Giriş
MÖ 12. yüzyılın başlarında Hitit İmparatorluğu’nun çöküşüne yol açan nedenler silsilesi, Tunç Çağı Anadolu araştırmalarında bir tartışma konusu olmaya devam etmektedir. İmparatorluğun çekirdek bölgesini temsil eden Kuzey Orta Anadolu’dan elde edilen arkeolojik veriler, geniş bir coğrafyada etkisi hissedilen bir imparatorluğun siyasi ve ekonomik çöküşünün ardındaki etkenleri ortaya çıkarmak için tek başına yeterli değildir. Bunun başlıca nedeni, Hitit İmparatorluğu’nun merkezi yönetim politikalarının bölgesel olarak farklılık göstermesidir[1] . Arkeolojik veri açısından değerlendirildiğinde ise MÖ 13. yüzyılın sonu ile MÖ 12-10. yüzyıllara tarihlenen ve kesintisiz bir tabakalaşmaya ait bağlamların sayısı, Kuzey Orta Anadolu coğrafyasında sınırlı ölçektedir. Öte yandan, Doğu Akdeniz’i kapsayan geniş bir coğrafyada Geç Tunç Çağı’nın sonunda yaşanan sistemsel çöküş ile Erken Demir Çağı’na geçişte, imparatorluklardan bölgesel krallıklara değişen siyasi yapının tarihsel, arkeolojik ve çevresel açılardan anlaşılmasına yönelik temel problemler, birçok araştırmacı tarafından da tartışılmaya devam etmektedir[2] . Doğu Akdeniz bağlamlarında Geç Tunç Çağı’nın sonuna ilişkin yapılan yorumlar da son yıllarda bu eksende önemli ölçüde değişiklik göstermiştir. Tevrat’a dayalı dogmalardan çevresel belirlenimciliğe yönelen paradigma kayması[3] , kesin kanıtlar sağlamamakla birlikte günümüzde yaşanan iklim krizleri ekseninde şüphesiz popüler bir alternatif sunmaktadır. Bununla birlikte siyasi, kültürel ve çevresel olarak çeşitlilik gösteren Doğu Akdeniz gibi bir coğrafyada, “sistemsel çöküş” ve ardından bölgesel tepkilere tanıklık eden bir zaman dilimini anlamak için tutarlı modeller oluşturulmasında bölgesel yorumlamalar elzemdir. Bu nedenle, Mukiş Krallığı’nın başkenti Aççana Höyük/Eski Alalah kenti merkezli olarak yürütülen bölgesel araştırmalar, arkeolojik, tarihi ve çevresel açılardan birbirine bağlı bir yorumlama sağlayarak Genç Tunç Çağı’nın sonunda emperyalist sistemlerin bir tampon bölgedeki stratejilerini ve Erken Demir Çağı’nda yaşanan yönetimsel değişimleri tanımlamak adına bir model sunabilir (Resim 1-2)[4] .
Aççana Höyük’teki son dönem arkeolojik araştırmalar, “Saraylar Bölgesi” olarak tanımlanan Alan 1’in stratejik noktalarına yerleştirilen plankarelerde yürütülmekte olup MÖ 2. binyılın bölgesel bir kaydını oluşturma amacına odaklanmaktadır. Saraylar Bölgesi olarak tanımlanan ve yaklaşık 2 hektarlık bir alana yayılan höyüğün kuzey kanadında, kentin kuruluşundan itibaren kamusal yapılar yer almaktadır. Bu kimliğiyle de bölgesel bir krallığın uzun bir zaman dilimi içerisindeki yönetimsel ve kültürel değişimlerini, benzer kimlikli bağlamlar üzerinden karşılaştırmaya olanak sağlayan stratigrafik ve kronolojik bir dizin sunmaktadır. Örneğin; Alan 1’de yer alan saraylar ve tapınakları da içeren Leonard Woolley dönemi geniş ölçekli kazılarından elde edilen veriler[5] , Alalah’ın Mitanni kontrolündeki bölgesel bir krallıktan MÖ 14. yüzyılın ikinci yarısında Hitit İmparatorluğu’nun sınır bölgesinde bir askeri yönetime dönüşümünü gösteren arkeolojik tabakalaşmayı, maddi kültürdeki değişimleri ve devam eden yerel gelenekleri tanımlayabilecek niteliktedir. Ancak 1930’lu yıllarda, o dönemin kazı yöntemlerinin bir yansıması olarak kazıların oldukça kalabalık bir iş gücüyle, hızlı bir şekilde ve detaylı kayıt sistemi kullanılmadan gerçekleştirilmiş olması, bu alandan elde edilen arkeolojik kaydın kendi içinde tutarsızlıklara sahip olmasına yol açmıştır. Aççana Höyük kronolojisinin tanımlandığı “Tapınak Sondajı” sonuçlarının yeniden değerlendirilmesi gerekliliği sebebiyle, 2012 yılında bu alanda başlatılan çalışmalarla yeni bir kronolojinin temelleri atılmıştır. Tapınaklar Bölgesi çevresindeki yeni kazı alanlarında açığa çıkarılan MÖ 14. ve 13. yüzyıl sonları ile Erken-Orta Demir Çağı tabakalarına ait dağınık buluntular, küçük ve büyük ölçekli toplumsal değişimlerin varlığına da ışık tutmuştur.
