıldığını ve sonrasında onarıldığını göstermektedir. Kilisenin içinde, doğu duvarında üç farklı sıva tabakası, bu sıva tabakasında da yer yer fresk kalıntıları görülmektedir. Yapı, Niksar’daki gayrimüslim nüfusa ait kiliselerden biri olmalıdır. Cumont’lar, Niksar’ı ziyaretlerinde tepenin yamacında, üzerinde birçok haçlı taşın olduğu, Rum cemaat tarafından kullanılan Aziz Nikolaos Kilisesi’ne değinirler[102]. Kalenin güney yamaçlarında yer alan ve güney cephesinde devşirme olarak kullanılan birçok haçlı parçanın bulunduğu kilise bu özellikleriyle, Cumont’ların bahsettiği Aziz Nikolaos Kilisesi’ne uymaktadır.
Kaledeki yapılara değinmişken burada küçük bir yanlışlıktan da bahsetmek gerekmektedir. Pontos ile ilgili çalışmalarında Bryer ve Winfield, kale içindeki Yağıbasan Medresesi için büyük olasılıkla kilise olabileceği üzerinde durmaktadırlar[103]. Bir bölümü surlardan faydalanılarak inşa edilen yapı 12. yüzyıla Danişmendliler dönemine ait olup, Anadolu’daki en eski kapalı avlulu medreselerden biridir[104] .
Araştırmalarda Roma dönemine tarihlendirilen[105] Kültür Mahallesi’ndeki kalıntıda (409 ada 19 parsel) 1999 yılında Tokat Müzesi tarafından kurtarma kazısı yapılmış ve etrafı açılmıştır[106]. Günümüzde yapının çevresi toprak dolgulu olduğundan kazı sırasında tespit edilen bazı detayları görmek mümkün değildir. Kazı fotoğraflarından kalıntının batı duvarında bir kemer ve su oluğu görülmektedir. Mimari özellikleri, duvar örgüsü, taş işçiliği sayesinde yapının Türk dönemine ait bir çeşme ve su haznesi olduğu tespit edilebilmektedir (Res.45-47).
Sonuç
Günümüzün Niksar’ı, tarihinde barındırdığı Kabeira’ya ait mimari verilerden şimdilik yoksun görünmektedir. Son yıllarda yapılan araştırmalar ve kurtarma kazıları ise Neokaisareia kentinin Roma ve Bizans dönemlerine ait kalıntıların tespit edilmesini sağlamıştır.
Roma, öncesinde kaleyle sınırlı olduğu düşünülen kent Roma dönemiyle birlikte mimari yapılanma anlamında kalenin bulunduğu yamaçlara doğru genişlemiştir. İsmet Paşa Mahallesi’ndeki, Karşıbağ-Hüsam Mahallesi’ndeki ve Ayvaz mevkiindeki kalıntılar bu görüşü desteklemektedir. İsmet Paşa Mahallesi’ndeki yapı kalıntısı, benzerleri yardımıyla 2. yüzyıla tarihlenen cryptoporticus formundaki alt yapısı ile Anadolu’daki sayılı örneklerden biri olarak dikkat çekmektedir. Üst yapısı ile birlikte ele alınarak kazısının tamamlanması sonrasında yapının işlevi netlik kazanacaktır. Modern su tesisiyle ilgili inşaatlar sırasında ortaya çıkarılan, olasılıkla Erken Bizans dönemine ait hamam yapısının bir bölümü olan Ayvaz mevkiindeki yapı kalıntısı ve çevresinde de ivedilikle kurtarma kazısı yapılarak, döşeme mozaiğinin konservasyonu sağlanmalıdır. Kurtarma kazısı ile ortaya çıkarılan Karşıbağ-Hüsam Mahallesi’ndeki kilise kalıntısı Neokaisareia’nın Bizans dönemi dini mimarisi açısından önemli bir veridir.
Hızla gelişen modern yerleşimler, üzerinde bulundukları arkeolojik dokunun tahribatının nedenlerinden biridir. Niksar ve yakın çevresi de bu tehlikeyle karşı karşıyadır. Bu çalışma göstermiştir ki Niksar ilçe merkezi Roma ve Bizans dönemine ait zengin mimari veriye sahiptir. Roma ve Bizans dönemine ait arkeolojik alanların bir an evvel bilimsel anlamda kazılarının yapılarak koruma ve restorasyon önlemlerinin alınması, Neokaisareia kentinin Roma ve Bizans dönemlerine ait kültür mirasının korunmasını sağlayacaktır.