Bu makalede, Alalah’ın son tabakalarını temsil eden ve Tapınaklar Bölgesi’nde 2020-2022 yılları arasında açığa çıkarılan yeni bağlamlar üzerinden, Geç Tunç Çağı’nın sonu ile Demir Çağı’nın başında yaşanan değişimleri ve devamlılığı tanımlayan maddi göstergeler bir arada sunulmuştur. Seramik tipolojisine bağlı tanımlanan yerel üretim endüstrilerinin yanı sıra, alanın kült kimliğiyle ilişkilendirilen sosyal statü nesneleri ve yeni epigrafik buluntular da birlikte değerlendirilerek, imparatorluk sistemleri içinde var olma mücadelesi veren bir krallığın Tunç Çağı’nın global dünyası içindeki bölgesel tepkileri ele alınmıştır.
Aççana Höyük 43.03 Plan–Karesi Geç Tunç II ve Demir Çağı Tabakaları
Aççana Höyük’teki Demir Çağı yerleşiminin ve Geç Tunç–Demir Çağı geçişinin incelenebildiği tabakalar, başlıca 42.10 ve 43.03 numaralı plankarelerde açığa çıkarılmıştır (Resim 3). 42.10 plankaresinin 2012-2014 yılları arasında açığa çıkarılan Tunç ve Demir Çağı evreleri ile buradan elde edilen seramik, metal ve diğer maddi kalıntılar üzerine detaylı çalışmalar yapılmış ve yayımlanmıştır[6] . Bu nedenle 42.10 plankaresinden elde edilen veri setleri burada detaylıca tartışılmayacaktır. 42.10 plankaresinde açığa çıkarılan yapıları ve dış mekânları daha geniş ölçekte incelemek amacıyla 2021 yılında kazı çalışmalarının başladığı 43.03 plankaresine ait veriler üzerinde detaylı çalışmalar devam etmekle birlikte, bu makalede ilksel sonuçlar ve genel bir değerlendirmenin yanı sıra, 42.10 plankaresindeki kalıntılarla nasıl bir bağlantı kurulabileceği de mekanlar arasındaki ilişki üzerinden sunulmuştur.
Her iki kazı alanındaki Demir Çağı tabakalarının (3, 2 ve 1. Evreler) korunma durumu zayıftır, bu nedenle de mimarinin izini sürmek ve taban seviyelerini belirlemek oldukça zor olmuştur. 43.03 plankaresinde, 4. Evre’yi tanımlayan taş temellere sahip bir yapının kalıntıları ve ilişkili dış mekânlar, plankarenin güney kanadında tespit edilmiştir (Resim 4-5). Yapının taş temelleri taban seviyesinin altındadır ve iç mekân olarak tanımlanan odada buluntu yoğunluğu azdır. Aynı oda içerisinde taş çevrili bir ocak alanı mevcuttur. Ancak bu ocağın köşeli forma sahip olması, işlevinin yemek pişirmeden ziyade endüstriyel bir üretimle ilişkili olduğunu düşündürmektedir. Aççana Höyük’te taş temellerin kullanımı genellikle kamusal binalarla sınırlıdır, ancak diğer kazı alanlarının Geç Tunç Çağı’nın sonuna tarihlenen evrelerinde, ev nitelikli yapılar gibi diğer bina türlerinde de az da olsa taş temellerin kullanıldığı görülmektedir. Bu evreye ait dış mekânda, iki adet piroteknolojik enstalasyon açığa çıkarılmıştır. Her ikisi de şekil veya boyut bakımından tipik bir tandır ya da fırının özelliklerini yansıtmamaktadır; yuvarlaktan ziyade dikdörtgen şeklindedirler ve seramik pişirme fırını olamayacak kadar küçüktürler. 42.10 plankaresinin bir sonraki evresinde tanımlanan faaliyet izleri göz önünde bulundurulduğunda[7] , söz konusu enstalasyonlar muhtemelen metalürjik aktivitelerle ilişkili olmalıdır. Genel anlamda, 43.03’teki bu evreye ait dolgu ve tabanlar buluntu açısından zayıftır; bu durum, alanın en azından bazı bölümlerinin kullanımı sona erdikten sonra kasıtlı olarak temizlenmiş olma ihtimalini arttırmaktadır.
42.10 plankaresinin 4. Evresi, plankarenin batı kanadında açığa çıkarılan ve en az beş odadan oluşan büyük ölçekli bir yapıyla tanımlanır ve iki alt evreye sahiptir[8] . Açığa çıkarılan en büyük odasında tüm seramiklerin, bileğitaşlarının ve taş havanların bulunması, bu binada her iki alt evrede de yemek hazırlığı ve diğer günlük faaliyetlerin yürütüldüğünü göstermektedir. Plankarenin doğu kısmı, çok sayıda tandırın bulunduğu bir dış mekân olarak tanımlanmıştır. Bu yapı katı içinde bulunan Hitit üsluplu minyatür testicik ile muhtemelen duvara asılan dekoratif bir obje olan, üzerinde iki simetrik delik açılmış fil kürek kemiği, alanın ritüel kimliğini vurgulamaktadır. Bu alanın Woolley tarafından kazılan tapınağın yanında olması sebebiyle, söz konusu nitelikteki objelerin buradaki varlığı hiç şaşırtıcı değildir. Hem günlük kullanıma ait hem de ritüel nitelikli malzemenin birlikte bulunması, bu binanın bir tapınak görevlisi ya da yöneticisine ait bir hane olduğunu düşündürmektedir. Tabanın üzerindeki dolguda bulunan ve Prens Tudhaliya ile Prenses Ašnuhepa’ya ait bulla da bu yorumu desteklemektedir[9] . Benzer şekilde, 43.03 plankaresinde kısmen tanımlanabilen yapının da benzer bir işleve sahip olduğu düşünülmektedir.
Her iki plankarenin 3. Evresi (Resim 6), yanmış kerpiç ve taşlardan yapılmış eğrisel formdaki bulgularla tanımlanmaktadır. 42.10’da iki alt evre tespit edilmişken 43.03’te yalnızca tek bir taban seviyesi mevcuttur. Güneydoğu Anadolu’da bulunan benzer formdaki binalar için önerilenin aksine bu eğrisel bulgular deprem gibi bir doğal afet kaynaklı herhangi bir bozulma ya da hasar sonucu bu hale gelmemiş,[10] kasıtlı olarak bu biçimde inşa edilmiştir. 43.03’te, eğrisel forma sahip duvarların kuzeyindeki alan bir dış mekânı temsil ederken, güneydeki alan, dolgunun niteliğine bağlı olarak bir kapalı alanı temsil ediyor gibi görünmektedir. 42.10’da eğrisel formdaki duvarın batısındaki alan, in situ seramik, öğütme taşları ve diğer taş aletler ile çeşitli kişisel süs eşyaları barındırması sebebiyle bir haneyi temsil ediyor olmalıdır[11]. Bu alanın erken olan 3b Evresi’nde, kurşun ve demir üretimi de dahil olmak üzere ikincil üretim faaliyetlerinde kullanılmış gibi görünen bir fırın da bulunmuştur[12].
2. Evre, her iki plankarede de çoğu yanmış taş ve kerpiç istiflerinden oluşmaktadır. 43.03’teki bu yanmış kerpiç yığınları, muhtemelen bir zamanlar başka bir yapıya ait duvarların devşirme olarak kullanılmış yapı elemanlarıdır. Plankarenin güneybatısında, kuzey-güney yönünde uzanan ve küçük taşlar, büyük seramik cüruf parçaları ve küçük yanmış kerpiç parçalarından oluşan başka bir hat, muhtemelen taş temellerin iç dolgusuna ait olmalıdırlar. Alanın güneydoğu köşesinde de yine yanmış tuğla parçalarından yapılmış kerpiç bir platform açığa çıkarılmıştır. 42.10 plankaresindeki buluntular da benzer özellikler göstermektedir. Ancak burada, çok iyi korunmamış olmakla beraber iki farklı taban seviyesi tespit edilmiştir. Her iki plankarede de tabanlar sadece taş ve kerpiçler üzerinden izlenebilmektedir; bu da bu geniş alanın bir dış mekân olduğunu düşündürmektedir.
Her iki plankarede de yüzey toprağının hemen altında bulunan 1. Evre’de hiçbir mimari ize rastlanmamıştır. Ancak içinde öğütme taşlarının da olduğu dağınık taş parçaları ile in situ halde bulunan depolama kabı parçaları ele geçirilmiştir. 42.10 plankaresindeki in situ buluntular, kabaca kuzey-güney doğrultusunda uzanan yaklaşık 3 m genişliğinde bir şerit halinde bulunmuştur ve bu durum, belki de bu alanda korunmamış bir yapı temelinin varlığına işaret etmektedir. Tüm bulgular göz önünde bulundurulduğunda bu alanın, bir depo binasının veya kompleksinin parçası olabilecek bir açık alan olduğu düşünülebilir.
43.03 Plankaresinin Seramik Verisi
42.10 plankaresinin 1-4. Evreleri’nden elde edilen seramikler detaylı bir şekilde incelenmiştir. Yapılar ile dış mekânların işlevlerinin yanı sıra, seramik gruplarının morfolojik özelliklerine dayalı olarak yeme-içme âdetlerine ilişkin çıkarımlarda bulunulmuş ve söz konusu evreler için kronolojik önermeler yapılmıştır[13]. Bu çalışmalara göre, 4. Evre MÖ 14. yüzyıl sonu veya 13. yüzyılın ilk yarısına, 3. Evre Demir Çağı I’e (MÖ 12. yüzyıl ortaları), 2. Evre Demir Çağı I’in sonuna ve 1. Evre Demir Çağı II’ye (MÖ 9. yüzyıl) tarihlendirilmiştir[14]. Yakın zamanda kazılmış olan 43.03 plankaresine ait seramik verisi üzerinde detaylı mekânsal ve işlevsel analiz çalışmaları devam etmekle beraber, bu makalede, 4-1. evrelere ait seramik verileri genel hatlarıyla değerlendirilmiş ve yer yer 42.10 plankaresi sonuçlarıyla karşılaştırma yapılmıştır.
43.03 plankaresine ait seramiklerin tamamı çark üretimidir. Seramiklerin çoğu, “Düz Basit Seramik” olarak adlandırılan, nehir kumu katkılı orta kabalıkta bir hamurdan yapılmıştır. Kap yüzeylerinin büyük çoğunluğu ıslak sıvazlamayla düzeltilmiş olup, perdahlama gibi diğer yüzey işlemlerine nadiren rastlanmaktadır. Kap formları açısından incelendiğinde, en erken tabakayı temsil eden 4. Evre’de, Aççana Höyük’ün Geç Tunç II bağlamlarından zaten aşina olduğumuz formlar[15] görülmektedir. Açık formlar arasında düz tabak, içten kalınlaştırılmış ağız kenarlı tabak (Resim 7.2), sığ kâse (Resim 7.4), yarımküre biçimli kâse (Resim 7.5), kil topağından kesme tekniğiyle üretilmiş küçük kâse (Resim 7.1), yuvarlak omuzlu derin kâse (Resim 7.7), silindirik biçimli kap altlığı (Resim 7.13) ve krater yer almaktadır (Resim 8.1). Kapalı formlar arasında ise yüksek boyunlu çömlek (Resim 8.10), şişkin karınlı çömlek ve sivri dipli şişe (Resim 8.7-8) örnekleri bulunmaktadır.
Yukarıda belirtilen kap formlarının çoğu, 3, 2. ve 1. evrelerde karşımıza çıkmaktadır. Ancak Kuzey Orta Anadolu kökenli yerel seramik geleneğinin bir parçası olarak kabul edilen, kil topağından kesme tekniğiyle üretilmiş küçük kâseler ve sivri dipli şişeler[16], 3. Evre’den itibaren görülmemektedir. Alalah’ın Geç Tunç II bağlamlarından bilinen bir diğer Kuzey Orta Anadolu kökenli formu temsil eden mataralar[17] (Resim 8.9) ise, 42.10 plankaresinde yalnızca 3b Evresi’nde görülürken,[18] 43.03 plankaresinin 3. ve 2. evrelerinde nadir örnekler olarak görülmektedir. Gövdesi boyunca açılmış deliklere sahip, kulp kısmı kısmen korunmuş bir kapak parçası (Resim 7.16) ise, 3. Evre’de tek bir örnekle temsil edilmiştir.
Alalah’ın Geç Tunç Çağı yerel seramik repertuarının bir parçası olmayan, ancak Demir Çağı tabakalarında yaygın olarak görülen iki yeni form tipi tespit edilmiştir. Bunlar, yatay ilmek kulplu keskin profilli kâse (Resim 7.11-12) ve yine yatay ilmek kulplu, yarımküre biçimli ve dışa dönük ağızlı kâse formlarıdır (Resim 7.10). Kap formu ve kulp tipindeki benzerlik nedeniyle bu iki kabın, Ege dünyasından iyi bilinen kap formlarının (FS285 ve FS295) yerel taklitleri olduğu düşünülmektedir ve yerel seramik üretimindeki Ege etkisine işaret etmektedir[19]. İki kap formu da 42.10’da ilk olarak 3b Evresi’nde bir arada görülmeye başlarken, 43.03 plankaresinde keskin profilli kâseler 4. Evre’de ortaya çıkar ve 1. Evre’ye kadar devam eder, yarımküre biçimli kâse türü ise 3, 2. ve 1. evrelerde görülür.
43.03 plankaresinden elde edilen pişirme kaplarının tümü kavkı katkılı, orta veya çok kaba bir hamurdan üretilmiştir. Bu hamur türü, Alalakh’ta Geç Tunç Çağı’nın tipik pişirme kabı geleneğidir[20] ve Demir Çağı’nda da üretilmeye devam etmiştir[21]. Pişirme kapları, basık gövdeli ve geniş çömlek formunda (Resim 8.6) ve çift kulplu boyunsuz çömlek formunda (Resim 8.5) olmak üzere iki ana form olarak görülür. İlk form Alalah’ın tipik Geç Tunç Çağı pişirme kabı türünü temsil ederken[22], ikincisi Geç Tunç Çağı’nın sonlarında azar azar üretilmeye başlanmış ve zaman içerisinde Demir Çağı’nın yaygın pişirme kabı türü haline gelmiştir[23].
Depolama kaplarına ait örnekler 43.03 plankaresinde az miktarda ele geçmiştir ve bunlar çoğunlukla ağız kenarı ya da gövde parçası veya kısmen korunmuş örnekler olarak ele geçtikleri için bu kapların tam profilleri bilinmemektedir. Depolama kaplarının çoğu, taşçık ve özellikle saman gibi organik katkı malzemeleri içeren kaba hamurdan yapılmıştır. Form açısından en çok rastlanan tür, 42.10 plan karesinde de örnekleri bulunan şişkin karınlı depolama kaplarıdır[24]. 3. Evre’de bir tane yarımküre biçimli depolama kabı parçası da ele geçmiştir (Resim 8.4). Bu tür, Alalah’ın Orta Tunç Çağı’ndaki tipik depolama kabı türlerindendir[25]. Ancak nadir de olsa Geç Tunç Çağı bağlamlarında da karşımıza çıkmaktadır. Bir diğer nadir örnek, 1. Evre’de bulunan oval gövdeli, boyunsuz çömlek formundaki depolama kabıdır (Resim 8.3). Bu türün 42.10 plankaresinde bulunan bir benzeri Demir Çağı’nda ortaya çıkan yeni bir tür olarak değerlendirilmektedir[26].
43.03 plan karesinin boya bezekli seramik grupları arasında en yaygın gelenek, kökleri Geç Tunç Çağı’na uzanan Şerit Bant Boyalı tabaklardır (Resim 7.3). Benzer motif türünün, 3. Evre’deki bazı kâselerin gövde ve kuplarına da uygulandığı görülmektedir (Resim 7.9). Diğer boya bezekli seramikler ağırlıklı olarak geometrik motiflerle bezenmiştir. Bunlar arasında kafes motifli krater (Resim 8.2), çapraz taralı üçgen motifiyle bezenmiş derin kâse (Resim 7.6) ve küçük boyutlu kapalı kap parçaları (Resim 7.15) sayılabilir. 4. Evre’de bulunan, dört ayaklı bir hayvan motifiyle süslenmiş kapalı bir kabın gövde parçası (Resim 7.14), geometrik olmayan motif türüyle ünik bir örnek olarak dikkat çekmektedir.
Son olarak, yüzey işlemi görmüş bir diğer seramik grubu olan Kırmızı Astarlı Seramik türüne ait örnekler, 43.03 plankaresinin evrelerinde az miktarda da olsa bulunmaktadır. Bu tür genellikle düz tabak ve sığ kâse formlarında temsil edilmektedir (Resim 7.8).
43.03 ve 42.10 plankarelerinden elde edilen seramik verisi genel anlamda değerlendirildiğinde, Geç Tunç-Demir Çağı geçişinde yerel geleneklerin büyük ölçüde devam ettiği görülmektedir. Kuzey Orta Anadolu kökenli ve hali hazırda repertuvar içerisinde çok az miktarlarda rastlanan27 üslupların terk edildiği görülmektedir. Özellikle Düz Basit Seramik örnekleri içerisinde, Demir Çağı’nın başlangıcıyla birlikte görülen yatay ilmek kulplu kâseler gibi bazı yeni formların karşımıza çıkması dışında, seramik türleri Geç Tunç Çağı’ndaki benzerlerinin devamı niteliğindedir. Ancak çeşitlilik açısından bir azalmanın söz konusu olduğu söylenebilir. Aynı husus boya bezekli seramikler için de geçerlidir: Şerit Bant Boyalı seramik grubunun form repertuvarı Geç Tunç II’de oldukça geniştir ve Geometrik Boyalılar ile Nuzi Boyalıları gibi motif türü ve çeşitliliği açısından çok daha meşakkatli bir zanaat işçiliğinin ürünleriyle bir arada görülmektedir[28]. Demir Çağı’nda ise şerit bant motifi çoğunlukla tabak ya da kâselerin üzerine işlenirken, diğer boyalı kapların süslenmesinde çoğunlukla kafes, taralı üçgen, zikzak gibi geometrik motifler tercih edilmiştir[29]. Bu durum, Alalah’ın başkent statüsünü yitirmesi, yerleşimin büyük ölçüde Tayinat Höyük’e kayması ve Alalah’ın Tapınaklar Bölgesi merkezli bir kült alanı olarak varlığını sürdürmeye devam etmesiyle birlikte, seramik üretiminde ve estetik tercihlerde bir sadeleşmenin yaşandığına işaret etmektedir.
Sosyal Statü ve Prestij
42.10 ve 43.03 plankarelerinin 1-4. Evreleri’nden pişmiş toprak, taş, kemik, fildişi, deniz kabuğu ve camdan yapılmış bine yakın küçük buluntu ele geçmiştir. Alalah’ın Geç Tunç Çağı tabakalarından da bilindiği üzere[30], her iki plankarelerinden de en çok ele geçen küçük buluntu türü boncuklardır. Boncuklar ve kolye uçları, Alalah’taki işçiliğin genişliğini ve estetik zevklerin çeşitliliğini göstermektedir. Boncukların büyük çoğunluğu camsı malzemelerden (cam ve fayans) yapılmıştır; ancak kil, deniz kabuğu, kemik ve taştan üretilen örnekler de mevcuttur. Cam ve fayans endüstrisindeki bu belirgin artış mühürlerin kullanımında da kendini göstermektedir. Alalah’ın Mitanni İmparatorluğu’nun himayesinde hüküm sürmeye devam ettiği Geç Tunç I Dönemi’yle birlikte, yerleşimde bulunan silindir mühürlerin büyük bir çoğunluğu fayans ve Mısır mavisinden (kobalt camı) üretilmiştir[31] ve bu mühürler, Mitanni sosyal statü göstergeleri de olmuşlardır. Ancak özellikle Hitit tabakaları içerisinde silindir mühür kullanımına ait örnekler son derece sınırlıdır. Bu dikkate değer değişim, Hitit idari sisteminin yarattığı bir kontrol sistemiyle ilişki olmalıdır. Nitekim, epigrafik buluntular bölümünde değerlendirilen bir silindir mühür taştan yapılmış olup Anadolu hiyeroglifleriyle işlenmiştir.
Metal buluntular arasında, boğa başı şeklinde dökülmüş bakır alaşım bir nesne ise alanın ritüel kimliğiyle özdeşleşmektedir (Resim 9). Oval biçimli bir baş üzerinde yer alan uzun ve kavisli boynuzlar, Alalah VII. Tabaka Sarayı duvar resimlerindeki boğa tasvirleriyle birebir örtüşmektedir. Ancak bu nitelikte bir bakır alaşım eserin karşılaştırmalı örneği Alalah’ta olmamakla beraber, kolye ucu şeklinde kullanılmış örnekleri Kıbrıs’tan bilinmektedir[32]. Baş kısmında yer alan delik, bu objenin bulunduğu bağlamda bir kolye ucu olarak ya da heykelcik gibi bir başka nesneye eklenmiş şekilde kullanılmış olduğunu düşündürmektedir. Anadolu ve Doğu Akdeniz’in inanç sistemlerinde boğanın, Fırtına Tanrısı’nın kutsal hayvanı olarak önemli bir sembol olduğu bilinmektedir. Bu sembolün geniş bir bölgeye yayılması kronolojik ve bölgesel bağlamı içerisinde yakın zamanda Akar[33] tarafından tartışılmıştır. Woolley tarafından kazılan VII. Tabaka Sarayı’nda açığa çıkarılan duvar resimleri ve mühür baskıları üzerinden[34], Orta Tunç Çağı’ndan itibaren boğa ikonografisinin özellikle Alalah’taki önemi daha da öne çıkmaktadır. Woolley’in ve diğer araştırmacıların Alalah’taki duvar resimlerine ilişkin yorumları Yener[35] tarafından yakın zamanda yeniden değerlendirilmiş olsa da burada tartışılan parça, boğanın sembolik öneminin uzun bir ömrü olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır. Alalah’ın Tapınaklar Bölgesi’nde bu nitelikte bir nesnenin bulunmuş olması, Fırtına Tanrısı Teşup’a adanmış bir ritüel alanın varlığına da işaret edebilir. Alalah tapınaklarının, özellikle İdrimi Kitabesi’nde adı geçen Tanrıça İştar’a adandığı genel kabul gören bir çıkarımdır. Ancak birden fazla tapınağın olması gerektiği düşünüldüğünde, 43.03 plankaresinin yer aldığı bölgede bir Teşup Tapınağı’nın da olabileceği dikkate alınmalıdır.
Bir başka makalede detaylı ikonografik ve sembolik yorumlamaları sunulacak olan, 43.03 plankaresinin 4. evresinde ele geçen, kısmen korunmuş ve Mısır etkisi yansıtan iki sahneye sahip, muhtemelen mobilya parçası olarak kullanılmış fildişi nesne (Resim 10) ve 2. evreden ele geçen, fil kemiğinden yapılma ve muhtemelen sembolik bir işlevi olan mızrak ucu (Resim 11) gibi ünik eserler öne çıkmaktadır. Fildişi işçiliğinin bütün aşamalarını yansıtan buluntu grupları, Aççana Höyük’ün farklı evrelerinde tanımlanmıştır. Örneğin, VII. Tabaka Sarayı’nın 11 No.’lu odasında bulunan ve Asya Fili olarak tanımlanan türe ait fildişleri, çok sayıda mobilya parçası ve IV. Tabaka’da bulunan makyaj kutuları, kabzalar ve figürinler, fildişinin Alalah’ta geniş bir zaman aralığında işlendiğine ve tüketildiğine işaret etmektedir[36].
Özellikle Mısır kökenli diğer buluntu grupları da dikkate alındığında, fildişi parçası üzerinde Mısır’ın ikonografisinden aşina olduğumuz bir duruşta, tahtında dik oturan genç bir erkeğin tasvir edildiği anlaşılmaktadır. Gövdenin önden, başın ise profilden verildiği bu duruşta; saç, kıyafet ve takı detayları kazıma yöntemiyle detaylandırılmıştır. Figürün oturduğu tahtın ahşap olduğu ve muhtemelen bir aslan ya da başka bir pençeli hayvanın ayaklarına sahip olduğu düşünülmektedir. Bu tür tasvirler, Mısır’da Geç Krallık Dönemi’nde sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Sahnenin devamı eksik olsa dahi oturan bireyin ileriye uzanır biçimde işlenmiş kolları, olasılıkla bir ziyafet ya da sunu sahnesinin işlendiğini göstermektedir. Mısır’daki mezar duvar resimlerinde, ölen bireye adanan ziyafet ve sunu sahnelerinde, birey önündeki sunaktaki yiyeceklere uzanırken tasvir edilmektedir[37]. Bu detaylar dikkate alındığında, Alalah’ta bulunan parçanın bir mezar hediyesi olabileceği de düşünülebilir. Ancak bulunduğu tabaka içerisinde bir mezar izine rastlanmamıştır. Dolayısıyla bu parçanın kullanım şekli, Alalah’ta başka bir işlevsellik kazanmış olabilir.
43.03 ve 42.10 plankarelerinde bulunan fil kemiklerinden işlenmiş parçalar ise, filin sadece dişlerinin değil, aynı zamanda diğer uzuvlarının da sembolik öneme sahip nesnelerin üretiminde kullanıldığına işaret etmektedir. Bu durum, Tunç Çağı’nda filin Amik Ovası’ndaki varlığının yanı sıra, hayvanın öldürülmesinden kemiklerinden ritüel özelliklere sahip nesnelerin üretimine kadar olan süreçte, bu nesnelerin sosyal tabakalaşma içerisinde statü ve prestij sembolleri haline geldiğini yansıtmaktadır[38]. Bununla beraber, filin MÖ 2. binyıl ve devamında MÖ 1. binyılda, mühürler ya da bezemeli seramikler gibi başka hiçbir sanat dalında görsel olarak tasvir edilmemiş olması dikkat çekicidir. Bu durum, filin bölgede sınırlı sayıda olduğunu ve ona erişiminin belirli kişilerle sınırlı olduğunu göstermektedir.
Epigrafik Göstergeler
Peker ve Akar tarafından yayına hazırlanan ve MÖ 13. yüzyıl idari uygulamalarına ilişkin epigrafik buluntular, Hitit İmparatorluğu’nun son dönemlerini sınır bölgesi üzerinden anlamak için son derece önemlidir. 43.03 plankaresinde, üzerinde “Prens Halpaziti” yazan aynı damga mühürden elde edilmiş baskılara sahip iki farklı bullanın bulunması eşsiz bir keşiftir. Halpaziti adı hem hiyeroglif hem de çivi yazılı kaynaklarda çeşitli meslek ve unvanlara sahip bireyler olarak geçmektedir[39]. “Prens” unvanına sahip Halpaziti ya III. Hattusili ya da IV. Tudhaliya (CTH 106) döneminden bilinen GALLÚ.MEŠ UKU.UŠ ZAG[40] veya IBoT 1.34’te bahsedilen Halep kralı olabilir. Alalah’ta bulunan bullaların, Halpaziti’nin muhtemelen Talmi-Šarruma’nın halefi olarak Halep kralı olarak atanmasından önceki bir döneme ait olması muhtemeldir. Her iki bullanın da 3–2. geçiş evresinin dolgusunda bulunmuş olması, Halpaziti’nin bu dönemde Alalah’ta etkin olduğu görüşünü güçlendirmektedir. Bullalar ile aynı seviyede bulunan ve üzerinde Anadolu hiyeroglifleriyle dört kâtibin isminin yazılı olduğu silindir mühür de bir diğer sıra dışı buluntudur. Zira silindir mühürlerde yalnızca Anadolu hiyerogliflerinin kullanıldığı örnekler Alalah’ta daha önce bilinmemektedir ve Hitit dünyasında da çok azdır[41] (Resim 12).
Sonuç
Aççana Höyük/Eski Alalah Kenti’nde Mitanni hakimiyetinden Hitit egemenliğine geçiş süreci hâlâ tartışmalıdır. Yeni dönem araştırmalar sırasında elde edilen stratigrafik veri setleri, çeşitli bilim insanları tarafından farklı yorumlamaların yapılmasına neden olmuştur[42]. Kent dokusu içerisinde dikkate değer bir değişim en iyi Hitit tabakalarında (III-I) gözlemlenebilmektedir. Bu dönemde, yerleşimin farklı alanlarına konumlandırılan kale yapılarıyla pekiştirilmiş güçlü bir savunma sisteminin varlığı, Alalah şehrinin kentsel peyzajını bir Hitit askeri garnizonuna çevirdiği açıktır[43]. Hititler’in bölgedeki idari kontrolü, çoğunlukla Anadolu hiyeroglifleriyle yazılmış ve Hititli yöneticilerin adlarını içeren bullalarla temsil edilen idari bir sistemin varlığını kanıtlanmaktadır. Her ne kadar sınırlı olsa dahi, yerel seramik üretiminde Kuzey Orta Anadolu etkisi dikkate değerdir; ancak yerel geleneklerin devamlılığının öne çıkması, bölgedeki Hitit idari kontrolünün günlük yaşamda kullanılan araç gereçlerin seçiminde ve üretim üsluplarında daha az bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir[44]. Bununla birlikte, 1. Tabaka Tapınağı’nda devşirme bir yapı elamanına dönüşen Tudhaliya kabartması gibi güç sembolleri, Hitit İmparatorluğu’nun yabancı topraklarda politikaları ve baskısının varlığına işaret etmektedir[45].
Geç Tunç Çağı’nın sonu için atfedilen geleneksel yorumlarla bağdaşan bir anlayışla, yerleşimde iskânın sona ermesi neredeyse yüz yıldır sözde “Deniz Kavimleri” ile ilişkilendirilmekteydi[46]. Yeni dönem arkeolojik araştırmalarda elde edilen ve MÖ 14. ve 13. yüzyılları kapsayan kesintisiz stratigrafik tabakalaşma göz önünde bulundurulduğunda, olay eksenli bu kurgusal yorumlamalar artık geçerliliğini tamamen yitirmiştir. Son yıllarda elde edilen arkeolojik veriler, yerleşimin MÖ 14. yüzyılın sonlarına doğru Mukiş Krallığı’nın başkenti olma özelliğini büyük ölçüde kaybettiğini göstermektedir. MÖ 13. yüzyılın başlarında Alalah’ta yerleşim düzeni oldukça dağınık ve çoğunlukla Tapınaklar Bölgesi’yle sınırlı kalmıştır[47]. Bu yeni veri setleri, olaya dayalı anlatıların aksine, zaman içinde meydana gelen bir nüfus azalması ve halkın başka bir alanda yaşamaya başlaması sürecini vurgulayan, yeniden gözden geçirilmiş tarihsel yorumlamalar yapmaya imkân tanımaktadır.
Her ne kadar yakın zamanda Aççana Höyük’te Demir Çağı tabakalarına rastlanmış olsa da Demir Çağı’nda başkent kimliğinin Tayinat Höyük’e taşınması, Asi Nehri’nin yatak değişimiyle bağlantılı olmalıdır. Bu nedenle, Amik Ovası’nın iki büyük yerleşimi arasındaki peyzajı anlamada yalnızca sosyo-politik değil, çevresel faktörleri de anlamak önem teşkil etmektedir[48]. Tunç Çağı’nda Aççana Höyük’ün kuzeyinden akan ve höyüğü çevreleyen Asi Nehri, Demir Çağı’nda Tayinat Höyük tarafına kaymıştır. Bu mikro ölçekli değişim çok daha büyük doğa olaylarının kanıtları olarak değerlendirilmelidir. Nitekim, Doğu Akdeniz’in farklı bölgelerinde ve Amik Ovası’nda yürütülen çevre araştırmaları ışığında Geç Tunç Çağı’nın sonunda bir kuraklık dönemine ait izler tespit edilmiştir[49]. Bu durum, Geç Tunç Çağı’nın sonunda bir sistem çöküşüne yol açan tetikleyici birçok etken içerisinde çevresel ve iklimsel değişimlerin de dikkate alınması gerektiğini ortaya koymuştur. Ancak, Aççana Höyük’te 2020– 2022 yılları arasında yürütülen kazılarda bulunan Anadolu hiyeroglifleriyle yazılmış yeni idari kayıtlar, sosyal statü ve prestij nesneleri, imparatorluğun son günlerinde Alalah’ın oynadığı önemli siyasi ve ekonomik rolü göstermektedir. Bir diğer yandan, alanın ritüel kimliğiyle de ilişkilendirilebilecek nesne grupları, Alalah’ın dini önemini koruduğunu da göstermektedir.
Demir Çağı’nda Alalah’ın başkent kimliğini kaybetmesi ve sınırlı bir yerleşimin varlığı üzerinden değerlendirdiğimizde, çevresel stres dönemlerinde politik ve ekonomik yapısı bozulan bir başkenti, yaşam ve uyum stratejileri bağlamında yorumlama gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Aççana Höyük’te yürütülen son dönem saha çalışmaları, Güneydoğu Anadolu’da bir tampon bölge olarak Hitit İmparatorluğu’nun himayesinde son günlerini yaşamış bir başkentten, kült merkezi olarak önemini korumaya devam eden bir kentin Geç Tunç–Demir Çağı geçişine bir bakış açısı sağlamaktadır. Hitit tabakaları içerisinde tanımlanan ve yerel üretim âdetlerine işaret eden zanaatlarda devamlılığa işaret eden maddi kalıntıların tespitinin yanı sıra, söz konusu tabakalarda özellikle Kuzey Orta Anadolu kökenli maddi kalıntıların varlığı ve yeni epigrafik buluntular, bir bölgesel krallığın Hitit İmparatorluğu’nun son dönemleri içerisindeki konumu ve önemi hakkında yeni kanıtlar sunmaktadır.
EKLER

